'Yaşlılık hastalığı' olarak bilinen Parkinson, genç ergenlerde ve çocuklarda da görülebilir
Halk arasında ‘titreme’ veya ‘yaşlılık hastalığı’ olarak bilinen Parkinson, genç yaşlarda da görülebilir.
Parkinson hastalığı beyinde “substansiya nigra” denilen bir alanda yer alan ve dopamin üreten nöronların kaybedilmesi sonucu bu maddenin azalmasıyla gelişen bir hastalık. Beyin bu hücrelerin yüzde 50-80’ini kaybettiğinde
hastalık bulguları ortaya çıkar. Parkinson toplumda binde 2-3 oranında görülür, ancak bu oran 70 yaş üzerine çıkıldığında yüzde 0.5-2 arasına ulaşır.
Hastalıkta ortalama tanı konma yaşının 65 civarında olduğunu, bir kişiye 40 yaşından önce Parkinson tanısı konulursa 'Genç Yaşta Görülen Parkinson Hastalığı' (GYGPH) olarak tanımlandığını belirten Beyin Cerrahisi Uzmanı Dr. Ali Zırh, hastalığın zannedildiği gibi sadece yaşlılarda ortaya çıkmadığını söyledi. Genç yaşta görülen Parkinsonda genetiğin rol oynadığını söyleyen ve Sağlık Yaşam dergisine konuşan Dr. Zırh, hastalığın erken dönemdeki seyri hakkında şu bilgileri verdi:
“GYGPH olgularının yüzde 50’ye yakınında, GYGPH olgularına neden olabildiği bilinen LRRK-2 geni ve Parkin 9 geni başta olmak üzere bazı genlerin varlığı gösterilmiş. Çok erken yaşlarda (20 yaş altında) başlayan gruba ‘Juvenil Parkinson’ diyoruz. Çok nadir olgularda, Parkinson benzeri bulgular çocuklarda ve genç adölesanlarda da görülebilir.
Yurt dışında yapılan çalışmalar Parkinson tanısı alan kişilerin yüzde 10-20’sinin 50 yaş altında olduğunu, bunların da yarısının 40 yaş altında tanı aldığını göstermekte. Ancak yurdumuzda bu oranları ortaya koyabilecek yayımlanmış bir çalışma henüz yok. Gene Avrupa’da yapılmış bir çalışmada 40 yaş altındaki bulguların yüzde 50’sinde, 20 yaş altındaki olguların yüzde 80’inde genetik mutasyon varlığı gösterilmiş.
Hareketlerde yavaşlama, yüz mimiklerinde donuklaşma ve “maske yüz” diye ifade edilen görünüm, vücudun bir yanında istirahat halinde ortaya çıkan “para sayar” tarzda titreme, küçük adımlarla ve öne eğik yürüme ilk göze çarpan belirtiler. Titreme genellikle ilk bulgu olarak ortaya çıkmakta; el ve ayakta, bazen de çenede olabiliyor.
Erken veya geç yaşta ortaya çıkan Parkinsonda hasta ne kadar erken tedaviye başlarsa, yaşam kalitesi de o oranda artıyor. Ancak genelde Parkinson ileri yaş hastalığı olarak bilindiğinden, genç hastalarda tanı gecikebiliyor. Bu da tedavi başarısını olumsuz etkiliyor.
Bu hastalarda esas; eksik madde olan dopaminin tedaviye mümkün olduğunca geç dahil edilmesinin daha uygun olacağıdır. Bu yüzden öncelikle hastanın bulguları daha az hissetmesini sağlayacak semptomatik ve dopamimetik ilaçların başlanması gerekir. Ancak bu ilaçların yeterince etki etmediği durumlarda dopamin tedavisine başlanmalıdır.
Kaliteli yaşam düzeyini kazanmak ve korumak için eğer hasta yüksek doz ilaç tedavisine ihtiyaç duyuyor ve yaşı da çok genç ise beyin pili tedavisinin de erken dönemde göz önünde bulundurulması gerekebilir. Beyin pilleri; başta Parkinson olmak üzere, pek çok hareket bozukluğunun cerrahi tedavisinde son yıllarda giderek yaygın olarak kullanılan elektronik cihazlardır. İlaç tedavisine yanıt vermeyen ve şiddetli titreme nöbetleri geçiren Parkinson hastalarında, beyin pili başarılı sonuçlar veriyor. Çatalını bile tutamayan, iğneye ipliği geçiremeyen hastalar ameliyat masasından kalkar kalkmaz titremeleri geçiyor.
Parkinson tedavisinde önemli bir alternatif olan beyin pili, tıpkı kalp pili gibi yerleştiriliyor. Beynin içinde tespit edilen sorunlu bölgelere iki tane elektrot yerleştiriyoruz. Göğüste cilt altına kalp pili gibi bir pil yerleştiriliyor ve cilt altından geçirilen uzatma bağlantılarıyla elektrotlar pile bağlanıyor. Daha sonra bilgisayar aracılığıyla hastaya iyi gelecek frekansları ve uyarı parametrelerini ayarlıyoruz.
Ameliyatın büyük bir kısmında hasta uyanık oluyor ve bizimle konuşuyor. Ameliyatta hastalar doktorla sohbet ediyor, maç kritikleri yapıyor. Bu yöntemde amacımız; hastalıktan sorumlu hücreleri ve etrafındaki anatomik oluşumların yerini bulmak. Bunun için de ameliyatı, hastayı uyanık tutarak, konuşa konuşa yapıyoruz. Çünkü bu sayede hastanın tepkilerini ölçerek sorunlu bölgeye ulaşmamız daha kolay oluyor.”