loading
close
SON DAKİKALAR

Prof. Cemal Kafadar: Fatih Sultan Mehmet'in kendisi vakıf bozan bir padişahtır

Prof. Cemal Kafadar: Fatih Sultan Mehmet'in kendisi vakıf bozan bir padişahtır
Tarih: 25.07.2020 - 15:30
Kategori: Söyleşi

Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Kafadar, Ayasofya'nın ibadete açılmasının hem içeride, hem de dışarıda gerilimli fay hatlarını harekete geçirebileceğini belirterek, "Fatih Sultan Mehmet’in kendisi vakıf bozan bir padişahtır." dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya'nın ibadete açılması nedeniyle okuduğu ilk cuma hutbesinde "Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar" ifadeleri kullanmıştı. Prof. Kafadar, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet'in saltanatının son döneminde pek çok vakıf köyü ve mezrayı devletleştirdiğini belirtti. 

Magma Dergisi'nden Serkan Ayvazoğlu'nun Prof. Dr. Cemal Kafadar'la yaptığı söyleşi şöyle: 

Serkan Ayazoğlu: Ayasofya tartışmaları hiç bitmez. En yaygın olarak dillendirilen Fatih’in vakfiyesi konusunu da içine katarak sorayım Ayasofya cami olursa Fethin manası yerini bulur mu?

Cemal Kafadar: Sanmıyorum, Fetih konusunu baştan aşağı yeni bir dille ele almalı, yeni bir paradigma inşa etmeliyiz. Fatih Sultan Mehmet’in kendisi vakıf bozan bir padişahtır. Onu sembol olarak seçmek aslında birçok çelişkinin üstünü örtmek oluyor. Saltanatının son dönemlerinde, 1470’lerde, o yılların maliye bürokrasisinden Tursun Bey’in yazdığına göre, “binden ziyade” vakıf köyü ve mezrayı devletleştirdiğini ve tımara dönüştürdüğünü kendi döneminin kaynaklarında okuyoruz. Âşıkpaşazade yana yakıla yazıyor mesela; kendisi de derviş olduğu için bu konudaki şikâyetleri uzun uzadıya seslendiriyor. Vakıfları elinden alınanların çoğu derviş zümresidir. Fatih Sultan Mehmet, çağdaşlarının çoğuna müstebit (zorba) görünen bir tavırla -genel olarak Fatih’in idare tarzına çok uyan bir tavır bu- birtakım vakıfları tımar olarak dağıtmak üzere bozuyor, mirileştiriyor. Ölümünden sonra oğlu İkinci Bayezid ya kendi meşrebinden, kendi siyasi eğilimlerinden dolayı ya da Fatih’in vakıf bozma işleminin yarattığı muhalefet çok güçlü olduğu için belki de her iki sebepten dolayı bu toprakların vakıf statüsünü iade ediyor. Dolayısıyla 2015 yılında bugün özellikle Fatih’in vakfının şartlarına birebir uyulması gerekliği nasıl bir iddia emin değilim. Fatih’i haklı ya da haksız buluruz bu farklı ama çağının şartlarına göre bir vakfın dönüştürülmesi, kaynaklarının farklı şekilde kullanılması cumhuriyetten çok önce ve defalarca görülmüş, tartışılmış, hukuki muamele yapılmış, değişen siyasi ve toplumsal şartlara göre yeniden yorumlanmış. Mısır’ın fethinden sonra da vakıfların çoğu korunmuş ama orada da vakıf bozmalar var.

“Fatih Sultan Mehmet’in kendisi vakıf bozan bir padişahtır. Onu sembol olarak seçmek aslında birçok çelişkinin üstünü örtmek oluyor.”

Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinde Mustafa Kemal’in imzasının sahte olduğu gibi iddialar da var. Size inandırıcı geliyor mu?

Gerçekten 1934’te Mustafa Kemal’in hiç haberi olmadan sahte imzayla böyle bir iş yapılmış olabilir mi? Ya da kendi iradesi de bu yönde olduğu için, bizzat imzalamamış olsa dahi durumu oldubittiye getirmek için göz yummuş olabilir mi? Bana pek inandırıcı gelmiyor.

Ayasofya’nın geleceğinin nasıl olması gerektiği tartışmalarını nasıl okuyorsunuz?

Ayasofya’nın nasıl bir geleceği olmalı konusu bence tartışmaya değer, ama bir gayya kuyusuna dönüşme tehlikesi var, çünkü Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda en gerilimli fay hatlarını harekete geçirebilir. Camiye çevrilmesi projesine karşı benim de imzaladığım bir mektubu imzalayan birçok meslektaşımın da bencileyin bu şaheserin bugünkü halini mahzun bulduğunu biliyorum, ama “Fatih’in vakfında şöyle geçer dolayısıyla camiye çevirir meseleyi hallederiz” demek çözüm değil, öncelikle gönüllerde mesele çözülmeli. Hele “iktidar bizde, yaparız elbet” tavrının Ayasofya ile değil güç ihzari ile güç göstermek ile ilgili olduğu aşikâr, bunu konuşmak dahi istemiyorum.

Kilise olsun demek de benzer bir çıkmaz olmuyor mu?

Kötü ile beter arasında tercih yapmayalım. Madem ibadethane olacak kilise olsun demek, Ayasofya’nın yüzlerce yıllık Osmanlı-Müslüman tarihini ve bugünkü Türkiye toplumunun gerçeklerini hiçe saymak demek. Olacak şey değil, açık bir kafayla tartışılsa, bir proje yarışması açılsa... Ortaya saçma sapan post modern bir “pastiche” çıkabilir, gerçekten korkarım, öte yandan akıl akıldan üstündür, yaratıcı insanlardan beklenmedik çözümler de çıkabilir. Ya çıkmazsa? Lüzumsuz bir kavganın kapısını aralamış olmaz mıyız? İste böyle gelip gidiyor zihnim, çünkü gerçekten açık bir kafayla tartışabileceğimizden emin değilim. Ama kendimize çok fazla yüklenmeyelim, Cordoba da Avrupa’da kolayca konuşulan bir konu değil ve bence konuşulmalı. Belki de Ayasofya’yı hakkıyla konuşmak için dünya mirası meselesini evrensel bir tartışmaya çevirmek gerekir. Devletlerarası siyasetin oyuncağına dönüşmüş ve bürokratik yapısına sığınmış UNESCO asıl böyle işlerle uğraşmalıydı. Uzun lafın kısası Ayasofya anlam ve tarih ve efsun ve ilgi fazlalığından muzdarip bir abide bugün. Bir arayış varsa, bu arayışın doğru ifade edilmesi lazım. Ayasofya’nın geleceği, her halükarda, Ayasofya’nın dünya mirası olarak yoluna devam edeceği bir şekilde olmalı.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları