loading
close
SON DAKİKALAR

Prof. Dr. Korkut Boratav: İçinden geçmekte olduğumuz kriz, finans kapitale teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir

Prof. Dr. Korkut Boratav: İçinden geçmekte olduğumuz kriz, finans kapitale teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir
Tarih: 08.01.2019 - 17:19
Kategori: Söyleşi

Ekonomist Prof. Dr. Korkut Boratav, "İçinden geçmekte olduğumuz kriz, finans kapitale bağımlılığı, teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir. Ağırlaştıkça temsilî demokrasinin normal koşullarında iktidarı da sarsması gerekir" dedi.

Enver Aysever ekonomist Prof. Dr. Korkut Boratav'la bir söyleşi gerçekleştirdi. Cumhuriyet'te yayınlanan söyleşide Boratav, "Rejim değişti. Ben İslamcı faşizm diyorum, geçiş son cumhurbaşkanlığı seçimiyle tamamlandı. Meclis bitti. Ama birçoğumuz rejimin değiştiğinin farkında değil; çünkü özgürlük alanlarının hepsini yok etmediler. Hâlâ bu tür “aykırı” sohbetleri yayımlayan bir gazete var. İki üç muhalif TV kanalı ve gazete var. Zorla ayakta durduklarını da biliyoruz" diye konuştu.

Boratav, "Kriz çok derinleşirse mecburen IMF’yi getirecekler; bir gerekçe bulurlar. Kamu yönetiminde yapısal reform için de Dünya Bankası... Aksi halde bugün yarım-yamalak uygulanan “IMF’siz IMF programı”nı, ekonomiyi küçülterek, işsizliği artırarak düşe kalka sürdürürler" ifadelerini kullandı.

Enver Aysever'in Korkut Boratav'la yaptığı söyleşi şöyle:

Cumhuriyet nasıl bir devrimdir ve kuranları nasıl tarif edersiniz?

Cumhuriyet devriminin liderlerini, hem sınıfsal konum, hem de ideolojik olarak küçük burjuva radikalleri olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Devrimci liderlerin dahi hareket alanları, tarihsel miras, sınıfsal yapı tarafından kısıtlanır. Genel doğru budur; ama bizde Cumhuriyet dönüşümünü başlatan, devrime dönüştüren kadrolar, ülkenin geleceğinde bu sınırları bir hayli zorlamıştır. Özellikle Mustafa Kemal’in kişisel katkısı bu yolda büyük önem taşımıştır.

Öncelik, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte ortaçağ mirasını tümüyle tasfiye etmek ve “istiklâl-i tam”, yani tam bağımsızlıktı. Bunun ötesinde Cumhuriyetin ilk yıllarında İttihat Terakki’den devralınan ve ulusal burjuvazi yetiştirmeyi hedefleyen “millî iktisat” stratejisi benimsendi. Büyük buhran vurunca, liderler, önce burjuvazinin kofluğunu fark ettiler; el yordamıyla çıkar yol aradılar; önce korumacılığa, sonra devletçiliğe geçtiler.

Liberallerin cumhuriyet eleştirişlerine ne diyeceksiniz?

Liberallerimiz, post-modern demokrasi yorumu ile bütün siyasi akımların aynı derecede saygın olduğunu ileri sürdüler. Bu toplumun bünyesinde var olduğu için siyasi İslam’ın siyasette de yer almasını; toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsa kendi programıyla iktidar olmasını savundular. Ama, siyasi İslam’ın toplumun bünyesinde yer almadığını; Türkiye halkının kültürel Müslümanlığından ayrı, hatta ona yabancı bir şey olduğunu algılayamadılar. Siyasi İslam’ın, Türkiye toplumunu aslında “ithal malı” bir İslam’a göre dönüştürme programı içerdiğini; bu programın demokratik olamayacağını bir türlü fark etmediler.

Birçok arkadaşımız 12 Mart, 12 Eylül askeri faşizmlerinin panzehiri olarak İslamcılığı gördü; siyasî İslam’ın bünyesindeki anti-demokratik özü kavrayamadı. Askeri faşizm karşıtlığı, İslamcı faşizme teslimiyete yol açtı.

Gezi’yi işçi sınıfı yaptı

Gezi çok önemli bir itirazdı, nasıl okumak gerekir o günleri?

Gezi’ye katılanların ortak simgesinin kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı olduğunu hatırlayalım. Temel ideolojik konumları Cumhuriyetçiliktir. Gezi mitingleri de, Türkiye’nin Cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını bir araya getirmiştir. Zira, Cumhuriyetçi, aslında demokrattır; çünkü aydınlanmacıdır. Aydınlanma, düşün dünyasında sınırsız özgürleşme demektir. O sayede Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu’nun Türkiye düşün ve edebiyat hayatına getirdiği ışıktan yararlandık. Köy Enstitüleri’nde de hem klasik müzik, hem klasik dünya edebiyatı köy çocuklarının olgunlaşmasına katkı yaptı.

Gezi’ye katılanların toplumsal profiline bakalım. Ağır basan özelliğini bugünün ve geleceğin ücretli çalışanları diye tanımlayabiliyoruz. Böylece de işçi sınıfını işaret etmiş oluyoruz. Beyaz yakalı ücretli ne demek? Hayatını kafa emeğini satarak kazanan insandır; yani işçidir. Engels açıkça söylüyor, emeğini satan herkes işçidir. Bu tespiti, Gezi için “orta sınıf eylemi” küçümsemesine karşı yapıyorum.

İşçilerin dışında kim katılmıştır? Birincisi öğrenciler... Öğrenciler tümüyle yarınki işçi sınıfının yedek emek ordusudur; üniversiteyi bitirdikleri anda yedek emek ordusunu besler; adım adım da aktif emek ordusuna katılırlar. Dolayısıyla onlar yarının işçi sınıfıdır.

İşçilerin dışında Gezi’ye katılan ikinci grup da beyaz yakalı profesyoneller. Yani avukatlar, doktorlar, mali müşavirler katılıyor. Mühendislik bürosunun patronu, büro çalışanlarıyla birlikte katılmadı mı? Katıldı. İşçi sınıfı çekirdeğinin dışında bu katman da var. Toprak ağası, fabrikatör, müteahhit, tüccar Gezi’ye katılmadı; tekil istisnalar hariç.

Ancak Gezi, ücretlerin yükselmesi, fazla mesainin, çalışma koşullarının düzenlenmesi gibi işçi sınıfının günlük talepleri için yapılmadı. Nümayişler sırasında bu konuda doğru tespiti Ali Babacan yaptı. O günlerde Brezilya’da toplu taşıma zamlarını protesto eden gösteriler başlamıştı. Babacan sorguladı: “Gezi gösterilerinde Brezilya’daki gibi ekonomik talepler yok; ne istiyorlar?” Tespit doğru; ama Gezi’deki insanların, işçilerin daha olgun bir sınıfsal talebini algılamıyor. Ortak teşhis ve talep şuydu: “İktidar, bizlerin Taksim’deki ortak varlığımızı vurguncu, kapkaççı sermayedarlarla paylaşmak üzere talan etmektedir ve karşı çıkmalıyız...”

Bu algılama, işçi sınıfının güncel, sendikal refleksini aşan; kamuculuğu içeren daha olgun bir dünya görüşüne açılıyor. Zira, sosyalizm aydınlanmanın uzantısıdır, türevidir. Keza, Gezi’de bir araya gelenler, nevalenin ihtiyaca göre dağıtıldığı komünist paylaşım ilkesini de uyguladılar.

Bu tespitler bir araya getirilirse, Gezi, Türkiye toplumunun olgun; ancak örgütsüz, kendiliğinden bir sınıf kalkışması olarak görülebilir.

‘Kriz, AKP’nin eseridir’

Krizin göbeğindeyiz, sizce nasıl bir süreçten geçiyoruz?

İçinden geçmekte olduğumuz kriz, finans kapitale bağımlılığı, teslimiyeti nedeniyle bizzat AKP’nin eseridir. Ağırlaştıkça temsilî demokrasinin normal koşullarında iktidarı da sarsması gerekir.

Yeni rejim, kurumsallaşamama güçlükleriyle karşı karşıyadır. Türkiye’nin gelişkinlik düzeyindeki kapitalist bir ekonomi, bugünkü alaturka başkanlık rejimi ile yönetilemez. Meşrutiyetten bu yana kamu yönetiminin tarihsel birikimi emir-komuta zinciri içinde çalışmaya müsait değildir. Bu kadro yeni baştan kurumsallaşma gerçekleştiremez.

Kriz çok derinleşirse mecburen IMF’yi getirecekler; bir gerekçe bulurlar. Kamu yönetiminde yapısal reform için de Dünya Bankası... Aksi halde bugün yarım-yamalak uygulanan “IMF’siz IMF programı”nı, ekonomiyi küçülterek, işsizliği artırarak düşe kalka sürdürürler.

İçinde bulunduğumuz rejimi tarif etmek gerekse, ne dersiniz?

Şunu söyleyeyim bir kere, rejim değişti. Ben İslamcı faşizm diyorum, geçiş son cumhurbaşkanlığı seçimiyle tamamlandı. Meclis bitti. Ama birçoğumuz rejimin değiştiğinin farkında değil; çünkü özgürlük alanlarının hepsini yok etmediler. Hâlâ bu tür “aykırı” sohbetleri yayımlayan bir gazete var. İki üç muhalif TV kanalı ve gazete var. Zorla ayakta durduklarını da biliyoruz.

Burjuvazi ise, “lümpen”, kapkaççı, fırsatçı ve korkak olduğunu defalarca gösterdi. Mülkiyet haklarının ihlallerini dahi, “bana dokunmayan yılan..” anlayışıyla sineye çekti. AKP’nin rejim değiştirme operasyonlarının her aşamasına açıkça ya da sessizce destek verdi. Bu özellikleriyle Türkiye burjuvazisi, yakın dostlarına, hatta kendisine dahi “ihanet” etti. Hayalperest liberallerin ondan umduğu tarihsel görevi ifa etmiyor. Kapitalist bir toplumun egemen sınıfı olma iddiasını yitirmiş. İktidar, ihsan dağıtma ve cezalandırma yöntemlerini işadamlarına karşı pervasızca kullanıyor. Büyük sermaye de son tahlilde orta halli kapkaççıların yönettiği; yolsuzluğun zirveye çıktığı; yozlaşmış kapitalizmi sineye çekiyor. Bu rejimin kendisi için de yarattığı istikrarsızlık, güvensizlik tahammül sınırını aşarsa ne yapacak? Çoluk-çocuk, servet, sermaye, şirket olarak ülkeyi terk etme seçeneği yedektedir.

SOSYALİZME ENGEL DEĞİL

İslam toplumu olmak sosyalizme engel mi, aşmak mümkün mü bunu?

Kaynağı İslam dininden olmakla beraber, Müslümanlığı, Türkiye halkının kültürünün bir öğesi olarak yorumluyorum ve birçok arkadaşın aksine, sosyalizme karşı bir engel olduğunu düşünmüyorum.

Son yılların patolojik dönüşümleri hariç, kültürel Müslümanlık, Türkiye’nin seksen yıllık laiklik uygulamalarına uyum göstermiştir. Dahası, Türkiye seçmenlerinin, işçi sınıfının, emekçilerinin 12 Mart’la 12 Eylül arasında sandıkta, varoşlarda, fabrikalarda, köylerde, 1 Mayıs’larda, 15-16 Haziran’larda sola, giderek sosyalizme kaymasına Müslümanlık engel olmuş mudur? Hayır!

Tekrar edeyim: Siyasi İslam, Türkiye toplumunun Müslüman kimliğini fethetmeyi hedefleyen; dıştan gelen bir saldırıdır.

Cumhuriyetçi kadronun en devrimcisi

Mustafa Kemal’in farkı neydi?

Mustafa Kemal, Cumhuriyetçi kadronun en devrimcisidir. Şubat 1923’te İzmir Kongresi açılış konuşmasına bakın. Yeni bir toplum tahayyülünün ip uçları var: Osmanlı toplumunun zirvesini simgeleyen üç büyük sultana meydan okumakta; tümüyle ortaçağ düzenini reddetme işaretleri vermektedir. Liderliği, sonraki yılların devrimci doğrultuda gelişimini belirlemiştir.

Sosyalizmi kurma fırsatı var mıydı kuruluşta, niye tercih bu yönde olmadı?

Mustafa Kemal niye sosyalizmi kurmadı diye bir soru sorulamaz ki. Toplumun özelliği, yapısı sosyalizmi gündeme getirmeye müsait değil. Mustafa Kemal’in dünya görüşü Fransız devriminin Jakoben kanadına yakındır; sosyalist değildi. Ortaçağ düzenine karşı mücadeleyi ödünsüz üstlenebilecek lider de oydu.

Cumhuriyet devrimlerinin eksikleri yok mu? Bir toprak reformu ile toplumun bünyesinde gericiliğin kaynaklarını oluşturan toprak ağasının, büyük çiftçinin, etkileri niçin tasfiye edilemedi? Parti teşkilatı niçin her yerde son tahlilde toprak ağalarının, taşra mütegallibelerinin kontrolü altına girdi?

Atatürk bu eksikliğin fakındaydı. Her fırsatta ısrarla çiftçiyi topraklandırmak lazım dedi. Bu doğrultuda bir atılım Atatürk’ün ölümünden sonra Köy Enstitüleri ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile yapılmaya çalışıldı. Köy Enstitüleri’nin on yıl içinde Türkiye’nin kültür hayatına ne kadar büyük, devrimci bir ivme getirdiğini bugün dahi görüyoruz. Türkiye köylüsünün de devrimci bir değişime ne kadar yatkın olduğunu Köy Enstitüleri’nin bilançosunda gözlüyoruz.

Atatürk’e yaygın bir sevgi var

Laiklik, Cumhuriyet ve Müslümanlık bir arada olabilecek mi yine?

Elbette olacak. Aksi görüşte olanlar, Cumhuriyet devrimlerinin nasıl olup da ayaklanmalara, sert direnmelere yol açmadığını açıklasınlar. Öyle bir devrim ki, önce saltanatı, sonra hilafeti kaldırıyor; anayasasından “devletin dini İslam’dır” maddesini çıkarıyor; laikliği, Latin alfabesini getiriyor; kadını erkeği hukuken eşitliyor; kadınlara seçmeseçilme hakkını bazı Batı ülkelerinden önce getiriyor; şeriat hukuku yerine Avrupa hukukunu getiriyor…

Şeriatçı halk ayaklanmaları nerede? Menemen vakasını, Şeyh Sait ve Dersim isyanlarını mı sayacaksınız? İlgisi yoktur. Zira Türkiye halkının Müslüman kültürü laiklikle barışıktır. Dede Korkut masallarındaki kadın karakterlere bakın. Bektaşi fıkralarına, Nasreddin Hoca fıkralarına, Bekri Mustafa fıkralarına bakın. Karacaoğlan’a, Âşık Veysel’e bakın. Halk türkülerinin, şiirinin tümü dünyevî aşk taşır; sevda, muhabbet, kaçamaklar içerir. “Bir bahçeden bir bahçeye sallanan yemeniler” ile haberleşmeler vardır… Bu örnekler bugünkü rejimin İslamcı dünya görüşü ile nasıl uzlaşabilir?

2023 Türkiye’si Mustafa Kemal’in mi Abdülhamit’in mi olacak?

Türkiye halkına hiçbir telkin ve kampanya yapmadan bir anket uygulayın. “Atatürk mü Abdülhamit mi” diye. Sonucu göreceksiniz. Toplumumuzun, 2019 yılında Cumhuriyet rejiminin ana kazanımlarıyla hâlâ barışık olduğunu ve Atatürk’e ait yerleşik, yaygın bir sevginin var olduğunu düşünüyorum.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları