Kemal Kılıçdaroğlu konuk olduğu 'Türkiye'nin Nabzı' programında terörle ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı...
Habertürk’ün canlı yayını “Türkiye’nin Nabzı” programında Didem Yılmaz Arslan, Reha Muhtar, Hikmet Çetinkaya,
Muharrem Sarıkaya, Cemal Uşşak ve Nasuhi Güngör sordu, Genel Başkan Kılıçdaroğlu şöyle yanıtladı;
Didem YILMAZ ARSLAN- İyi akşamlar sevgili seyirciler, Türkiye’nin Nabzı programına hoş geldiniz. Bugün çok önemli
bir konuğumuz var.
CHP Genel Başkanı Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye’nin Nabzı programının konuğu. Sayın
Kılıçdaroğlu hoş geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hoş bulduk efendim.
Didem YILMAZ ARSLAN- Çok teşekkürler geldiğiniz için. Sayın Kılıçdaroğlu Gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını
her zaman olduğu gibi tüm açıklığıyla cevap verecek bu akşam. Dağlıca saldırısından Kürt meselesine, Başkanlık
sistemi tartışmalarından Başbakan Erdoğan’ın Fethullah Gülen’e dön çağrısına kadar önemli gündem maddelerine
ilişkin kendisinin ve tabi partisinin görüşlerini bu akşam bizimle paylaşacak. Peki ona hangi değerli isimler soru
soracak hemen söyleyelim.
Ciner medya grubu Ankara temsilcisi Muharrem Sarıkaya, Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar, Cumhuriyet gazetesi
yazarı Hikmet Çetinkaya, Star Gazetesi Yazarı Nasuhi Güngör ve gazeteciler yazarlar vakfı başkan yardımcısı Cemal
Uşşak bu akşam bizimle birlikte. Efendim hoş geldiniz, çok teşekkürler zaman ayırdığınız için. Programa hemen
başlayalım.
Türkiye’nin Nabzı programına başlıyoruz.
CHP Genel Başkanı Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz. Çok değerli diğer
değerli konuklarımız kendisine soracaklar, Sayın Kılıçdaroğlu’da bu akşam yanıtlayacak Habertürk ekranlarında. Gündem çok sıcak, gerçekten de çok önemli gelişmelerle karşı karşıyayız. Bu arada ekranlarda da görüyorsunuz
tvhabertürk adlı twitter adresimize sorularınızı gönderebilirsiniz. Buradan da zaman zaman hem ekranlara
yansıtacağız, hem de Sayın Kılıçdaroğlu’na bu soruları zamanımız elverdiğince sormaya çalışacağız.
Efendim izlinizle yayının moderatörü olarak ilk soruyu ben soracağım, sonra geri çekileceğim, sonra Sayın Kılıçdaroğlu sizlerle karşı karşıya olacak.
Sayın Kılıçdaroğlu, siz
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Erdoğan’la bir araya geldikten bir süre sonra maalesef Dağlıca’da, Hakkari’de Yeşiltaş karakoluna bir saldırı oldu ve 8 şehidimiz var. Bu saldırı özellikle zamanlamasına herkes dikkat çekiyor. Niçin oldu efendim ne dersiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Neden olduğunu biliyorum. Yani sonuçta bir terör olayı. Terörün insanlık suçu olduğunu Türkiye’de yaşayan herkes biliyor. Yüreğinde insan sevgisi olan herkes teröre karşı durmak zorundadır. Terörün olduğu bir yerde zaten siz demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden de söz edemezsiniz. Dolayısıyla bir saldırı oldu, saldırıda 8 askerimiz şehit oldu, yaralananlar var. Ama olaya 8 asker penceresinden bakmayalım. Ondan öncede bazen bir askerimiz, bazen bir iki askerimiz şehit olarak geliyordu. Yani terör 30 yıldır devam eden bir olgu. Dolayısıyla bu olguya şehit sayımız 5’in üstüne çıkınca hep beraber sesimizi çıkarıyoruz, ama bir iki şehit geldiği zamanda o gazetelerde küçük bir haber olarak iç sayfalarda yer alıyor. Yani bu gerçeği de unutmamamız lazım.
Biz olaya, son olaya bakıp o çerçevede çözüm üreten bir yaklaşımı hiçbir zaman benimsememeliyiz. Olayın derinliğini dikkate alarak, geçmişini dikkate alarak daha sağlıklı, daha tutarlı nasıl çözüm üretebiliriz bunun üzerinde düşünmemiz gerekir. Son olayı da bu bağlamda ele almak gerekiyor. Tabi onun tartışılacak çok yönü var. Yani nasıl oluyor bunlar geliyorlar? 300 kişi olduğu söyleniyor. Kimsenin haberi yok. Etraf sarılıyor, ateş ediliyor, 8 askerimiz şehit ediliyor, ağır silahlarla geliyorlar bunlar. İşte medyada bir sürü haber var. Yok şemsiye vardı, yok şu vardı, bu vardı vs. falan ama yani bakınca teknolojik olarak Türkiye’nin bir sıkıntısı yok. Nasıl bunlar saptanamıyor? Üstelik bunlar Türkiye’de mi, Kuzey Irak’tan mı geldiler, nasıl oldu? Bu konularda hala kamuoyunun kafasında ciddi soru işaretleri var.
Reha MUHTAR- Sayın Genel Başkan, bu noktada son dönemde sizin de içinde bulunduğunuz çok önemli bir süreç başladı ve sizin de bizzat inisiyatif aldığınız bir süreç bu. Başbakan Tayyip Erdoğan’la bir araya geldiniz ve bu Kürt meselesinin çözümünde
CHP ve
AKP olarak beraber karar verilebileceğini, beraber hareket edebileceğinizi, bir el verdiniz iktidara.
Şimdi bu sürece baktığımızda arka arkaya birkaç olay oldu.
AKP CHP’nin böyle bir birlikteliği, buna karşın Murat Karayılan’ın gazeteci Avni Özgürel’e vermiş olduğu demeçte bu süreci destekleyici, yani ateşkes sürecini destekleyici ve sanki Oslo’yla başlayan süreci devam ettirici bir özellik görüldü. Leyla Zana’nın çıkışları vardı. BDP eş başkanının çıkışları vardı. Bütün bunlara baktığımızda Kürt sorununda terörü minimize edecek, onu yok edecek bir sürece gidildiği izlenimi doğuyordu sizin bu süreçteki inisiyatifinizle birlikte. Bu önemli. Çünkü bunu tek başına AKP’nin yapamayacağı söylendi. Ancak Cumhuriyet Halk Partisiyle beraber daha bir milli mutabakata yakın bir biçimde ancak yaklaşımla bu sorunun çözülebileceği söylendi. Sizde o eli verdiniz iktidara. Bu son saldırı acaba bunu torpillemek amacıyla yapıldı diyebilir misiniz? Böyle izleniminiz, böyle intibaınız var mı? Bu süreci bir türlü, çünkü yani bu demeçler veriliyor, arkasından bu saldırılar oluyor. Bunu tam çözemiyoruz. Orada bir uluslararası veya başka derin güçler, gizli güçler mi var? Yani bu örgütü siz okuyorsunuz bu olayı tam böylesine bir süreç başlamışken ve çok önemli bir süreç başlamışken. Sizin de bizzat dahil olduğunuz süreç başlamışken. Bu torpillemeyi ya da bu saldırıyı nasıl okuyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Olayın perde arkasını yeteri kadar bilmiyoruz. Çünkü biz iktidar değiliz. Oslo görüşmeleri dediniz. Oslo görüşmelerinin tutanaklarını biz medyada yayınlandığı kadarıyla biliyoruz. Ama Karayılan’la yapılan konuşmalar gazetelerde yayınlandı. Orada Oslo görüşmeleri sonrası belli tutanakların hazırlandığı, sadece bunlardan iki örnek olduğu, örneklerden birisinin Kandil’de, birisinin hükümetin elinde olduğu ifade edildi. Biz bu ayrıntıları bilmiyoruz.
Bizim olaya bakış açımız şu; Türkiye’de bir terör var. 30 yıldır devam ediyor bu terör. Siyaset kurumu hep kolaycılığa kaçtı. Efendim işte bunları gönderelim, askerler gitsinler, çarpışsınlar. Bazen özel yetkili polislerde çıkardık. Onları özel olarak eğittik, dağlara gönderdik. O da olmadı. Sonuçta hep işin kolayına kaçarak bu işi çözmeye çalıştık. Hatırlarsanız Eruh saldırısından sonra iki baldırı çıplak edebiyatıyla başladık biz bu işe. Bugün geldiğimiz noktada biz şunu söylüyoruz. Eğer ortada ciddi bir sorun varsa, 30 – 35 yıldır çözülmüyorsa. Eğer bir sorumlu arayacaksak kimse kusura bakmasın o sorumlu siyaset kurumudur. Nedir siyaset kurumu? Oturacak çözecek bunu. Bu Türkiye’nin bekası açısından çok önemli bir sorundur. Cumhuriyet Halk Partisinin de bir tarihi sorumluluğu var. Cumhuriyet Halk Partisini kuran kadrolar bu ülkeyi, cumhuriyeti kuran kadrolardır. Biz kendi ülkemizi seviyoruz. Kendimizin çıkarlarını hiçbir zaman ülkenin çıkarlarının üstünde tutmadık, tutamayız da zaten. O zaman bu sorunu çözmek için biz bir yol haritası belirledik. Dedik ki, parlamentoda bir araya gelelim. 4 siyasi parti mi var? Evet grubu olanlar. Hatta biz arzu ederlerse parlamento dışındaki partilerde katılabilirler. Bir araya gelelim ve oturalım konuşalım bu sorunu nasıl çözeriz diye.
Ayrıca yine bizim düşündüğümüz parlamento dışında bununla beraber eşzamanlı çalışacak birde akil adamlar heyeti olsun. Beraber bunlar çalışsınlar.
Şimdi bu yöntem bilinen bir yöntem aslında. Bizim parlamento açımızdan, parlamentonun gelenekleri açısından bilinen bir yöntem. Çünkü anayasa uzlaşma komisyonunu böyle yapıyoruz. Türkiye’nin sorunu mudur anayasa? Sorun mu görüyoruz? O zaman anayasada ne yaptık? Her siyasi partiden eşit sayıda milletvekili komisyona katıldı anayasayı yazıyoruz. Üstelik yazmazsak sonunda ölümde yok. Ama öbürü 30 yıldır devam ediyor. Darbe anayasasından daha eski, çözülmüyor ve ucunda da ölüm var. Binlerce insanımız, onbinlerce insanımız hayatını kaybetti. Bu kadar temel bir sorun konusunda neden Türkiye Cumhuriyetinde siyasal partiler bir araya gelmezler? Nerede gelecekler bunlar? Meşru bir zemin. Neresi o? TBMM, milli iradenin tecelli ettiği yer. Oraya gelelim, orada oturalım konuşalım. Herkes dağarcığındakini döksün ortaya biz bu sorunu nasıl çözeriz?
Ben Reha bey şuna yürekten inanıyorum. Bütün partilerde bu sorunu çözmek için çaba harcayacak, akıl yoran pek çok insanımız var, milletvekili. Eğer otururlarsa masaya biz bu sorunu nasıl çözeriz diye oturur anlaşırlar. Bizim aradığımız şu önerimiz. Bir mutabakat komisyonu olacak bu. Yani kararlar buradan oy birliğiyle çıkmış olacak, oy çokluğuyla değil. Anayasa komisyonunda da öyle. Oybirliğiyle kararlar çıkıyor. Neden? Sonunda uzlaşıyoruz ülkenin birliği, bütünlüğü için.
Bakın, eğer bu komisyonda ortak paydamızı ne kadar genişletirsek sonuca o kadar kısa sürede varabiliriz. Bizim ortak paydamız bayrak mı? Bir sorunumuz var mı? Hayır. Ortak paydamız milli sınırlar mı? Misak-i milli sınırlarımı? Evet. Bir sorunumuz yok. Daha buna benzer ortak paydaları genişletebiliriz. Ondan sonra ağır ağır içeriye gelerek biz bu sorunu çözebiliriz. Kendi iç dinamiklerimizle çözemezsek dışarıdan birileri el atar buna. Bakın Oslo görüşmeleri meşru görüşmeler değil. Bir devlet Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse terör örgütüyle masaya oturamaz kimse kusura bakmasın. Böyle bir şey olmaz. Masaya oturan kişi eğer devletin meşru temsilcisiyse siz nasıl oturacaksınız masaya? Bunu biz kabul etmiyoruz. Devletin meşru zeminlerde görüşmesi vardır, sorunları çözmesi vardır. Ama gayrimeşru zeminlerde devletin hukuk kimliğini o masada temsil edemezsiniz. Bu bizim bakış açımız.
Şunu özet olarak söyleyeyim. Siz
AKP –
CHP bir arada diyorsunuz.
AKP –
CHP değil, 4 partinin bir araya gelmesi lazım. Çünkü bu sorun ulusal sorun, milli sorun artık bu sorun. Bu sorun bir partinin tek başına çözeceği bir sorun olmaktan da çıkmış. Neden? Çünkü bu sorunun birden fazla yönü var. Tek boyutlu bir sorun olsa oturur çözerlerdi şimdiye kadar. Psikolojik yönü var, sosyolojik yönü var, ekonomik yönü var, silahlı güvenlik yönü var, dış ilişkiler diplomatik yönü var. Baktığınız zaman çok karmaşık bir sorun. O nedenle olaya çözüm üretirken bu karmaşık yapıyı bilerek ve buna uygunda akil adamlar seçerek bizim çözüm üretmemiz gerekiyor. Eğer bu yola girebilirsek biz bir şunu yapmamız lazım. Buna uygun bir iklim yaratmamız lazım. Yani diyaloğa açık siyasi partilerin bir araya gelip ya evet bu ülkenin bir sorunu var. Vatandaş bize oy verdi bu ülkenin sorununu masaya oturun çözün. O zaman oturalım biz bu sorunu çözelim. Emin olun eğer biz masaya oturursak orada vereceğimiz fotoğraf bakın, 4 siyasi partiden milletvekilleri bu olayı çözmek için bir araya gelip masada oturdukları fotoğrafı Türkiye’de büyük bir iklim değişikliğine yol açacaktır. Demek ki, bu ülkede siyaset kurumu Türkiye’nin temel sorunlarında bir araya gelip bu sorunu çözmek için adım atabiliyorlar diyecekler. Bizim amacımız bu. Bunu yakalamak istiyoruz.
Cemal UŞŞAK- Benden kıdemli gazeteci büyüklerim var ama izin verirlerse ben sormak istiyorum. Aynı konuyu sürdürmek ve insicamı korumak açısından. Efendim malum bu inisiyatifiniz, bu adımınız gerek iktidar partisi, Başbakan ve kamuoyu tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı ve destek gördü. Belki MHP hariç demek lazım. Böylesine bir ilgiyi ve desteği umuyor muydunuz? Neden daha önce böyle bir adım atmadınız? Yani bu kadar destek ve ilgi görebilecek bir adımı neden daha önce atmadınız?
Aynı müteakip sorumda şu; sizin malum 10 maddelik tespit belgenizde büyük ölçüde
Kürt sorunu dendiği zaman terör sorunu, terörü çözmek istikametinde gibi bir izlenim veriyor. Diğer taraftan Türk vatandaşlarımızın meşru, makul bendenize göre, birçoklarına göre bir takım talepleri ve hakları var. Elbette birbiriyle irtibatlı ama bu Kürt vatandaşlarımızın talepleriyle ilgili olarak da düşünceleriniz var mı? Yoksa bunu öngördüğünüz akil adamlar komitesi, komisyonu veya o grubunun belirlemesine mi bırakıyorsunuz? Bundan sonra beklentiniz nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce şunu söyleyeyim. Böyle bir ilgi bekliyor muydunuz diye sordunuz.
Cemal UŞŞAK- Neden daha önce böyle bir teşebbüste bulunmadınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ona geleceğim. Bu kadar büyük bir ilgi yaratacağını tahmin etmiyordum. Biz bir yol haritası götürüyoruz ama düşündüğümüzden çok daha beklemediğimiz olumlu sonuçlar doğdu, beklenti doğdu. Sadece içerde değil, dışarıda da pek çok büyükelçi ne oluyor diye gelip bilgi alma ihtiyacı hissetti. Neden daha önce bu adımı atmadınız? Güzel bir soru. Siyasetçi olarak ben hemen hemen her şehit ailesine uğrarım, onlarla konuşurum, başsağlığı dileriz. Arkadaşlarımla beraber gideriz. Balıkesir’de bir anne seçimler sırasında elimi yakaladı. Bırakmıyor elimi. Kemal bey, benim oğlum şehit oldu siz bu sorunu çözün.
Cemal UŞŞAK- Bunu daha öncede söylemiştiniz. Sizde çok etkisi olmalı bu…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Anacığım ben bu sorunu tek başıma çözemem, biz iktidar değiliz. Siz çözersiniz, oturun konuşun niye çözmüyorsunuz. Bak dedi benim kız kardeşimin oğlu askere gitmiyor dedi. Onun şehit olmasını istemiyoruz. Benim oğlum öldü, başkasının oğlu ölmesin. Ve elimi gerçekten samimi söylüyorum zor kurtardım, bırakmıyor.
Aynı şekilde Ankara’da şehit binbaşının babasına gittik. Söylediği aynen şu oldu. Niye bu sorunu çözmüyorsunuz? Bize başsağlığına geliyorsunuz, Allah razı olsun, hoş geldiniz. Niye çözmüyorsunuz? E biz iktidar değiliz. Niye Başbakana gitmiyorsunuz? Ona gidin, oturun konuşun, çözün bunu. Çankırı’da en son bir yüzbaşının babasını telefonla aradım, başsağlığı diledim. Benzer talep oradan geldi.
Şimdi öyle olunca ben onlara söz verdim. Söz dedim Ankara’daki binbaşının babasına söz gideceğim dedim. Tabi gideceğiz de nasıl gideceğiz. Oturduk arkadaşlarımızla uzun uzun konuştuk. En iyisi dedik biz 4 partinin bir araya gelebileceği anayasa uzlaşma komisyonu modelini de örnek alarak bir araya gelebileceği ve bu sorunu tartışabileceği bir iklim yaratabilir miyiz? Yani böyle bir şey yaparsak çok önemli bir adım atmış olacağız diye düşündük. Oturduk uzun uzun tartıştık, partinin Merkez Yönetim Kurulunda da tartışıldı. Ve bir karar aldık. Evet gidelim ve biz bu işi görüşelim diye. Gidişimizin, görüşmemizin temelini bu oluşturdu. İçini boş bıraktık özellikle.
Neden boş bıraktık onu da söyleyeyim. Bizim siyasette bir alışkanlık var. Kötü bir alışkanlık aslında. O da şu; efendim biz bir öneri götürdüğümüz zaman efendim siz bize dayatıyor musunuz? Ya dayatma değil, bu bir öneri. Yok efendim biz öneriyi dayatma olarak kabul ediyoruz siyaset kültüründe. O nedenle boş götürelim. Eğer bir araya bu sorunu çözmek için geliyorsak ben eminim her partinin, yani MHP’nin de, CHP’nin de, BDP’nin de, AKP’nin de bu sorunu çözme konusunda önerileri vardır mutlaka. Her birisi birer siyasal parti. Hepsi Türkiye’yi ben yöneteceğim iddiasında. O zaman herkes dağarcığındakini alıp o komisyona gelir. Akıl akıldan üstündür. Birisinin önerisi öbüründen daha iyidir. Daha iyi sonuç alınır. Orada oturur tartışırlar. Akil adamlar ne yaparlar? Onlarda katkı verirler. Bakın anayasa uzlaşma komisyonunda da benzer bir olay var. Milletvekilleri bir araya geliyor eşit sayıda her partiden. Ama her bir grubun uzmanları var yanında. Kimisi anayasa hukuku hocası, kimisi İstanbul Hukuk Fakültesinde, Ankara Hukuk Fakültesinde veya anayasa hukuku hocası olmasa bile hukuk konusunda deneyimli, birikimli bir yargıç. Görev yapıyorlar, onları danışıyorlar nasıl olur. Böyle düşündüğümüz zaman hukuka aykırı mıdır, değil midir vs. Bunlar katkı veriyor.
Bir üçüncü sorunuz. Kürtlerin haklı talepleri var mı? Şimdi bu toplumda herkesin haklı talepleri vardır. Bu toplumda bakın söylüyorum. Sadece Kürtler için söylemiyorum ben. Herkesin haklı talepleri vardır. Çiftçinin de haklı talebi var, Kürtlerinde haklı talebi var. Bir dönem bizim ülkemizde Kürt demek yasaktı.
Cemal UŞŞAK- Yani siz o seviyede mi görüyorsunuz Kürtlerin bir takım sosyal, hukuki, kültürel taleplerini kişilerin talepleri seviyesinde mi görüyorsunuz Sayın Başkan?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Yani ben önce bir demokraside herkesin haklı talepleri olabilir. Kürtlerinde talebi var. Hatırlarsınız belki bir ara Kürt demek yasaktı. O yasak kalktı Özal’la beraber.
İki; anadil yasağı vardı. Kürtçe konuşmak yasaktı. Ama kadın Türkçe bilmiyor. Kürtçe konuşuyor. Anadil yasağının kaldırılmasıyla ilgili ilk kanun teklifini verende Cumhuriyet Halk Partisidir. Şimdi anadil yasağı kalktı. Dolayısıyla talepleri vardır. Her talep değerlidir.
Bakın, bizim daha belki de bilmediğimiz başka taleplerde olabilir. O masaya sivil toplum kuruluşları davet edilir, dinlenir, ne diyorsunuz, sizin talepleriniz nedir denir, alt alta yazılır, oturulur, konuşulur, tartışılır. Dolayısıyla her talep demokrasi ve özgürlük bağlamında ele alınıp değerlendirilmek zorundadır. Eğer biz bir ülkede hukukun üstünlüğü var diyorsak, demokrasi var diyorsak, insan hakları var diyorsak bu bağlamda ele alınıp değerlendirilmek zorundadır. Aksi halde biz hukukun üstünlüğüne inanan bir ülke değiliz o zaman. Başka bir ülkeyiz.
Hikmet ÇETİNKAYA- Şimdi tabi biraz önce değindiğiniz gibi yaklaşık 30 yıla yakın terörle iç içe yaşıyoruz. Bu süreçte iktidarlar geldi, iktidarlar gitti ve 15 yıl 30 yıl diyelim. 15 yılını bir avuç eşkıya olarak gördük. Oysa bir avuç eşkıya değildiler. Bunu anlıyoruz yani. Hala dağlarda kimilerine göre 5 bin, kimilerine göre 7 bin PKK’lı terörist var. Tabi bunların ağır silahları, diğer silahları, 5 bin kişinin silahı gökten zembille birileri tarafından gönderilmiyor. Burada küresel güçler olduğuna ben eminim.
İki; bu küresel güçler olduğu sürece bu sorunun çözümleneceğinden benim kuşkularım var. Nedenine gelince, bugün
PKK hem ABD’de, hem Avrupa ülkelerinde terör örgütü olarak tanımlıyor. Ama bugün gidin Amsterdam’a, gidin Berlin’e, Frankfurt’a, Viyana’ya gidin, herhangi bir ülkesine gidin, Atina’ya gidin orada PKK’nın büroları olduğunu ve hatta bu AB ülkelerinden devlet yardımı aldığına tanığız. Bir yandan ABD sorunu çözmeye uğraşıyor, bir yandan Kandil’e hem Türk gazetecileri gidiyor, hem İngiliz, hem Amerikalı, hem Alman, hem Fransız gazeteciler gidiyor. Her birine değişik şeyler söylüyor. Bugün BDP eş başkanı Demirtaş bir açıklama yaptı akşam saatlerinde ve Karayılan’ı yalanladı. Ne demişti Karayılan Avni Özgürel’e? Oslo’da ben dahil 11 kişi vardı. Bunların içinde PKK’lılar vardı.
Gazeteci- 11 kişi Oslo görüşmelerini biliyoruz dedi.
Hikmet ÇETİNKAYA- Hayır bende vardım, BDP’de vardı dedi. Halbuki Demirtaş Oslo görüşmelerine katılmadıklarını söyledi. Şimdi bunun hangisi doğru söylüyor. İşte yani Kandil’de uçan kuş, Erbil’de uçan kuş ABD’den sorulur. Orada yani gazete haberleri de, tabi resmi açıklamalarda pek şey göremiyoruz Genel Kurmayın açıklamalarında. Yani Türkiye’de bunu böyle olayı ilk kez yaşamıyor. Biraz önce siz söylediniz birer, ikişer ben son 10 güne baktım. 10 askerimiz şehit düştü. İstanbul’da bomba patladı 10’larca kişi can verdi. İzmir’de aynı şekilde. Adana’da, Osmaniye’de aynı şekilde. Yani Ilgaz dağlarına indiler. Demek ki içeriden, dışarıdan bir destek var. Terörü karşı bir yandan terör, bir yandan barış.
Sorum şu; Türkiye’de bir Kürt sorunumu var? Yoksa Türkiye’nin demokratik ve özgürlükler sorunumu var? Eğer demokratik bir özgürlükler sorunu varsa Kürtlerin sorunu, Lazların sorunu, bütün etnik kimliklerin sorunu. Yani demokratik ve özgürlüklerin gelişmesiyle çözülür. O bölgenin şeyini az çok biliyorum. Uzun zamandır gitmedim. Pek çok faili meçhul cinayetler işlendi. Devlet terörle mücadele ediyorum diye Hizbullah’ı kurdurdu. 1995 – 94 yılında hazırlanan TBMM faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonunun raporunda vardır. Hizbullah militanları Van yakınlarında jandarma genel komutanlığında eğitildiler.
Didem YILMAZ ARSLAN- Yani Hikmet bey, Kürt sorunumu var diyorsunuz, demokratik ve özgürlükler sorunumu var
diyorsunuz? Soru bu.
Hikmet ÇETİNKAYA- Sorumun açık şeyi budur. Elbet Kürtlerin bir takım istemleri vardır, talepleri vardır ama Türkiye’de pankart açan çocuklarda 8,5 yıla mahkum oluyorlar, 17 yaşında bir Kürt çocuğu da 8,5 yıl hapis, binlerce liralık para cezasına mahkum oluyor. Pozantı’da yaşanan olaylar. Bu sadece yani bir bölgeye özgü değil. Kürt kökenli yurttaşlarımızın %65’i batıda. Batıda yaşıyorlar. Şimdi bu öyle tek başına çözülecek bir sorun değil.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hemen söyleyeyim kısaca. Reha bey sorduğu zaman ben değinmiştim. Yani bu sorunun çok komplike, karmaşık bir sorun olduğuna ve bunun diplomatik yönünün, yani dış politika yönünün de ağırlıklı olarak ele alınması gerektiğine.
PKK tabi silahlı bir terör örgütü. Binlerce kişi barındırıyor, besliyor, silahlandırıyor. Herhalde bir yerden para geliyor. Nereden geliyor? Bizim dost bildiğimiz AB ülkelerinden.
Hikmet ÇETİNKAYA- Hayır öyle değil. Kemal bey, kaçakçılık ve uyuşturucu bunların var olma nedenleridir. Yani bu rantı kolay kolay bırakmazlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- O ayrı. Yani şu varsayıma dayanır o. Yani bu rant olduğu sürece bu terör devam eder.
Hikmet ÇETİNKAYA- Evet, çok açık.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi o da bir düşüncedir, ona da saygı gösteririm ama bizim yaklaşmamız gereken perspektifin şöyle olması lazım.
Hikmet ÇETİNKAYA- Hayır ben sizi eleştirmiyorum yaklaşımınızı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yo hayır. Yaklaşımımızın şöyle olması lazım. Olayı çok boyutlu olarak ele alacağız. Gideceğiz Almanya’ya, Belçika’ya, Fransa’ya, İngiltere’ye, Hollanda’ya ne oluyor, Amerika’ya ne oluyor? Bizim ülkemizde insanlar ölüyor. Buralardan paralar gidiyor. Kaçakçılık yapılıyor o bölgede. Ne oluyor burada. Bunları anlatmalıyız. Bir bölümüyle.
Oradan tabi istihbarat alanında bir işbirliği var mı, yok mu söyleniyor ama bunun ne olduğunu bilmiyoruz. Bakın, parlamentoda bir komisyon kurabilirsek bu ülkedeki bütün milletvekillerini, hangi partiden olursa olsun bütün komisyonlarda ortak dil kullanmaları mümkün olacak. Herkes belli konularda belli şikayetleri belli yerlere gittiği zaman, Strazburg’a gittiği zaman, Brüksel’e gittiği zaman, Londra’ya, Berlin’e gittiği zaman, Washington’a gittiği zaman seslendirecektir. Ben mesela merak ediyorum Sayın Başbakan gitti, Obama’yla görüştü. Suriye konusunu görüştü. Niye
PKK konusunu görüşmedi? Görüşmesini isterim. Belki de görüşmüştür. Ne görüştü o zaman? Buna bizim ihtiyacımız var.
Didem YILMAZ ARSLAN- Belki tekrar bir araya gelirseniz görüşme imkanı bulabilirsiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Söyleriz tabi. Ağır silahlar geliyor doğru. Bu finansmanı sağlanıyor bunun, parası var. Efendim bir başka şey dediniz iki kesimin söylemleri arasındaki çelişkiyi hangisi doğruyu söylüyor diye. Bunu bizim bilme şansımız yok. Yani Sayın Avni Özgürel gitti, görüşmeler yaptı, kendi görüştüğü konuları açıkladı ama onun dışında başka kesimlerde açıklamalar yaptılar. Dediğiniz gibi bir çelişki var. Ama kim doğruyu söylüyor onu bilemiyoruz.”
Didem YILMAZ ARSLAN-
CHP Genel Başkanı Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz. Çok değerli gazeteciler soruyorlar, kendisi yanıtlıyorlar. Zaman zaman sizden gelen soruları da soracağım dedim. Onlardan birini Sayın Kılıçdaroğlu’na hemen sormak isterim.
Sayın Kılıçdaroğlu, Mustafa Kaya adlı izleyici diyor ki, çözüm paketinizde bilinmedik, yeni keşfedilmemiş yaklaşımlar var mı? Bu sorunun çözümü konusunda konuşulmadık bir şey kaldı mı diye soruyor izleyici.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim yol haritamızda çözümle ilgili tek cümle yok. Bizim söylediğimiz, 4 siyasal partinin parlamentoda eşit sayıda milletvekiliyle bir araya gelmesi ve çözüm üretmesi. Eğer bunu yapabilirsek, bunu başarabilirsek çok önemli bir adım atmış olacağız. Çünkü bugüne kadar hep güvenlik kuvvetlerine ihale ettim bu işi, siyaset kurumu üstüne düşen görevi yapmadı. Tek başına iktidarında bu sorunu çözmediğini gördük. 10 yıldır iktidar, çözemiyor. Ama ölen bizim insanlarımız. O zaman ne yapacağız? Bu sorunu çözmemiz lazım. Nerede çözeceğiz? TBMM’de. Meşru zeminde oturacağız, tartışacağız, konuşacağız. Gerekirse kavga edeceğiz. Ama insanlarımızın ölümüne son vereceğiz. Yani amaç bu.
Didem YILMAZ ARSLAN- Siz meclis çatısı altında bir çözümden yana olduğunuzu ısrarla söylüyorsunuz.
Reha MUHTAR- Bir şey sormak istiyorum. Diğer partilerden diyelim ki MHP’den bu konuda bir destek gelmezse Cumhuriyet Halk Partisi yeniden tavrını gözden geçirecek mi? Yani 4 olmasını bir ön şart olarak mı, 4 partiyi bir ön şart olarak mı görüyorsunuz?
Muharrem SARIKAYA- Ana muhalefet ve iktidar partisinin birlikte yürümesi önemli bir adım değil midir? Önemli bir kazanım değil midir efendim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, parlamento zemininde olması işin meşruluğu ve tartışmanın meşruluğu açısından çok önemli. İki partinin iktidar ve ana muhalefetin uzlaşmasıysa parlamento dışı bir olaydır. Parlamento dışında bizim bir araya gelmemizin çok büyük bir sisteme ya da çözüme katkısı olmaz. Nedir bu onu da söyleyeyim. İktidar partisi bir çalışma yapar, parlamentoya getirir. Uygur görürsek zaten biz destek veririz. Uygun görmezsek niye uygun görmediğimizi, hangi gerekçeyle uygun görmediğimizi komisyonlarda ifade ederiz. Eğer yine iktidar partisinin çoğunluğu var, arzu ederse yasayı çıkarır, sorunu bitirir. Ama biz bu yöntemle sorunun çözülemeyeceğini gördüğümüz için parlamentoda bir araya gelelim 3 siyasal parti bu işi çözelim diyoruz. Bu talep bakın sadece bizim talebimiz olmanın ötesinde toplumun her kesiminin ortak talebi olarak yansımalıdır. Gazeteci olarak sizler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları siyasal partileri zorlamalıdır. Evet niye bir araya gelmiyorsunuz siz? Niye konuşmuyorsunuz? Hangi gerekçeyle bir araya gelmediğimizi de oturup açıklamamız lazım kamuoyuna.
Muharrem SARIKAYA- Ama efendim MHP daha siz teşebbüs etmeden kapıları kapattı. Bildiğim kadarıyla BDP’ye gitmediniz bile.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.
Muharrem SARIKAYA- O zaman bu 4 partinin bir araya gelmesi nasıl mümkün olabilecek?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Asla umutsuz değilim. Şu açıdan, bu sorun 30 yıllık bir sorun. 30 – 35 yıllık bir sorun. Derinliği olan bir sorun. 30 – 35 yıllık sorunu 3 günde bir araya geleceğiz biz çözeceğiz dersek hayal peşinde koşmuş oluruz. Bu kadar derinliği olan bir sorunu ne yapacağız? Önce bir iklim yaratacağız. Üslubumuzu yumuşatacağız. Şimdi siz MHP’nin Sayın Genel Başkanı bir şey söyledi diye kalkar Başbakan siz morg önünde bekçilik yapıyorsunuz derse bu olmaz. Bu nedir? Baştan dinamitlemiş olursunuz. Veya siz ölü sevicisiniz derseniz de dinamitlemiş oluyorsunuz. Üslubu yumuşatacağız, iklimi yumuşatacağız, toplumsal desteği sağlayacağız. Toplumun her kesimi bizi alkışlamalı. Evet buyurun bir araya gelin, bu sorunu çözün diyebilmeli. Emin olun ben herkesin bir araya gelebileceğine inanıyorum. Yeter ki bu ortamı ve iklimi yaratalım.
Nasuhi GÜNGÖR- Efendim birbiriyle bağlantılı 3 sorum var peş peşe. Birincisi, Genel Başkan olduğunuz günden
itibaren yakın çalışma arkadaşlarınızla Kürt sorunuyla çok yakından ilgilenen, hakikaten sahasında uzman isimleri hep yakınınızda tuttunuz. Bunu kamuoyu çok önemsedi. Doğrusu bende çok önemsemiştim. Ama Haziran seçimlerinden sonra sanki orada bir kesinti oldu. Cemal beyde sordu ama ben biraz orayı açmak istiyorum. Acaba partinizi bu konuda söyleyeceklerinizle ilgili ikna etmekte zorlanıyor musunuz? Birinci sorum bu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Birinci soru?
Nasuhi GÜNGÖR- Partinizi bu konuda ikna etmekte zorlanıyor musunuz? Yani bu kadar zaman beklemiş olmanızın böyle bir nedeni var mı? Partide farklı tepkiler, farklı sesler varda onları ikna etmekte zorlanıyor musunuz?
İkincisi;
PKK bizim çok gözden kaçırdığımız bir ayrıntı üzerinden hareket etti bölgede.
Kürt sorunu Kürtler içindeki sosyal demokrasinin farklı renklerini ya yok etti ya da baskı altında tuttu. Siz bu renkleri, bu tonları yeniden canlandırmakla ilgili bir takım irtibatlar ya da düşünceler içinde misiniz? Ben bunu doğrusu çok önemsiyorum.
Bir üçüncüsü; Oslo görüşmeleriyle ilgili gayri meşru dediniz. Başından beri zaten böyle bir tutumunuz var. Siz Başbakan olsanız güvenlik bürokrasisiyle, devlet aklıyla, milli güvenlik kurulunda farklı zeminlerde böyle bir politika inşa eder misiniz? Oslo görüşmelerinin varlığımı gayri meşrudur, yoksa deşifre olup kamuoyunda bu şekilde tartışılması mı gayrimeşrudur?
Gazeteci- Veya muhtevası mı basına yandığı kadarıyla?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biz var olan sorun, adına ister
Kürt sorunu diyelim, ister doğu güneydoğu sorunu diyelim, ister terör sorunu diyelim…
Nasuhi GÜNGÖR- Burada da bir cümle efendim. Bu konuda hani MHP’ye birebir zeytindalı uzattınız hani sorunun adıysa diye. Ama sorunun adının ne olduğu da aslında çok önemli değil mi? Birde onu ilave etmiş olayım.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sorunun adı çok önemli değil.
Nasuhi GÜNGÖR- Doğru koyabilmek en azından.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bütün mesele nedir? Var olan sorunu sağlıklı teşhis etmektir. Şimdi sorun şu; 4 siyasi partiyi düşünün. 4’ümüz farklı pencerelerden aynı olaya bakıyoruz.
CHP bu pencereden, MHP oradan, BDP oradan,
AKP oradan bakıyor. Ortada ne var? Bir cenaze var. Hepimiz ona bakıyoruz. Ama farklı çözüm üretiyoruz. Biz ne diyoruz? Bakıyor muyuz soruna? Evet. Sorunu tanımlayacak mıyız? Evet. Buyurun gelin masaya oturalım bir konuşalım. Bu sorunu çözelim. Halk bizden bunu bekliyor, vatandaş bunu bekliyor. Kavga etmeden, tartışarak, uygarca tartışarak, belki batıdaki örneklerine bakarak, dünyadaki örneklerine bakarak nasıl çözeriz biz bunu.
Bakın ben size bir şey anlatayım. Bundan yaklaşık 2,5 veya 3 yıl önce emniyet genel müdürlüğünde üst düzey bir yetkiliyle görüşürken bu sorunu sordum kendisine. Niye bu sorunu çözmek için bir adım atmıyorsunuz? Amerika örneğini verdim. Orada siyahlarla beyazlar aynı okula bile gitmezlerdi, aynı evlerde oturamazlardı 1960’lı yıllarda. Şimdi bir siyah geldi Amerika’da başkan. Onlar kaynaştılar biz ayrışıyoruz. Niye ayrışıyoruz biz? Dedik ki biz bu konuda bir uluslararası uzmanı davet etmek istedik. Gel bu sorun nasıl çözülür diye bize bir rapor ver. Yaptığı teklif şu olmuş. Ben gelirim, en az 2,5 – 3 yıl kalırım ve bunun ağırlıklı bölümünü doğu güneydoğuda geçiririm ve size 3. yılın sonunda ancak ben bir rapor verebilirim. Yani bir sorunu 3 yıllık bir çabayla ancak nasıl çözülebilir diye getirip sizin önünüze koyabilirim diyor. Ciddi bir insan demek ki. Yani bu işi araştıran insan. Biz bu tür insanlardan yararlanmalı mıyız? Evet. Araştırma yapan var mı Türkiye’de? Evet. Akademisyenler var, gazeteciler var, kanaat önderleri var, yazıları var. O nedenle bu sorunu aşabiliriz diye düşünüyorum.
Biz
CHP olarak, Genel Başkan olduktan sonra ilk yaptığımız işlerden biriside Van’da bir arama konferansı yaptık biz. Nedir bu sorun?
CHP dışında pek çok çevreyi çağırdık, oturduk tartıştık. Tartışmaktan da çok memnunuz. Sayın Şükrü Elekdağ özellikle o konferansın yıldızıydı. Daha sonra bize bir rapor hazırladı Sayın Elekdağ. Ama onu dar bir çevrede tartıştık. Sonra seçimler oldu kaldı. Şimdi Sayın Elekdağ çalışıyor. Sanıyorum önümüzdeki 1 – 1,5 ay içinde bir rapor verecek bize.
Oslo görüşmeleri, ben Başbakan olsaydım. Siz Başbakan olsaydınız diye sordunuz. Ben Başbakan olsaydım, şuanda söylediğimi yapardım. Her siyasi partiye giderdim, buyurun gelin masaya oturalım şu olayı tartışalım. İkinci bir şey daha kurardık. Bilge adamlar komisyonu, akil adamlar komisyonu. Onları da kurardık. O görüşmeler devletin meşru zemininde yapılmaz, yapılmamalıdır da. Hiçbir ülkede yapmamıştır zaten onu. Hep örnek veririm, görevimiz tehlike diye Amerikan dizisi vardır. Yakalanırsan diyor ne sen bizi tanıyorsun, ne ben sizi tanırım. Çünkü bu gayrimeşru bir iş diyor. Olaya böyle bakarız biz
CHP olarak. Ama parlamentoda bu iş çözülür mü? Samimi söylüyorum bu işin üzerine gider, oturur, çalışırsak biz bu işi çözeriz. Kendi iç dinamiklerimizle çözeriz biz bunu.
Didem YILMAZ ARSLAN- Peki Sayın Genel Başkan, kendi iktidarınızın pahasına, oyları kaybetme pahasına bu meselenin üzerine gitmeye kararlı mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim bu mesele Türkiye’nin bekası meselesidir. Ciddi bir meseledir. Uluslararası boyutu olan bir meseledir. Bu meseleye salt parti çıkarları açısından yaklaşırsanız yazık edersiniz ülkenize.
Nasuhi GÜNGÖR- Ben sorumun cevabını tam alamadım efendim. Yani partinizi ikna etmekte zorlanıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet oraya geleyim. Bu konuyu biz MYK’da görüştük, tartıştık ve MYK’da oybirliğiyle karar verdik. Parti grubunda tartışmadık. Çünkü parti grubunun konumu farklı. O TBMM’de görev yapıyor. Onun görevi yasama organının bir unsuru olması. Ama arkadaşlarımız parti grubuna gerekirse bu konularda bilgi verirler. Zaten bu olayı Sayın Başbakanla görüşmeden önce Meclis Başkanına gittik biz. Meclis Başkanına verdik yazımızı.
Arkadaşlarımız gittiler Meclis Başkanına verdiler. Meclis Başkanı bunu uygun gördü, ben bunu kabul ederim dedi. Böyle bir komisyonun kurulmasında yararda vardır dedi. Ama diğer partileri de ikna etmeniz gerekir. Onun üzerine
Sayın Başbakana vereceğimiz metni kendi internet sitemize koyduk. Biz Sayın Başbakandan daha sonra randevu alıp gittiğimizde de Sayın Başbakan biz CHP’nin internet sitesinden almıştık bunu zaten dedi. Dolayısıyla bizim milletvekillerimizin de bizim internet sitemizde zaten o bilgi açık, kamuoyuna da açık. Bu bilgiyi alacaklardır.
Tartışma oluyor mu bizim partinin içinde? E olacak. Biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Cumhuriyet Halk Partisinde tartışma olmayacakta hangi partide olacak. Cumhuriyet Halk Partisi demokrasiyi getiren bir partidir, özgürlükleri getiren bir partidir. Elbette ki, değişik görüşler olacak. Hepsine de saygı duyacağız. Oturacağız konuşacağız. Kapalı grupta bizim arkadaşlarımız oturuyorlar, tartışıyorlar. 2 arkadaşımız lehte, 7 arkadaşımız diyelim ki aleyhte. 2 arkadaş aleyhte, 7 arkadaş lehte çıkıp konuşuyor, konuşacaklar. Birbirimizi ikna edeceğiz.
Dolayısıyla bunu partinin içinde bir kaynama, bir kaynaşma, bir ayrışma var diye yorumlamak doğru değil. Ama partinin içinde demokratik ölçüler çerçevesinde elbette tartışacağız.
MUHARREM SARIKAYA- Ben biraz daha sanki farklı bir yere gidelim diyorum. Biraz daha güncele gelelim istiyorum. Bugün Genel Kurmay Başkanının bir açıklaması vardı. Genel Kurmay Başkanı aslında üzüntülerini bildiren bir açıklamaydı. Buna neden de Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’nin yapmış olduğu bir açıklamaya dönüktü. Üzüntülerini belirtti Genel Kurmay Başkanı. Üzüntülerini acaba bunun açıklanmış olmasına mı, yoksa medyada yer almış olması mı onu anlamadım ben ama Mustafa Destici diyor ki, Genel Kurmay Başkanı çözüm için 3 sorun olduğunu önünde belirtiyor.
Didem YILMAZ ARSLAN- 3 şart söyledi.
Muharrem SARIKAYA- 3 şart olduğunu belirtiyor. Bir tanesi devletin kararı diyor. Amerika’nın buna icazet etmesi diyor, onay vermesi diyor. 3’üncüsüde bu konudaki kararlılık diyor. Peki siz bu 3 şartın olması gerektiğini düşünüyor musunuz? Özelliklede 1989’dan bu tarafa, SHP’den bu tarafa baktığımızda 2009 raporunu da ele alırsak 6 rapor hazırlamış Kürt sorununa ilişkin bir partinin lideri olarak siz meselenin bu şekilde çözümünün daha kolay olacağına inanıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kısaca şunu söyleyeyim. Parlamento, TBMM terör olgusunu dikkate alarak sınır ötesi operasyon yapma yetkisini hükümete verdi. Hükümet geldi dedi ki, sınır ötesinden buraya teröristler geliyor, benim sınır ötesine geçmem lazım bana yetki verin. Parlamentoda ona sınırları, kapsamı, tarihi, yerini, zamanı belirlemek yetkisi hükümette olmak üzere yetkiyi verdi. Bu yetkiyi hükümet her zaman kullanabilir. Uludere’de yetkiyi maalesef kullandı ama 34 vatandaşımız terörist olmadı halde öldürüldü. Yanlış yapıldı. Fark ettiler, gördüler, hükümet özür dilemedi. Özür dilemesi lazım burada. En azından o özrün dilenmesi lazım.
Şimdi parlamentonun verdiği bir yetkinin bir başka ülkenin onayına sunulması asla kabul edilemez. Asla ve asla kabul edilemez. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız, özgür bir ülkedir, parlamentosu karar alır, hükümete yetki verir. Bu yetkinin başka bir ülkenin onayına bağlanması asla ve asla kabul edilemez. Hiçbir Cumhuriyet Halk Partili, bize oy veren 10 milyonun üstündeki hiçbir Cumhuriyet Halk Partili bunu kabul etmez. Böyle bir şey olamaz. Ama Amerika elbette ki güçlü bir ülkedir. Yardım istenebilir bakın. PKK’nın silahsızlandırılması konusunda yardım istenebilir. O katkı verilirse memnunda oluruz. O ayrı bir şey. Ama parlamentonun iradesinin başka bir ülkenin onayına sunulması anlamına gelecek bir yaklaşımı asla kabul etmeyiz.
Ben Sayın Genel Kurmay Başkanında böyle bir ifadede bulunabileceğine asla ihtimal vermiyorum onu da söyleyeyim. Ama bunu çok daha net Sayın Genel Kurmay Başkanının açıklaması lazım. Bu çok tarihi bir şeydir. Yani bu ifade, medyaya yansıyan bu ifade bizim ulusal kurtuluş savaşı veren bir ülke açısından eğer böyle bir ifade varsa olağanüstü talihsiz bir ifadedir. Bu ifadenin Genel Kurmay Başkanı tarafından kullanılması çok daha büyük bir talihsizliktir. O nedenle bunun çok net bir şekilde yalanlanması lazım. Biz bunu bekliyoruz. Bu affedilecek bir olay değildir.
Onun dışında efendim sınır ötesi operasyon yapılırsa çok can kaybı olur, toplumun buna hazır olması lazım. Ona bir şey demek istemem. Bir ülkenin bekası için, bir ülkenin bağımsızlığı için, özgürlüğü için herkes hayatını vermeye hazırdır. Orada can kaybı hesabı yapılmaz. Biz Çanakkale’de can kaybı hesabı yapmadık. Bunun için olaya daha farklı bakmamız gerekir. Bu olayın TBMM meşru zemininde tartışıldığında bütün bu ayrıntıların tamamı görüşülebilir. Ama göreceksiniz ki, eğer o masanın etrafındaki kişiler ki hiçbirisinin yurtseverliğinden asla endişe duymam. Biz bu sorunu çözeriz. Kendi iç dinamiklerimizle biz bu sorunu aşarız.
Didem YILMAZ ARSLAN- Sayın Genel Başkan, Reha bey size gelmeden önce bugün gazete Habertürk’te de vardı. Habertürk gazetesi genel yayın yönetmeni Sayın Fatih Altaylı burada değil ama onun gündeme getirdiği, daha doğrusu sorduğu bir soruyu size sorsam. Bugün bazı uzmanlara sordular arkadaşlar ama. ABD El Kaide liderlerini tek tek vururken işte en son saldırıyı Fehman Hüseyin’in gerçekleştirdiği konuşuluyor ve söyleniyor. Türkiye Bahoz’u, yani Fehman Hüseyin’i neden paketlemez diye sordu. Bu mümkün olabilir mi? Yani oradaki elebaşları gidip alınıp getirilebilir mi Kandil’e?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Terör örgütüyle mücadelede Amerika’nın çıkarları varsa Amerika bunu yapar. Dış politika ülkelerin çıkarları üzerine inşa edilir.
Didem YILMAZ ARSLAN- Biz yapamaz mıyız bunu? Biz Türkiye bunu gidip oradan alıp getiremez miyiz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın biz iktidar değiliz…
Hikmet ÇETİNKAYA- Efendim şöyle bir şey duydunuz mu? Bir soru ekleyebilir miyim?
Yarın bizde manşette çıkacak olan bir haber var, Utku’nun haberi. Haberin içeriğini söylemeyim ama Amerikan kaynaklarından edindiği bilgiye göre Didem’in sorduğu soruyla örtüşüyor. Nokta operasyonları, Kuzey Irak’ta nokta operasyonları olma olasılığının yüksek olduğu iddia ediliyor. Sizin bundan bir haberiniz var mı?
Didem YILMAZ ARSLAN- O yüzden Sayın Özer’in yaptığı açıklamalarda belki bunu paralel okumak gerekebilir mi diye ben hemen ilave etmek isterim efendim. Buyurun.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Amerika bize stratejik ortak diye bakıyor. Eğer biz gerçekten stratejik ortaksak, gerçekten bu coğrafyada iki ülkenin çıkarları dengeli bir şekilde ele alınıyorsa o zaman bu konuda Amerika’nın bize destek vermesi lazım. Bakınız; Amerikan Devlet Başkanı PKK’yı terör örgütü olarak niteledi ve nitelendirmesi çok önemlidir. O zaman son olaya bakalım. 300 kişi geliyor. Ki, Sayın Bülent Arınç diyor sayıları çok fazlaydı diyor. Tabi sayıyı bilmiyoruz ama Sayın Arınç sayıların çok fazla olduğunu söylüyor. Geliyorlar. Kimsenin haberi yok. Olacak şey değil.
Didem YILMAZ ARSLAN- Bugün gazetelerde de vardı. 26 tane rapordan söz ediliyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Amerika’nın insansız hava uçakları var mı? Var. E Türkiye’nin var mı? Var. E bu kadar insan geliyor nasıl haberimiz yok? Bu soru hala havada. Bu sorunun yanıtı verilmiş değil. Tıpkı Uludere olayındaki yanıtsız sorular gibi bu da duruyor. Üstelik Dağlıca bir kez yapılan bir baskınla da anılmadı. 2007’de de aynı şekilde yapıldı. Orada da yanlış hatırlamıyorsam 16 askerimiz şehit oldu.
Didem YILMAZ ARSLAN- Efendim özür dilerim ama burada Özel’in yine bugün gazetelerde yer alan açıklamasında da Uludere’yle ilgilide ilginç açıklamalarda bulunuyor. Orada hemen bakıyorum. İşte bazı teröristlerin olduğunu, işte silahların onlar gitmeden hemen daha önce toplandığıyla ilgili Sayın Özer bazı açıklamalar yapmış. Ne dersiniz?
Muharrem SARIKAYA- Sanki sizin dünkü grup toplantısındaki sözlerinize de yanıt verir nitelikte bugünkü Genel Kurmay açıklamasında çok net sözler sözkonusu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani Uludere’de ölenler terörist mi?
Didem YILMAZ ARSLAN- Kafilenin içinde silahlı teröristler olduğunu, askerin olay yerine ulaştığı sırada silahların yok edildiğini söylüyor Sayın Genel Kurmay Başkanı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hepsi öldü nasıl yok edildi silahlar?
Didem YILMAZ ARSLAN- Yakında bütün gerçekler ortaya çıkacak şeklinde de eklediği belirtiliyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bilmiyorum. Komisyonlara gelir. Öyleyse şu soruyu sorma hakkımız çıkacak ortaya. Madem teröristse niye o kadar tazminat ödediniz? Niye ödediniz o kadar tazminat? Üstelik parlamentodan yasa çıkardınız, tazminatın miktarı azdı tazminatı da yükselttiniz. Parayı da gönderdiniz, aileler reddettiler. Bunların kaçakçı olduğunu herkes söyledi. Köydekiler ilk bombalama olduğu zaman oradaki komutana cep telefonuyla bunları bombalamayın bunlar bizim köylülerdir dediği, herkes biliyor. Köyün korucu köyü olduğunu da herkes biliyor. Irak sırasında bir ev olduğu, Irak’taki kaçakçıların oraya mallarını getirdikleri, Türkiye’deki kaçakçılarında gidip orada mal değiş tokuşu yaptığını herkes biliyor.
Yani komisyon mecliste kuruldu. Çok bilinmeyen var bu konuda. Efendim onlar teröristti, şuydu, buydu silahları saklandı. Silahları bulun. Niye bulmuyorsunuz? Belli şeylerin arkasına gizlenmenin hiçbir mantığı yoktur. Kamuoyunu kimse ikna edemez bu konuda. Burada yapılması gereken şudur; baştan söyledim istihbaratı kimden aldınız? Bakın bunun yanıtı verilmedi. Wall Street Journal istihbaratı Amerikalıların verdiğini söyledi.
Muharrem SARIKAYA- Efendim Genel Kurmayın ilk açıklamasında var bu. Milli kaynaklarımızdan aldık demişti.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Milli kaynaklarımızdan aldık dedi. Arkadan MİT açıklama yaptı biz vermedik dedi. Peki bu milli kaynak ne? Bak bu da boşlukta. O kadar çok boşluk var ki bu olayda. Sonunda kim bombalama emrini verdi oraya gitti. Pilotlar efendim bize talimat verildi biz gittik bombaladık. Yani olacak şey değil.
Didem YILMAZ ARSLAN- Çok bilinmeyen var diyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Neden biliyor musunuz? Bir devletin önce saydam olması lazım. Oturacak devlet dediğiniz kurum kendi halkına karşı sorumludur. Çünkü o kurumu yaşatan bu ülkenin vatandaşlarının verdiği temel nokta vergilerdir ve onun hesabını da hükümetin vermesi lazım kendi vatandaşlarına. Bu kadar basit.
Reha MUHTAR- Sayın Genel Başkan, şimdi bu Kürt meselesinde bu sorunun çözümü yolunda mümkün olduğunca bu konuyu açarak sizin ağzınızdan alacağımız cevaplarla bir müktesebatın oluşturulmasına çaba göstereceğim.
Şimdi bu Oslo görüşmeleri önemli. Sizin söylediklerinizde önemli orada. Biliyoruz ki, geçmişten buyana terör örgütünün lideriyle de, devletin değişik kademesinde asker veya sivil yetkili ve etkili kişilerin görüşmeleri oldu. Abdullah Öcalan’la da oldu. Hapishanede oldu, başka yerlerde oldu. Hatta son bir söylenen şey Turgut Özal’ın merhum, onun Kuzey Irak’ta Eşref Bitlis’in arka arkaya
PKK lideriyle görüşmeler yaptığı, hatta iddiaya göre suikastinde bu görüşmelerden kaynaklanmış olabileceği, Eşref Bitlis’e bir suikastın olduğu, merhum Turgut Özal’ında öldürülmüş olabileceği iddialarının dayanağı olarak da bu görüşmeler gösterildi Kuzey Irak’taki. Her halükarda arada aracıların olduğu başka görüşmelerinde olduğunu merhum Turgut Özal döneminde biliyoruz. Askeri dönemlerde biliyoruz. 28 Şubat dönemlerinde biliyoruz.
Şimdi bir devlet böylesine ağır bir sorunda ne yapabilir? Yani İngiltere IRA örneğini de ele aldığımızda, BASK örneğini de ele aldığımızda görüşmeler, dolaylı görüşmeler yapmak, kendisini bağlamayan görüşmeler mi yapar? Dolaylı görüşmeler mi yapar? Yani zaman zaman ateşkes yapmak, zaman zaman bu çözüm için zemin yoklamak. Yani bunun yöntemi ne olmalıdır? Biraz önce çok güzel bir şey söylediniz. Enteresan bir örnek verdiniz. Görevimiz tehlikede operasyonu yaparsınız sonra kasette diyor ki dediniz yakalanırsan sorumluluk kabul etmeyiz. Böyle mi olur? Yoksa özellikle bu sorunun birde tabi siyasi boyutu varsa başka şeylerde mi yapılabilir? Buradaki yaklaşımınızı çok önemsiyorum. Çünkü arkasından sorumda şu olacak onunla beraber. Bu olaylar başladığında, sizde ilk görüşmeler yaptığınızda size sorular soruldu. Terör örgütü liderinin hapishaneden ev hapsine geçmesi gibi, Apo’nun ev hapsine geçmesi gibi formüllerin düşünüldüğü söylendi. Sizde geldiği zaman bakarız dediniz, olabilir dediniz. Yani açık kapı bıraktınız en azından. Şimdi süreç durduğu anda herkeste geri adım atıyor onu görüyoruz. Yani bir taraftan da bir şey oluyor. Herkeste bir önceki pozisyonundan bir geri adım atmak durumunda kalıyor. Çünkü herkeste ürküyor. Burada hem
PKK liderinin durumu, hem de devletin müktesebatının böylesine bir sorunun çözülmesinde nasıl olması gerektiği konusunda Oslo görüşmeleri çerçevesinde, IRA çerçevesinde, BASK sorunu çerçevesinde bir özetleyebilirseniz çok mutlu oluruz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biz arkadaşlarımızı daha önce terör olayını yaşamış ülkelerde bu sorunun nasıl aşıldığına ilişkin toplantılara gönderdik. Onlar katıldılar. Hatta bu hafta bir toplantıya daha gideceklerdi ama parlamentodaki önemli bir yasa görüşmesi nedeniyle gidemediler. Dünyadaki örneklerine de baktık. Bu işin uzmanlarıyla da konuştuk. Nasıl olabilir, çözülebilir bu?
Şimdi, bu işin çözümünde siyaset kurumunun aktif rol alması lazım. Siyaset kurumu, güvenliğin değil. Güvenlik ayrı, o zaten çarpışacak. Yani devletin yetki vermediği birisi eline silah alıp dağa çıkmışsa gidecek askerse asker, polisse polis yakalayacak hapse atacak. Orada bir tereddüdümüz yok bizim. Ama siyaset kurumu var olan bir sorunu aşmak için masaya oturacak. Kendisini oturur, riskse riski üstlenecek ben bu sorunu nasıl çözerim diye.
Şimdi sorunun çözümünde siyaset kurumunun öyle olur ki tek başına oturup karar alma olanağı olmayabilir. Olayın karmaşıklığını da dikkate alarak. Belki uluslararası boyutunu dikkate alarak. O zaman ülkede bir iklim yaratılması lazım. Bu çok önemli. Medyası, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, hep beraber bir iklim yaratılması lazım. Yani bu sorunu nasıl çözebiliriz diye. Artı eğer görüşmeler yapılacaksa bu görüşmeler hiçbir zaman ama hiçbir zaman devletin meşru zeminlerinde yapılmaz. Biz niye akil adamlar komisyonu diyoruz? Devlet dışındaki insanlar görüşsünler. Devleti siz terör örgütüyle muhatap ederseniz kendi karşınıza almış oluyorsunuz, masada oturmuş oluyorsunuz. O zaman size devlet denir mi? Olmaz. Biz her şeyi inceden inceye düşünerek yol haritasını belirledik. İnceden inceye tartışarak yol haritasını belirledik. Hani akşam yattık, sabahleyin yol haritası belirledik, götürüp verelim. Hayır. Uzun uzun düşündük. Hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir modeli nasıl yaratabiliriz, nasıl oluşturabiliriz diye. Bunun için yola çıktık biz. Eğer siyaset kurumu risk üstlenirse biz ana muhalefet partisi olarak o riski üstlenmeye hazır olduğumuzu da söyledik. Neden? Çünkü bu ülkede hiç kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Kimse ölmesin istiyoruz. Herkes bu ülkede iş, aş, ekmek sahibi olsun, özgürce yaşasın, rahat olsun, herkes birbirine selam versin, tokalaşsın. Yani tartışacaksa da demokratik bir ortamda tartışsın. Biz bunu yapmak zorundayız. Ve bunu Türkiye yaratabilir. Fakat kullandığımız dil o kadar sert ki, sert olduğu için bir masanın etrafına gelemiyoruz.
O açıdan çağrı yaptım üslubumuzu yumuşatalım diye. Sayın Başbakan hemen çıktı dedi ki, biz kimseden nasihat almayız. Oysa bu yani üslubun yumuşatılması talebi bir nasihat değil ki. Nasihatle bunun bir ilgisi yok. Bütün mesele yumuşak bir iklim yaratmaktır. Yaratabilirsek biz bu sorunu aşarız.”