Muhtemelen Gezi Parkı direnişi huzursuz etti hükümeti. Bende emanet bilinci var. Bu süreçte devlet, İmralı, PKK ve KCK emanetlerini verdiler bana. Ben de hep bu emanet bilinci ve sorumluluğuna uygun olarak davrandım. Bu iş bir getir götür işinden öte bir şeydi. Bizatihi yoğun tartışmalar yürüttük, hem Sayın Öcalan ile, hem PKK ve KCK yetkilileriyle, hem de devletle. Dolayısıyla bu kararlarda ortaklaşma süreci boyunca kişisel inisiyatifimi, birikimimi, aklımı hep barıştan yana, demokrasiden yana ve bu kirli savaşı sona erdirmekten yana kullandım. İnsan hayatını aziz bilip ona göre tutum aldım. Onun için gayet içim rahat. Barış süreci konusundaki tutumum çok net. Bunu yeryüzünde benim kadar isteyen, benim kadar katkı sunmak için çabalayan az insan vardır diye düşünüyorum. Bu süreç nereye giderse gitsin bu katkım ve bu tutumum değişmeyecektir. Katkı sunmak için heyette olmaya gerek yok. Ama bu tutumdan dolayı müdahale etme hakkını kendinde görmek nobranlıktır. Demokrasiyle ve ahlaki bir tutumla bağını kurmak güçtür.
Süreç boyunca devletten ya da PKK’den ya da Sayın Öcalan’dan bana ‘Bizim adamımız ol’ gibi bir telkin gelmedi. Burada zaten tırnak içinde adamı olacaklara ihtiyaç yok. Adamı olacak olanlar bu sürece katkı sunamazlar. Haklar, özgürlükler ve barış süreci birbirinin karşıtı olarak konumlandırılacak şeyler değil. Tam tersine Kürt halkı silahlı mücadeleyi geride bırakmanın tek yolu olarak demokratik siyaset ve ona uygun anayasal bir ülke talep etti. Bunu da herkes için istediler. Bu anlamda yaşanan, sürece zarar verici bir şey. Hem Gezi direnişi ile barışı birbirine karşıt olarak konumlandırmak sürece zarar verir. Bizatihi özgürlük alanlarını açmak yerine daraltmayı tercih etmek sürece dair kuşku uyandırır. Paylaşmak yerine hâlâ ‘Ben belirlerim’ tavrı gider bir gün de Kürtlerin duvarına çarpar. Sıkıntılı bir şey ve laubaliliktir.
* Öcalan sizin heyetten çıkarılmanıza ne tepki vermiş?
Duyduğum kadarıyla sert bir tepki göstermiş. Hükümeti uyarmış.
* ‘Gezi direnişi ile barış süreci birbirine karşıt olarak konumlandırılamaz’ dediniz. Ancak Gezi olayında BDP eşbaşkanları biraz sessiz kalmayı tercih etti, rengini belli etmekten biraz kaçındı sanki. Neden?
Partimizin ve eşbaşkanlarımızın normalde tutumları çok net. Ama bir temkinli olma hali de var. Çünkü Kürt halkı, Kürt siyasal hareketi daha önce ‘Süreci siz bitirdiniz, bozdunuz, sabote ettiniz’ şeklinde büyük iftiralara uğradılar. Büyük bir sabır, temkin ve kararlılıkla bir daha böyle bir iftiranın muhatabı olmama duygusu belki çok daha aktif katılımı ve çok daha yüksek sesli bir duruşu engellemiş olabilir. Bunu da anlayışla karşılamak lazım. Söz konusu yitip giden canlar olunca Kürtler ‘Acaba vereceğimiz tepki yanlış anlaşabilir mi’ diye bir duyarlılık içindeler. Salt bu konuda değil, hayatın her alanında bu böyle. Bu kaygıyı çok anlıyorum ama hak arama siyasetinde siyasi bir zekâ ve sağlam bir politik hat daima bunu da barışa hizmet edecek bir noktaya evirir. Ben daha ileri giderek bir şey söyleyeyim; barışı artık bu Gezi Parkı’nda ortaya çıkan irade getirecektir.
BU ÇOCUKLARA YAPILACAK KÖTÜLÜK ‘KEMALİST’ DİYE KODLAMAK
* Nasıl olacak bu?
Bu irade gerçek anlamda bir barışı mümkün kılabilecek bir iradedir. Bu iradeyi kimse küçümsememeli. Bu iradeyi ‘İlk 3 gün iyiydi, son 5 gün kötüydü’ diye kimse bölmeye çalışmasın. Bu iradeyi ‘İyi ama içinde falancalar da vardı’ diye kimse değersizleştirmeye çalışmamalı. Bütün bunların hepsi bu ülkenin gerçeğidir. Birlikte yaşayan insanların karar süreçlerine de birlikte dahil olmaları gerekir. Ben tam tersine barışın artık daha mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu meseleyi ben Gezi Parkı’nda yeni nesil devrimcilerle çok konuştum. Hayatımın en bahtiyar günlerini geçirdim. Bana baba, amca demelerinin yarattığı burukluğu bir kenara bırakırsak, bu çocuklara Kürt meselesini anlattığımda bizim bütün siyasal hafızamız, ezberimizden başka bir reaksiyon geliyor. ‘Abi başka bir halk varmış ve bunların kendi dillerini konuşmalarını engelliyormuşuz. Ya bu manyaklık’ diye tercüme ediyor. Meseleyi çapaklarından arındırdığınızda bu kadar basit aslında. İşte bu çocuklar, bu anlayış Kürt halkı üzerindeki bütün bu saçma sapan hak gasplarını da hayatın dışına itebilecek bir anlayıştır. Onun için de bu çocuklara yapılabilecek en büyük kötülük bunları Kemalist diye kodlamaktır. Öyle değiller çünkü.
O MEYDANDA TEK BİR KEMALİST VAR: AKP
* Aralarında kendilerini bizzat Kemalist olarak tanımlayan, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diye slogan atan da çok vardı ama.
Atatürk’ün kendisi Kemalist değildi. Bu sonradan uydurulmuş, dizayn edilmiş bir şey. Ve bütün sıkıntıların ihraç edildiği bir alan. Hiçbir dünya görüşü bu kadar yükü çekemez. Her derde derman ebegümeci gibi bir şey olamaz. Kemalizme, Kemalistlerin yüklediği anlam onu ortadan çatırdatacak hacimde. Ama bir yöntem olarak Kemalizmden bahsediyorsak bugün meydanda bir tane Kemalist var, o da AKP hükümeti. Ben onları neo-Kemalist olarak değerlendiriyorum. Hadleri olmayan bir toplum mühendisliğine soyundular. Kemalizm de öyle yapardı.
O AĞAÇLAR KIYAMETTE BİZE ŞAHADET EDECEK
* Dini hassasiyetleri olanları, muhafazakâr kesimi dışlayan bir hareket miydi bu?
Hayır, tam tersine. Muhafazakârlık başka şey ama İslami camia buna yüksek bir ilgi ve katılım gösterdi. Kandil Gecesi’ndeki kalabalığı, etkinlikleri, ibadeti, duayı, cuma namazı için yapılan düzenlemeleri hatırlayalım. Tam Türkiye’nin ihtiyacı olan şeyin gerçekleşmekte olduğunu görüyoruz. İslami olmayan, hükümetin tutumudur. Eğer İslami referanslarla konuşacaksak. Ben istediğim ağacı keserim, istediğim yere istediğim şeyi yaparım demek, Allah’a şirk koşmaktır. Eğer Müslümansanız, bu ağaçlar kıyamette bizden önce dirilecekler ve bizlere şahadet edecekler. Biz bize şahadet edecek canlıların hakkını hukukunu koruyoruz. İki cihanda da vebali vardır diye başladım ben itirazıma. Akıllı olsalardı, azıcık İslami duyarlılıkları olsaydı bu hatırlatmadan tir tir titremeleri gerekirdi. Orada 50 kişiydik birinci gün, ikinci gün 300 kişiydik. Onun için islamofobya ile olanları açıklamaya çalışmak bir de mevcut günahları yetmezmiş gibi gıybetin içine düşmek demektir. Kendilerini bundan sakınmalarını dilerim. Müslümansanız eğer yeryüzünde canlı olarak yaratılmış ne varsa, ağaçlar da ümmettendir.
* Hükümet ‘Olay dışarıda Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen güçlerin, faiz lobisinin komplosuna dönüştü, o çocuklar da alet oldu’ diye bakıyor. Haklılık payı olabilir mi?
Bunu biz bilemeyiz. Ne söylesek spekülatif olur. Ama en azından Gezi direnişinin ortak aklının içinde bir ajan olmadığını bilebilecek kadar işin içindeyim. Ama dünyada böyledir, işler böyle gittiği zaman elbette herkes parmağını sokup kendi siyasi çıkarı için orada bir pozisyon yaratmaya çalışır. Biz bunu engelleyemeyiz, denetleyemeyiz de. Ama eğer hükümetseniz bunun zeminini ortadan kaldırmak yapılacak en akıllı iş olur. Bu itirazı ortaya çıkaran nobranlıklara son verirsiniz. İtiraz kendini gözden geçirir, varsa bir yabancı komplo onların da hevesleri kursaklarında kalır. Kalsın da, kalmalı da. Ama bunun üzerinden bu kadar büyük bir toplumsal gelişme açıklanamaz. Üstelik bu yaklaşım ürkütücü de. Bu sefer halkın tümünü yabancı ajanların maşası olmak gibi bir ruh haline sokarsınız. Böyle olmadığını düşünen herkes daha fazla sinirlenir. Birileri bunu tane tane hükümete anlatmalı.
MÜSLÜMANSAN ‘BORSA ÇÖKER’ TELAŞI ETMEZSİN
* Kendi tabanını evlerinde zor tuttuğunu da söyledi.
Hükümetin tepkisinin ve savunma mekanizmasının da muhafazakârlıkla ilgisi yok. Yine onlara tane tane söylenecek şey şudur, bu sizin neo-liberal tutumunuza ve ihtiraslarınıza yönelmiş bir tepkidir. Muhafazakâr olmanıza kimse laf söyleyemez ama neo-liberal tutumunuz bu ülkenin tüm kaderini belirleyeceği için biz buna laf söyleriz. Sayın Başbakan’ı havaalanında ‘Ya Allah bismillah Allahu ekber’ diye karşılayan bir anlayışın borsa çöker diye telaş etmemesi lazım. Bu Allah’a inanmak ama güvenmemektir. Borsa dediğin faiz ve kumar alanıdır. Bu da İslam’ın iliklerine kadar men ettiği bir şeydir. Müslümansan eğer, hafazanallah borsa çöker diye ortaya çıkmamalısın. Alışmışlar İslam karşıtlığı plağını sık sık çalmaya. E baba, yok ki İslam’la bir alakanız. Sen borsayı referans gösteriyorsun.
* Taksim’de BDP’lilerin çadırına bazı saldırılar oldu. Bu iş uzun sürerse meydanlardaki gruplar arasında çatışma çıkma riski var mı?
Hükümet barış konusunda demokrasi temelli adımlar atmazsa bugün ortaya çıkan irade gerek Kürt halkında, gerek Türk halkında bu barışı sağlayacaktır. Benim buna inancım çok kuvvetlendi. Herkesin gözünden kaçan iki önemli hadise oldu. Birincisi Uludere’de BDP’li köylülerin geri çekilme etiğine uygun olmayan gelişmeler üzerine askerle BDP’nin karşı karşıya gelmesi sonucu yaşanabilecek bir çatışma ihtimaline karşı kendilerini siper etmeleri.
Provokatör kılıklı insanlar buna teşebbüs edebilirler. Fakat oradaki kitlenin yüzde 95’i tarafından bunun hemen mahkûm edileceğini ve reddedileceğini biliyorum, gördüm, yaşadım. O yönelimler olduğu zaman ben oradaydım. Elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri taşıyan birçok insan gelip ‘Biz asla bunu tasvip etmiyoruz. Hatta isterseniz gelip bayraklarımızla yanınızda duralım’ dediler. Bütün bunlar olurken herkesin gözünden kaçan bir hadise daha oldu. Uludere’de BDP’li köylülerin geri çekilme etiğine uygun olmayan gelişmeler üzerine askerle BDP’nin karşı karşıya gelmesi sonucu yaşanabilecek bir çatışma ihtimaline karşı kendilerini siper ettiler. Ortak yaşama kültürü, karşısındaki anlama bilincini yükselten şeylere vesile oldu.
DARBE TEŞEBBÜSÜ OLSA BEDENİMİ SİPER EDERİM
* Sandıkta başarılı olamayan kesimlerin sivil bir darbe teşebbüsümü mü aslında Gezi hareketi? Ya da buna dönüşür mü?
Ben kendi adıma şöyle söyleyeyim; bir darbe teşebbüsü olursa ben en önde kendi bedenimi siper ederim. Bunu da sadece ben yapmam. Bu alandaki insanların tamamına yakını bedenini siper eder. Sayın Başbakan’a anlatılmayan ya da görmediği ya da görmek istemediği en temel olgu bu. Kimse gayrımeşru, siyaset dışı bir yöntemle kimseyi tasfiye etmeye niyetli değil. Olamaz da zaten. Herkes bu demokratik anlayışla o alanda. Bence öncelikle bu yanlış tespitten kendilerini alıkoymaları lazım. Mesela Numan Kurtulmuş ne yapıyor bugün? Büyükşehir için ismi geçen insanlardan biriydi. Bu meselelerde çok halis düşünceleri olan bir isimdi. Tam da konuşacak günler. Tam da Ak Parti’de siyaset yapıyorsa bir hayrının olacağı günler.
* Peki devletin tepesindeki Başbakan dışındaki aktörler bu krizi nasıl yönetti?
Ben meselenin ilk gününden beri İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve belediye ile sürekli görüştüm. Bir yandan direniyordum. Bir yandan da bunun alabileceği hali görerek uyarıyordum. Sayın Arınç’a da bu şekilde aktardım ve kendisiyle belli bir tartışma yürüttük. Sayın Cumhurbaşkanına sadece aktarmakla yetindim. Bir kısmını bildiğini, bir kısmını yeni duyduğunu söyledi ve sükunet telkin etti. İstanbul Valisi bu devlet şiddetini durdurabilirdi ve bu bir demokratik kazanım olarak bu ülkenin demokratik mücadele hafızasına yazılabilirdi. Vali bu duruma aymadı. ‘Polisi alandan çekin. Biz mahkeme sürecini bekleyeceğiz’ dedim. Üstelik Vali benimle görüşmüyordu, İçişleri Bakanlığı Müsteşarının telkiniyle beni aradı. İnsan hiç kimseyle öyle bir tonla konuşamaz. O tonla ancak kavga edilir. Valinin bana ilk telefon açışındaki üslup oydu. Ona rağmen ben sükunetle anlatmaya çalıştım. ‘Yönelimi görmüyorsunuz’ dedim. Vali, ‘Asla yapamam. Siz onları çekin’ dedi. Neredeyse yüzüme kapattı. Baktım ki bir metropolü yönetmekten hiçbir şey anlamamış. Bir savaş dönemi anlayışı bu. Bu İstanbul’un valileri ne hikmetse hep Diyarbakır’dan geliyor. Orada halkı yönetmek, halkla savaşmak demek onlar için. Sonra gelip aynı şeyi burada da yapmaya kalkarsan işte böyle şavullarsın. E ne oldu 4 gün sonra? Benim dediğimi yapmak zorunda kaldılar ama o gün alan 1 milyon kişi olmuştu.
HİÇBİR İLİN VALİSİ BU ÜLKEDEN KIYMETLİ DEĞİL
* Orantısız güç kullanan polisler hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladılar. Yeterli mi?
Sayın Arınç’a da söyledim. Sorumlular için soruşturma başlatıldı, tamam; bunların istifa etmeleri demokratik ve ahlaki bir seçenektir. Hiçbir ilin valisi bu ülkeden kıymetli değildir. Görevden alma ya da istifa gibi bir mekanizma lazım. Onu da yapmadılar. O da olacak.
* Hüseyin Çelik ‘Başbakan kelle vermez’ dedi. İstanbul Valisi’nin gitmesi işi çözer mi?
Bu tek başına bir anlam ifade etmez. Sonra da ‘Hukuki süreçlere bağlı kalacağız, halkı da karar süreçlerine katacağız’ demeleri lazım. Buna uygun davrandığınızda halk bunu hemen hisseder.
* Taksim Platformu’nun sunduğu talepler arasında 3. köprü ve havaalanının durdurulması da var. Gerçekçi mi bu talepler?
Çok gerçekçi ve hayati. Şimdi de üçüncü köprünün yaratacağı tahribata itiraz bir fantazi gibi gözüküyor. Bu konudaki en büyük oyun köprüye verilen isimdir. Onun etrafından tartıştırıyorlar. Bu çok gayriahlaki bir yöntem. Köprünün adı Pir Sultan olsa ne olur? Başbakan yarın çıkıp ‘Pir Sultan Abdal diye adını değiştirdim’ dese onun yaratacağı tahribata kayıtsız mı kalacağız? Köprünün kendisi bir faciadır. Gemilerini karadan yürütmüş bir millet köprüsüz ulaşım sağlayamayacak mı? Denizi daha etkin kullanmaya çalışacaksınız. Yapılaşma için ormanlara göz dikmeyeceksiniz. Doğa, paşa gönlüm kriterleriyle oynayabileceğiniz bir şey değildir. Doğa affetmez, intikamını çok acı alır. Onun için o talepler de en az Gezi Parkı kadar önemli.
* Üçüncü köprü ve havaalanı projeleri iptal edilmedikçe Gezi Parkı’ndaki topluluk dağılmayacak mı?
Buna ben karar veremem. Buna o çocuklar karar verir. Ama havaalanı yüzünden kesilecek ağaçlar da 3. köprünün yaratacağı tahribat da Gezi Parkı meselesinden daha vahim sonuçlar doğuracaktır. Burada bir bilinç oluştu. İnat etmemek lazım. ‘Gelin kardeşim, ekosistemi bozmadan, çocuklarımızın gelecek hakkından çalmadan bir çözüm bulalım’ derseniz, 1 milyon tane çözüm gelir. Ben demiyorum, AK Parti milletvekili Ertuğrul Günay diyor; ‘Bizi bu imar lobileri yiyecek’ diye. Demek ki görmüş adam.
HER SEFERİNDE 5500 KM KARAYOLU, HIŞIRIM ÇIKMIŞTI
* Barış sürecinin başlamasında bu kadar kritik roller oynamışken Gezi direnişine katıldınız diye dışarıda bırakılmanız kırgınlık yarattı mı?
Böyle işlere nefsani yaklaşmamak lazım. Bir halkın geleceği söz konusu. Bu her türlü nefsin çok üstündedir. Gerçekten barışa katkı sunmak için heyette olmak şart değil. Barış uzun bir süreç ve birçok çehresi var. Ben film yaparak da sürece katkı yapabilirim, roman yazarak da... Ne kadar Meclis’teysem o kadar sokaktayım. Anayasa komisyonunda ne yazıyorsam, direnişçilerin arasında bir anayasanın nasıl olması gerektiğini gösteriyorum. Ayrıca ufak yollu mutlu olduğum da söylenebilir, çünkü her İmralı’ya gidişten sona 5500 kilometre araç kullanıyorum. Artık hışırım çıkmış vaziyetteydi.
SOKAĞA DÖNECEĞİM
* Meydandaki gençler ‘Başkan Sırrı’ diye karşılıyor sizi. CHP’nin de desteği olsa cumhurbaşkanlığı adaylığı düşünür müsünüz?
Hayır düşünmem, çünkü ben aktif siyaseti bir dönem yapacağım. Ondan sonra sinemaya ve yazılarıma döneceğim. Onlarla da siyaset yapılabilir. Siyaset sokakta daha iyi yapılıyor. Halihazırda Meclis, sokağı kavrama noktasından bir hayli uzakta.
GEZİ’DEN SONRA BEŞİKTAŞLI OLDUM, ÇARŞI SAFLARINDA...
* 12 günde hayatınızda ne değişti?
Gençlere âşık oldum. Bir de bugüne kadar bir futbol takımını tutmuyordum. Beşiktaşlı olmaya karar verdim, Çarşı grubu saflarında...