Tarihçi, yazar Prof. Dr. Taner Timur, Evrensel'den Serpil İlgün'e gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Timur, referanduma dair
''Hayır' oyu ile AKP ağır bir ders OHAL rejimi de ağır bir yara almış olacak' dedi.
Tarihçi, yazar Prof. Dr. Taner Timur, Evrensel'den Serpil İlgün'e gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Timur, referanduma dair ''Hayır' oyu ile AKP ağır bir ders OHAL rejimi de ağır bir yara almış olacak' dedi.
Taner Tümur'un Evrensel'e verdiği röpotaj şöyle:
Önce, altını bir kere daha çizmek açısından, 16 Nisan’da neyi oylayacağız?
Antidemokratik gidişi, OHAL rejimini, keyfi tutuklamaları ve iktisadi krizi oylayacağız. Bunlara “Dur!” ya da “Devam!” diyeceğiz. Bilelim ki seçmen çoğunluğu “Devam” dediği takdirde istikrarsızlık ve kutuplaşma artacak ve ülke, iktisadi krizin de yoğunlaşması ile yönetilemez hale gelebilecek. Geçmişte de yaşadığımız bir senaryonun çok daha ağır bir versiyonuyla karşılaşmaya aday görünüyoruz.
‘16 Nisan’da evet diyenler, dolaylı bir şekilde Trump’a, Putin’e, Farage’a, Le Pen’e, Orban’a, Hofer’e de oy vermiş olacaklar’ diyorsunuz. ‘Ne alakası var, biz evet diyerek niye Tump’a oy vermiş olalım ki’ diyeceklere ne söylersiniz?
Emperyalizm bugün yüz yıl öncekinden çok daha güçlü; kendi yarattığı krizi kontrol altına almaya çalışırken, popülist ve militarist akımları da besliyor. Bu faşizan dalga içerisinde Türkiye de yerini almış durumda. Bakınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya ve Hollanda gibi ülkeleri “Nazizm”le suçlarken, kendi ülkesinde bile İslamofobi ile eleştirilen Trump’a da yaklaşmaya çalışıyor; bir an önce onunla buluşmanın yollarını arıyor. Böylece temsil etmiş olduğu İslamcılığın siyasal niteliğini ve rengini de ortaya koydu. Yakınlarda Türkiye’yi ziyaret eden tek hükümet başkanı, şu anda AB’den çıkış koşullarını müzakere eden İngiltere Başbakanı oldu. Fransa’da da Marine le Pen aynı yolu izlemek istiyor. Erdoğan da 16 Nisan’dan sonra bir de AB referandumundan söz ediyor. Eğer yapılırsa gerçekten çok acayip bir referandum olacak!?
Türkiye toplumu olarak referandumu nasıl algıladık? Başkanlık sistemi oylaması olarak mı, genel seçim oylaması mı, yoksa Erdoğan oylaması olarak mı?
Ortada Erdoğan için biçilmiş, onu adeta “saltanat”la donatacak bir Anayasa tadili tasarısı var. Bu yüzden 16 Nisan bir “Erdoğan oylaması” şeklini aldı. Bir yazımda bu nedenle oylamanın “referandum” değil de “plebisit” olarak adlandırılması gerektiğini yazmıştım.
Malumunuz, AKP’nin referandum kampanyasında anayasa değişikliğinin içeriği değil, ‘Evet çıkmazsa kaos olur’ teması öne çıkarıldı. Ancak, hayır oyu vereceklerin “terörist, darbeci” ilan edilmesi milliyetçi muhafazakar seçmende de rahatsızlık yaratınca, söylemde kısmi bir yumuşamaya gidildi. Bu durum tehdidin, hamasetin artık kullanışlı araçlar olmaktan çıktığına bir işaret olarak yorumlanabilir mi?
Normal şartlarda tasarı lehine söylenebilecek hiçbir şey yok. Bu yüzden, on dört yıldır ülkeyi yöneten AKP kurmayları bula bula yirmi, otuz sene önceki koalisyonları buldular ve günah keçisi yaptılar. Kaldı ki o koalisyonlar bile bugünkü ölçüde gerginlik ve istikrarsızlık yaratmamıştı. Bunun inanılır bir tarafı yok; bu yüzden geriye tehditler, baskılar ve demagojik sloganlar kaldı. Ben şahsen söylemde pek bir “yumuşama” göremiyorum.
AKP’nin referandum kampanyasında toplumun önüne ‘yollar, köprüler, havaalanları, hastaneler yaptık/ yapıyoruz’ dışında güçlü bir vaat, bir ütopya koyamamasını nasıl yorumlarsınız?
2008 krizinin hâlâ aşılamamış olması iktisadi ve sosyal alanda; Suriye politikası ve Müslüman Kardeşler’in yenilgisi de ideolojik ve diplomatik alanda “Erdoğancı paradigma”yı iflasa sürükledi. Bugün dünyada yapayalnız ve artık hiçbir ülkenin güvenemediği bir Türkiye var ortada. Bunu yandaş gazeteler de her gün yazıyor; fakat onlar, bu durumu, kargaları da güldürecek şekilde, “Ezeli Türk düşmanlığı; Batı’nın bizi kıskanması; büyümemizi baltalamak istemeleri” ile izah ediyorlar. Bu ülke yine bu iktidar zamanında, üstelik Batı yatırımları ve kredisiyle yüzde 9- 10’luk büyüme oranları sağlarken, Batı kamuoyunda Türkiye alkışlanıyor ve “model” gösteriliyordu. Bunu da çok iyi biliyorlar.
İktidara yakınlığı ile bilinen MAK araştırma şirketi, kendini AKP’li olarak ifade eden seçmenler arasında ‘hayır’ diyecek bir kitle olduğunu, bunun ilk kez ölçüldüğünü açıkladı. AKP seçmeninin temel endişesi ne sizce? Erdoğan sonrasının garanti edilememesi mi, ‘böyle iyiydi, başkanlığa ne gerek vardı’ düşüncesi mi?
Sanırım AKP’li seçmen ilk kez kendi partisi aleyhine oy vermiyor; Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin iktidarı kaybettiğini sık sık unutuyoruz. Sonra iktidar partisi, aradaki yedi aylık hükümetsizlik dönemini de kullanarak, gerginliğe oynadı ve Kasım seçimlerini kazandı. Bugün aynı senaryo daha da kaba yöntemlerle sahnelenmiş durumda. Üstelik oyun sınırlarımızı da aştı; AB ölçeğinde uygulanıyor. Anlaşılan bazı seçim stratejistleri bunun daha rantabl olacağını düşünmüşler. Oysa bütün mesele seçmenlerin aynı oyuna bir daha gelip gelmeyeceklerinde. Güreş tarihimizde “Filiz Nurullah” diye bir güreşçi var; anlatıldığına göre adamın tek bir numarası varmış, fakat ne yapar eder onu uygular ve rakibini kündeye getirirmiş! Dileriz bizim seçmenler Filiz Nurullah’ın rakiplerinden daha uyanık çıkarlar! Aksi takdirde sonuç, tuşun da ötesinde bir yenilgi olabilir.
AKP’li seçmenin 7 Haziran’dan sonra ikinci kez kendi partisi aleyhinde oy verme eğiliminde olmasında, Erdoğan’ın iktidarı kişiselleştirmesinin payı için ne söylersiniz?
Kuşkusuz bunda iktidar kişiselleşmesinin de payı var; fakat ben asıl nedenin seçmenin 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra uğradığı düş kırıklığı olduğu kanısındayım. Gerçekten de son bir buçuk yıl içinde Türkiye her alanda geriye gitti. 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında uygulanan OHAL rejimi de buna tuz biber ekti. Yine de bir kısım AKP’li seçmenin “Hayır!” demesinde TL’nin erimesinin ve iktisadi durgunluğun ağır basacağını düşünüyorum. Bu durgunluk AKP’nin asıl sınıfsal dayanağı olan esnafı ve KOBİ’leri perişan ediyor.
TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ SORUNU BAHÇELİ’NİN ÖNCELİLİKLİ SORUNU DEĞİL
Sizce de 16 Nisan’da evet de kazansa, hayır da kazansa erken seçimin kaçınılmaz mı?
Bir yabancı yazar, Putin’le benzerlik kurarak, referandum için, “Erdoğan, mecbur kalmadıkça, kazanacağından emin olmadığı bir oylamaya gitmez” demişti. Oysa referandum fikri biraz da Erdoğan’ın dışında, Devlet Bahçeli’nin çıkışı ile gündeme geldi. Bahçeli daha önce de, 2001 yılında erken seçimleri tetiklemiş ve sonra da kendisini bir anda parlamento dışında bulmuştu. Bu kez de öyle olabilir. Ne var ki bu kez Erdoğan’ın zaferi hiç de öyle kolay görünmüyor. Bu yüzden erken seçim olacağını da sanmıyorum.
Bahçeli’nin ‘Fiili durum resmiyet kazanmalı’ çıkışının, Erdoğan dışında olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin “demokrasi” sorunu Bahçeli’nin hiç de öncelikli sorunları arasında görünmüyor. Buna karşı Erdoğan’ın Kürt politikasındaki dönüşüm, onun yeni bir tavır almasına yol açtı. Yani “çıkış” aslında tamamen “Erdoğan dışında” sayılmaz. “Başkanlık”, “Başbuğluk” ya da (Necip Fazıl’ın diliyle) “Başyücelik” hepsi olabilir; yeter ki “Kürt sorunu” gündemden çıkmış olsun! Oysa bunun yolu asla HDP’yi fiilen çalışamaz hale getirmek, HDP’li milletvekilleri hapse atmak değildir. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş ve yüzde 10 civarında oy almış bir parti başkanının bugün tutuklu olması tam bir demokrasi skandalıdır.
Kürt seçmeni kazanma saikiyle Van’da Binali Yıldırım’ın ‘Hepimiz Barzani’yiz, hepimiz Şivan Perwer’iz’ ifadesinin, Diyarbakır’da ise Erdoğan’ın ‘Türk milleti demiyoruz, tek millet diyoruz’ sözlerinin bu kez de evet demeyi düşünen milliyetçi kesimi küstürdüğü anlaşılıyor. AKP’nin Kerkük meselesinde gösterdiği tutum, milliyetçi tabanın kırılan gönlünü onarır mı?
Günümüzde “ümmet” sözcüğü feodal değerleri, “millet” sözcüğü de kapitalizmi ve modern değerleri temsil ediyor. Osmanlılar feodal yapıdan kapitalizme evrilirken, daha doğrusu Batı kapitalizmi Osmanlı topraklarında hegemonya kurarken bizde “millet” sözcüğü de ikili bir anlam kazandı. Yerine göre ümmet, yerine göre de ulus anlamında kullanılmaya başladı. Siyasette taktik ittifaklara olanak sağlayan bu ikili kullanım, Kurtuluş Savaşı’nda da devam etti; fakat o sırada amaç daha çok ümmetçilere de milli duyguları aşılamaktı. Peyami Sefa “Türk İnkılabı’na Bakışlar” isimli kitabında “O zamanın dini duyguları bile nasyonalistti” diye yazmıştır. Bugün ise tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Erdoğan “Türk milleti demiyoruz, tek millet diyoruz” derken “millet”i -konuştuğu bölgede- “ümmet” anlamında kullanır görünerek İslamcı Kürtlerden oy kazanmaya çalışıyor. Aynı amaçla ve aynı yönde, yıllar önce de, başta Türk ve Kürt milliyetçiliklerini anarak “Her türlü milliyetçiliği ayaklarımız altına alıyoruz” demişti. Beklediğini bulamadı; 16 Nisan’da da aynı şeyin olacağını sanıyorum.
‘HAYIR’ OYU İLE AKP AĞIR BİR DERS, OHAL YARA ALMIŞ OLACAK
Hâlâ, ‘Hayır kazansa ne değişecek, mevcut fiili durum devam etmeyecek mi?’ duygusunda olanlara ne dersiniz?
“Hayır” oyu ülkeye göreli de olsa bir nefes alma, bir rahatlama şansı getirecek. Gördüğüm kadarıyla bu, AKP idareci kadroları için de rahatlatıcı olacak. Bu günlerde, yandaş basında bile, bıktırıcı klişelerin ötesinde, en ufak bir coşku, en ufak bir heyecan göremiyorum. “Hayır” oyu ile Erdoğan şefliğindeki AKP oligarşisi ağır bir ders, OHAL rejimi de ağır bir yara almış olacak.
AKP ‘YA MUTLAK İKTİDAR YA ÇÖKÜŞ’ KAVGASI VERİYOR
Bazı yorumculara göre referandumdan sonra AKP içinde yarılma kaçınılmaz. “Evet de çıksa, hayır da çıksa AKP bölünecek.” Bazılarına göreyse “evet de çıksa bölünecek” tezi hayli iddialı. Evet sonucunun böyle bir etki üretebileceğini düşünüyor musunuz?
Yarılma zaten çoktan gerçekleşmiş durumda. Yeni bir parti kurulmamış olsa bile, şu anda AKP’nin kurucu lokomotif kadrosundan Erdoğan dışında partide kimse kalmadı. Kimileri sessizce uzaklaştılar; kimileri de gürültülü bir şekilde kovuldular. Neredeyse bir Binali Yıldırım kaldı; o da canla başla kendi başbakanlığının ne kadar lüzumsuz olduğunu halka anlatmaya çalışıyor. Ayrıca Türkiye’yi sadece Türkiye olarak düşünmemek lazım; tam üye olmasa da bu ülkenin AB ile yapısal ilişkileri var. Oysa AKP bugün övündüğü bütün “başarı”larını AB desteği ile sağladı ve şimdi de ona savaş açmış durumda. Uluslararası ilişkilerde etki-tepki durumları zaman alıyor; hemen ortaya çıkmıyor. Sanırım Erdoğan AB’ye “Van minüt” çıkışının sonuçlarını peyderpey alacak. Biliyoruz; kolayca U dönüşleri yapabiliyor, ama hepsi de derin izler bırakıyor. Kendisini sevenler, Batı basınında çıkanları olduğu gibi tercüme edip önüne koymalı. Bunların aslında devlet adamlarının düşünüp de söylemeyi uygun bulmadıkları şeyler olduğu da kendisine anlatılmalı.
‘Referandumda ikiye bölünen sağ, milliyetçi, muhafazakar yelpaze 16 Nisan’dan sonra yeni bir merkez sağ parti çıkarır’ değerlendirmelerine yaklaşımınız ne?
Sanıyorum AKP iktidardan düşmedikçe böyle bir girişime kimse cesaret edemez. AKP yol ayrımında; ‘Ya mutlak iktidar ya çöküş’ kavgası veriyor. Ne var ki tam iktidar için 16 Nisan’da yüzde 51 oy yetmez, en az yüzde 60 “evet” gerekir; bunu da alamayacağı anlaşılıyor. Yani AKP zamanla ve muhtemelen hızla erime yoluna giriyor. AKP iktidardan düştükten sonra da ANAP ve DYP gibi giderek siyaset sahnesinden silineceği kanısındayım. Tabii İslamcı siyaset -ya da siyasal İslam- başka adlar, başka çatılar altında devam eder.
CHP’DE ERDOĞAN TARZINI TAKLİT ETME EĞİLİMLERİ DOĞDU
Şu günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘15 Temmuz kontrollü bir darbedir’ açıklaması ve Konya milletvekilinin ‘evetçileri denize dökme’ sözleri üzerinden yapılan polemiklerle gündem olan CHP’nin referandum stratejisini nasıl değerlendirirsiniz? CHP’nin muhafazakar, milliyetçi seçmene de seslenme çabası karşılık bulur mu?
AKP’nin seçim başarıları CHP’yi de büyüledi ve parti yönetiminde Erdoğan’ın temalarını, hatta konuşma tarzını taklit eğilimleri doğdu. Bakınız, Kılıçdaroğlu mitinglerde bir şey söylüyor ve sonra onu, Erdoğan ve Yıldırım gibi, üç kez topluluğa tekrarlatıyor. Galiba bunu “hitabet ustalığı” sanıyor! Eskiden böyle bir adeti yoktu. Sonra sık sık dine, kutsal metinlere gönderme yapıyor. Bu laik bir ülkede asla politikacının işi değildir. Sonunda başörtüsü serbestisi TSK’ya bile sessiz sedasız girdi. Oysa eski AKP’liler arasında da dinin bu şekilde kullanılmasına üzülen ve karşı çıkan çok kimse var. Ayrıca AKP’nin din politikasının bizi nereye getirdiği de ortada. CHP’deki bu gelişmeyi üzülerek izliyorum. Galiba bunu bazen kendileri de anlayıp, bu kez de ters yönde, demagojik istismara açık sözler sarf ediyorlar.
Elbette olamayacak. Malum hakikat; iki cambaz bir ipte oynamaz. Erdoğan’ın tercihi kuşkusuz ABD; fakat Rusya’yı da daha çok bir diplomatik manevra, bir savunma ve nefes alma alanı olarak görüyor. Oysa KGB geleneğinden gelen Putin’in de bu taktikleri çok iyi bildiğini unutmamak lazım. Bunu defalarca gösterdi. Ankara ise varılan noktada, artık sadece gününü gün etmeye çalışıyor.
CUMHURİYET TARİHİNİN EN SAĞCI, EN FAŞİZAN KOALİSYONU ÖNERİLİYOR
Erdoğan, 37. muhtarlar buluşmasında, “AK Parti, MHP, BBP, CHP ve Saadet’li kardeşlerime sesleniyorum. Gelin 16 Nisan’da milli bir ittifak yapalım” çağrısında bulundu. 16 Nisan’a günler kala, HDP dışındaki kesimlerin “milli ittifak” şemsiyesi altına davet edilmesi, evet kaygısının arttığına mı işaret?
Olabilir; sadece HDP’ye oy verenler değil, tüm demokratlar dışlanıyor. Devamlı koalisyon hükümetlerini karalayarak bir kampanya yürüten AKP yönetimi, bir yandan da Cumhuriyet tarihinin en sağcı, en faşizan koalisyonunu öneriyor.
Daha önce, FETÖ konusunda ‘Şahsım başta olmak üzere tüm ülke aldatıldı’ diyen Erdoğan’ın muhtarlara seslenirken, siyasi hayatı boyunca hiç aldatılmadığını söylemesine yorumunuz ne?
Bunu bana değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sormanız lazım; ama bugünkü koşullarda, bu pek mümkün görünmüyor. Erdoğan’ın da kendine özgü bir diyalektiği var; çelişkiler arasında ilerliyor. Şimdi de tarihe geçecek sözler söylemiş. Er veya geç, bu sözler de bir gün mutlaka sorgulanacak.
ERDOĞAN’IN TERCİHİ ABD
ABD’nin Suriye’de hava üssünü vurmasına, Erdoğan’dan gelen desteği nasıl değerlendirirsiniz? İdlip katliamı, AKP’ye Suriye’de yeni bir fırsat mı sunacak?
Sanmıyorum; Erdoğan bunu aylardır söylüyor; fakat Amerikalılar da şu ana kadar sahada DAEŞ’e karşı en etkili kavgayı vermiş olan Kürtleri terk etmek niyetinde görünmüyorlar. ABD Dışişleri Bakanı Rex W. Tillerson, Mart sonunda Türkiye’yi ziyaretinde bu konuda diplomatik bir dil kullanmış, NY Times’e göre “alınması zor kararlar”dan söz etmişti. Daha sonra da Trump, mevcut şartlarda Esad’a razı olunması gerektiğini söylemişti. İdlip’te kimyasal silahlar kullanılınca bu kez de “Suriye’ye müdahale edebiliriz” demeye başladı ve etti de! Ne var ki ABD’deki Türkiye dosyası belli ki başka bir sürü madde daha içeriyor: BM’de İran’ın nükleer politikasına destek olup ABD’ye karşı oy kullanmakla başlayıp, Zarrab’a ve FETÖ’ye kadar uzanan bir dosya… Anlaşılan ABD’nin -Trump’ı da aşan- “Türkiye masası” bunları bütünlük içinde düşünüyor. Şu anda Ankara’nın onlara, “Bütün bunları unutalım; her şeye sil baştan yeniden başlayalım; ben her şeye hazırım!” der gibi bir hali var. Beştepe ve AKP hazır olabilir, ama Türkiye’nin buna hazır olduğunu hiç sanmıyorum.
Diğer yandan ABD’yi Suriye’ye müdahaleye çağırıp, Rusya’yla iyi ilişkileri korumak nasıl mümkün olacak?
Elbette olamayacak. Malum hakikat; iki cambaz bir ipte oynamaz. Erdoğan’ın tercihi kuşkusuz ABD; fakat Rusya’yı da daha çok bir diplomatik manevra, bir savunma ve nefes alma alanı olarak görüyor. Oysa KGB geleneğinden gelen Putin’in de bu taktikleri çok iyi bildiğini unutmamak lazım. Bunu defalarca gösterdi. Ankara ise, varılan noktada, artık sadece gününü gün etmeye çalışıyor.