Yerli filmlerin favori sahnesidir. Saldırıya uğrayan bir kadını başka biri gelir kurtarır. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur, hatta yeni sevgilimdir’ anlayışında ‘mutlu son’lar saçarlar...
'İş yükünün azalmasını isteyen' hakim ve savcıların "Kadın, tecavüz edenle evlenirse davalar düşer, iş yükü azalır!" önerisi ile yeniden gündeme gelen ve tartışılabilirliği bile şaşkına çeviren konu...
Yudum ŞAŞMAZ
Ülkemizin yakın tarihinde (2003) Mardin’de, aralarında kamu görevlilerinin de olduğu 28 kişilik sürünün 7 ay boyunca aralıksız tecavüz kurbanı 13 yaşındaki N.Ç.’ nin davasında sanıkların tahliye edilmesi... Polis oldukları iddiasıyla 2 Rus kadınını kaçırıp bir eve kapatan ve defalarca tecavüz eden 7 zanlının, mahkeme tarafından serbest bırakılması...
Ve halka mal olmuş, medyada sürekli boy gösteren isimlerin unutulup giden davaları…
2002’de yine Mardin’de 35 yaşındaki Şemse Allak’ın ‘yasak ilişki kurduğu’ iddiası ve karnındaki 5 aylık bebeğiyle birlikte ailesi tarafından çağdışı ‘recm kararı’ ile göz kırpmadan öldürülmesi...
Edirne’de 14 yaşındaki G.K. kendisine tecavüz ettiğini ileri sürdüğü 23 yaşındaki erkek arkadaşının, konulduğu cezaevinden 3 gün sonra salıverilmesi üzerine balkondan atlayarak intihar etmesi…
Ve daha nicesi .. Cinsel suçlar, cinsel saldırılar, cinsel psikozlar...
Geçen sene Kanal D’de yayınlanmaya başlayan bir dizi ve izlenme oranları… Kimileri onaylıyor bir ülke gerçeğinin bu şekilde işlenmesini, kimileri kışkırtıcı olmasından ve vaka sayısını arttıracağından endişeli.
Türk Tabibler Birliği’nin Adli Tıp El Kitabı’na göre hukuksal boyutta bir cinsel davranışın ‘suç’ olarak nitelendirilmesi için;
1) Davranışın, rızası olmayan bir kişiye yönelik olması,
2) Yasalarda belirtilen yaş gruplarındaki kişilere karşı yapılması,
3) Mental veya beden hastalığından yararlanılması,
4) Zor kullanılması,
5) Kişiyi alkol, uyuşturucu bir madde etkisi altında bırakarak yapılması,
6) Hile ve kandırma yolu ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Yapılan tahminlere göre, cinsel suçların yüzde yirmisinden fazlası yetkililere bildirilmemektedir. Bildirilenlerin mağduriyeti tahminimce bu yüzdeyi daha da arttıracaktır.
Irza geçen kişiler, genelde, yakın çevrede yaşayan, minyon, yaşlı, yalnız, alkolik ve sakat kadınları seçerler.
Bazı ırza geçenler açısından, ırzına geçilecek kişinin kadın olması yeterlidir. Bu nasıl bir vahşettir tanrım, nasıl bir hastalıktır? Ego kompleksi olan karşı cinsin tatmini için bir hemcinsim ömrü boyunca bekleyecektir göçük altından kurtarılmayı...
Bu yıkımın üç temel çeşidi saptanmıştır;
a) Güç Kullanmaya Yönelik Irza Geçme:- Olguların %50’sinden fazlasını oluşturur.
- Saldırgan genellikle gelişim bozukluğu göstermektedir.
- Çoğunlukla 18 yaş altındaki insanlarca tasarlanır.
- Saldırıya uğrayan kişi kaçırılır, ve birden fazla kez tecavüze uğrar.
- Saldırganın, güç kanıtlamaya yönelik bu eylemlerde mağdura zevk alıp almadığını sorması, veya razı etmeye çalışması muhtemeldir.
b) Öfke ve İntikam Amacına Dayalı Irza Geçme:- Olguların %40’ını oluşturur.
- Daha ağır fiziksel muamelede bulunurlar.
- Amaç, ırzına geçtikleri insanı aşağılamak ve onu yıkıma uğratmaktır.
- Saldırgan gergindir ve öfkesini mağdurdan çıkarır.
- İhbar edilmesi halinde geri döneceğine dair tehditlerde bulunur.
c) Sadistçe Irza Geçme:- Olguların %5’ini oluşturur.
- Saldırıya uğrayan kişi fiziksel şiddetten ölebilir. Ve böylece suç istatistiklerine saldırıya uğramış kişilerden ziyade ‘cinayet kurbanları’ şeklinde geçebilir.
- Diğer vakalara nazaran daha büyük bir olasılıkla psikozla belirgin yapıdadırlar.
Bu alt başlıklardan hangisine özne olursa olsun, ırzına geçilen kişi bazı reaksiyonlar gösterecektir. Yaşamlarındaki bu kara delik sıkça korku hissi, yalnızlık ve asosyallik girdaplarına dönüşecek, bir etik efsanesi sonucu derin üzüntü ve suçluluk duyacak, sınırlı dirençlerini de böyle tüketecek ve psişik travmaları gel-gitler halinde de olsa kök salacaktır.
Sık olarak, yeni kimlik arayışına girişecekler, telefon numaralarını, mesleklerini, ikametgahlarını değiştireceklerdir.
Yaşadıkları cinnet, geceleri rüyalarını kabusa dönüştürecek, gündelik hayatları fobilerle pekişecektir. Cinsel hayatları başlamadan bitecektir çoğunun; intihar girişimleri ve madde bağımlılığı savunma mekanizmalarına dönüşecektir.
Kısacası bir hayata tecavüz... Anıların buzdolabında öyle bir çengele asılı kalır ki, kapı her açıldığında suratına çarpar. Onu bir tarafa itmeden, başka bir anı yaratamazsınız.
İtalya’da bir hakim, kot pantolon giyen bir mağduru, ‘rızası olmadan saldırganın üzerini çıkartamayacağı’ saçmalığıyla baş başa bırakmıştı. Bir daha belki o pantolonun ailesine bile yaklaşamayacak bir kadın için karşısındaki şiddete yeni bir berat sunulmuştu. Her şiddette bir cinsellik vardı ama cinsellikte şiddet senfonik olmalıydı.
Yerli filmlerin favori sahnesidir. Saldırıya uğrayan bir kadını başka biri gelir kurtarır. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur, hatta yeni sevgilimdir’ anlayışında ‘mutlu son’lar saçarlar. Bize denk düşen bir eğlencedir; her şeyi berbat ederiz, birileri bizi gelip kurtarıncaya kadar. Kahramanımız ya gelmek üzeredir, ya uçağı kaçırmıştır. Biz hep bir uykunun en tatlı yerinde yaşarız, kurtarıcımız kılıç sallar düşümüzde ..
İzlediğim bir yabancı filmde ise; ikinci dünya savaşının sonlarına doğru bir Polonyalı köylü dert yanıyordu: “Hayatta en zor gelen topraklarımızın işgal edilmesi. Fakat ondan da zor olan, bir başkasının gelip memleketini işgalcilerden temizlemesi ..”
İki sinema, iki fark. İki derin çizgi. Birinde hayat, Alman-İtalyan acımasızlığına bile uğrasa; tatlı bir isyan. Diğerinde kaçacak vakti de olsa, başka bir gücün parmak izlerine koşan ..
İki ayrı nokta arasında vaka taşımaktan herkes donup kalıyor. Kimi zaman gazetelerin üçüncü sayfaları aynı haberlerden yoruluyor, işin içine macera katmaya çalışıyor.
Rating uğruna deşifre edilen bu sapkınlıklar yargı karşısında cezasız kalırsa, nereden başlamalıyız bir şeyleri sorgulamaya?