Birgün Gazetesinden Özlem Özdemir 27 Mart Dünya Tiyatro Gününde Yıldız Kenter ile röportaj yaptı...
Birgün Gazetesinden Özlem Özdemir 27 Mart Dünya Tiyatro Gününde Yıldız Kenter ile röportaj yaptı...
Özlem Özdemir; Çocukluktan beri hayranım ona. Son izlediğim oyun hâlâ hafızamda. Sadece sahnede değil beni her şeyiyle kendine hayran bırakıyor daima. Dikmen Gürün "Tiyatro Benim Hayatım" isimli kitapta Yıldız Kenter'in hayatını yazdı, herkes okusun isterim. Buraya sığdırmak imkânsız ama istedim ki; bilmeyenlere onu anlatalım, bilenlere anımsatalım. Bugün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü olması sebebiyle de bu sayfayı Yıldız Kenter doldurmalıydı. Bu onur için kendisine buradan bir kez daha teşekkür ederim. İyi ki varsınız Yıldız Hanım, çok yaşayın!..
>>Yıldız Hanım, önce nasılsınız ve sizi özleyenlere ilk neler söylemek istersiniz?
Ülkece içinde yaşadığımız bu koşullarda bir insan ne kadar iyi olabilirse, ben de o kadar iyiyim. Dostlarım, öğrencilerim tarafından aranıyorum. Sevgili Dikmen Gürün’ün yazdığı kitabım 3. baskıyı yaptı. Bunlar hayatımdaki güzel şeyler ama yıllarımı verdiğim tiyatronun kokusunu, sahneyi, kulisi ve seyircilerimi çok özlüyorum.
>>Okurlarımızla kısa yaşam öykünüzü paylaşalım istiyorum. 1928'de ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelmişsiniz. Maddi manevi zorlukların ortasına... O yıllar sizce Yıldız'ın en çok hangi yönlerini belirledi?
Yaşadığımız onca maddi zorluğun ortasında biz birbirimize aşkla bağlı bir aileydik. O yıllardan aklımda kalan en güzel şey, annemle babamın arasındaki aşktı. Biz kardeşler de birbirimize aşkla bağlıydık. Ailemizi saran bu aşk, bana hayatı sevgiyle yaşamayı öğretti.
>>Konservatuara girmeye Halkevleri'nde yaşadıklarınız sayesinde karar veriyorsunuz.
Ben konservatuara orta okuldan sonra girdim. Ankara Halkevi’nin tiyatroya gönül vermemde ciddi etkisi olmuştur. Gençleri tiyatroyla, müzikle, sazla, sözle, sporla, tarih ve edebiyat bilgisiyle besleyen kurumdu Halkevleri. Ne yazık ki siyasi çekişmelere feda edildiler.
>>Fakat anne ve ağabeyiniz konservatuvara gitmenizi istemiyor. Siz diretince babanız kayıt ettirmiş.
O yıllarda Konservatuar yeni kurulmuştu. Kız ve erkek öğrenciler aynı binada yatılı okuyor diye bir rivayet dolaşıyordu ortalıkta. Annem tutucu değildi ama nedense bu söylentilere inandı ve engellemeye çalıştı beni. Ağabeyim de onun yanında yer aldı. Ben de diretiyordum tiyatro okumak için. Babacığım benden yana çıktı ve bir sabah elimden tuttuğu gibi gizlice götürdü beni Konservatuara. Parasız yatılı olarak kaydımı yaptırdık.
>>Kabiliyetinizi fark eden Carl Ebert'in talimatıyla sınıf atladınız. Sanırım siz sınıf atlayan ilk öğrenciydiniz?
Evet, sınıf atlayarak okudum ama okulumu o kadar seviyordum ki, beş yıl yerine dört yıl okuduğum için hep garip bir burukluk duymuşumdur.
>>İlk sahneye çıkışınız 12 Aralık 1948, "Onikinci Gece" oyununda Olivia rolüyle olur. Ama büyük oyuncuların tavırları sizi biraz da üzmüş. Gençlere destek olmanızda bunun etkisi var mı?
“12. Gece” profesyonel olduğum ilk oyundur. Benim için ayrı bir yeri vardır. Provalar sırasında dönemin “yıldız” oyuncuları belki biraz üzdüler beni ama hiçbir zaman vazgeçmeyi düşünmedim. Tiyatro benim her şeyimdi. Benim sahne üstünde yaşadığım her deneyimin daha sonra öğrencilerimle ilişkilerimde olumlu etkileri olmuştur ama şunu söylemeliyim ki, hocalık yıllarımda ve sonrasında hep Ankara Devlet Konservatuvarındaki mükemmel hocalarımı örnek aldım kendime.
>>Muhsin Ertuğrul ile Ankara Devlet Tiyatrosu'nda birlikte çalıştınız, yakın bir ilişkiniz vardı. Dönemin baskısıyla o istifa edince, siz ve Müşfik Bey ona yapılana tepki olarak istifa ettiniz ve İstanbul'a geldiniz. Ama o sizi beklediğiniz gibi karşılamamış. Bugün olsa yine yapar mıydınız sizce?
Biz; Müşfik ve ben, Devlet Tiyatrosu’nda çok iyi bir konumda olmamıza rağmen, Muhsin Ertuğrul gibi bir sanat insanına yapılan saygısızlığa isyan ettik. İstifamız o günün iktidar partisinin keyfi uygulamalarına bir tepkiydi. İstanbul’a beş parasız geldik. Muhsin Beyle aynı çatı altında çalışacağımızı umuyorduk ama öyle olmadı. Yine de, bize elini uzattı, destekledi ve bir süre "Birleşmiş Oyuncular" çatısı altında çalıştık. Sonrasında kendi yolumuzu kendimiz bulduk. İyi de oldu. Bugün aynı şeyi yapar mıydık? Bütün kaleleri yıkarak istifamızı verir miydik, bilmiyorum ama kesinlikle tepkimizi koyardık ortaya.
>>"Birleşmiş Oyuncular" ile İstanbul'da ilk adım ve "Salıncakta İki Kişi" ile İstanbul seyircisinin gönlünü kazanıyorsunuz.
Evet, İstanbul’a gelmemiz ve de “Salıncakta İki Kişi” Müşfik ve benim tiyatro hayatımızda bir dönüm noktasıdır.
POLİTİK SÖYLEM İÇİN SERTLİK GEREKMİYOR
>>1960, Kent Oyuncuları kuruluyor. 60'lı yıllar, ülkede heyecan, sanatta üretim başlıyor. Siz nasıl hatırlıyorsunuz o yılları?
1960’lı yıllar özel tiyatroların doğduğu ve tırmanışa geçtiği heyecan dolu yıllardı. Bizler kadar seyirci de coşkuluydu. Haftanın üç günü matine-suare oynardık. Her seans dolu geçerdi. Sadece biz değil, bütün tiyatrolar böyleydi. Başka türlü bir enerji vardı sahneden seyirciye akan.
>>O dönem toplumcu tiyatro hareketi başlıyor, epik ve politik oyunlar artıyor. Siz bu konuda eleştiriye maruz kaldınız zaman zaman. Tiyatro ille politik içerikli olmak zorunda mıdır?
Tiyatro, benim açımdan bir düşünceyi tek yanıyla yansıtmamalı, çok yönlü bakış açıları sunarak seyirciyi düşünmeye yönlendirmeli. Yaşamdaki çok boyutluluğu kendine has çok seslilikle sunabilmeli. Biz bunu yapmaya gayret ettik. Avant-garde tiyatronun iddialı örneklerini sunduk. Yerli yazarlarımızın eserlerini oynarken yeni üretimleri destekledik. Olanaklar el verdiğince klasikler üzerinde durduk. Ionesco’dan Shakespeare’e, Necati Cumalı’dan Melih Cevdet Anday’a, Chekhov’dan Brecht’e uzanan bir repertuarımız vardı. Biz, doğru olduğuna inandığımız bir açılımla tiyatro yaptık.
>>Hiçbir zaman politik anlamda sert bir söyleminiz olmadı ama durduğunuz yer değişmedi. İfade özgürlüğünün gittikçe azaldığı günümüzde, bugün gençlik yıllarınızda olsaydınız sizce nasıl bir yol çizerdiniz?
Politik söylem için sertlik gerektiğini düşünmüyorum. Bizim Kent Oyuncuları olarak belli bir duruşumuz vardı ve o duruşu daima koruduk. Bunu, çeşitli vesilelerle, söylemlerimizle kanıtladık. Türkiye’nin en karanlık günlerinde adalet mekanizmasının sorgulandığı oyunlar oynadık. Repertuvarımızda daima söyleyecek sözü olan oyunlar yer aldı. Bugün de aynı şeyi yapardık. İfade özgürlüğüne gelince; baskı ve sansür, dolaylı ya da dolaysız, bu ülkenin sanatçılarının yıllardır yüzleşmekte olduğu bir gerçektir.
>>Sanat eleştirirken aynı zamanda insanın duygularını sağaltması, kendini iyi hissetmesi için de yok mudur? Bu yaklaşım kültür yoksunluğu ile ilgili de olabilir mi?
Kültürsüzlüğün çevremizi sardığı kesin. Bu durum yıllar içinde ülkeyi yönetenlerin izlediği yanlış politikalardan kaynaklanıyor. Tiyatronun her türü doğru yapıldığı, düzeyli olduğu sürece insana çok şey katar.
>>1930'lardan 2016'ya... Cumhuriyet'in her dönemini yaşamışsınız. Tiyatro ülkenin yaşadığı her dönemde hep en çok etkilenen mesleklerden biri oldu. Sizce Türkiye'de neler değişti?
Türkiye’de çok şey değişti. Benim yetiştiğim yıllarda da çeşitli sorunlarla boğuşuyorduk ama umutluyduk. Geleceğe umutla bakıyorduk. Devlet adamları çok el verdi, etrafın saygı duymasını sağladılar.
>>Zor zamanda Demirel'in yardımı tiyatronuzu kurtarıyor. Politikacıların sanata ve sanatçıya yaklaşımlarındaki değişikliklere dair neler söylemek istersiniz?
Bence bir ülkenin yükselmesi için sanatın bir zorunluluk olduğunu gören, idrak eden insan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onun ektiği tohumları biçen değerli devlet adamlarımız da vardır. Sonrasında, ne yazık ki sanata gereken ilgi gösterilmedi. Gösterilseydi herhalde bugün farklı bir yerde duruyor olurduk. Cumhurbaşkanları gelir, oyunu seyrederdi. Köşke davet ederlerdi. Sanata ilgi vardı. Bugün sanatın s'si ile ilgilenilmiyor. Kenter Tiyatrosu’na gelince; rahmetli Süleyman Demirel’in hakkını asla ödeyemem. Tiyatromuzu hacizden o kurtarmıştır.
>>"Devletin görevidir tiyatroyu desteklemek ama tiyatro Rusya'da bile devletçi değildir" diyorsunuz. Bizde baskı dışında örneğin AKM çürüyor, bu zamana dek oynadığınız salonların galiba hiçbiri durmuyor?
Çağdaş dünyaya baktığınız zaman oralarda sanat eğitiminin ne kadar güçlü olduğunu, sanatçılara nasıl olanaklar yaratıldığını, devlet bütçesinden sanata nasıl önemli paylar ayrıldığını, mekanlar inşa edildiğini ve mevcutların korunduğunu görüyorsunuz. Avrupa’da yüzlerce yıllık tiyatro binaları bugün de ayakta. Bizdeyse, bırakın yapılmasını, mevcut sahneler yıkılıyor. Bunun en son örneği AKM. 2008 yılından beri atıl durumda. Soluk almıyor.
>>Hemen her iktidarı gördünüz, darbeler, ekonomik krizler yaşadınız... En çok hangi dönemde hangi açıdan zorlandınız?
1980’ler, ‘90’lar her anlamda zor yıllardı.
MÜŞFİK'LE BİRBİRİMİZİ TAMAMLADIK
>>Müşfik Kenter, siz 4 yaşındayken doğar ve sizin bebeğiniz olur. Anneniz böyle demiş. Aranızdaki ilişkinin güçlü oluşu belki de burada yatıyor?
Biz Müşfik’le birbirimizi tamamlardık. Çok güçlü bir alışverişimiz vardı sahne üstünde. Bu iletişim çok başarılı işler yapmamıza neden oldu. O olmasa ben olmazdım, ben olmasam o olmazdı gibi geliyor.
>>Birlikte ilk sahneye çıkışınız "Yağmurcu" adlı oyun ile oluyor. (1956-57) Sizin cümlelerinizle nasıl bir duyguydu birlikte oynamak?
Müşfik'i oynadığı her oyunda beğenirdim çünkü mükemmel bir oyuncuydu ve ondan çok şey öğrendim. Duygularıyla oynayan bir sanatçıydı. Fırtına gibi eserdi sahnede. Ben daha teknik bir oyuncuydum. Rolümü adım adım inşa ederdim. Onunla oynamak müthiş bir keyifti.
>>Oynadığınız oyunlar arasında "Miras"ı ayrı yerde tutma nedeniniz?
“Miras”ta rüştümü ispat etmiştim diyeyim. Çok iyi eleştiriler almıştım. Hatta,“12. Gece”de beni sorgulayan eleştirmenler “Miras”ta koyacak yer bulamamışlardı. Mutlu olmuştum.
>>Bir de "Çöl Faresi" var, hâlâ izleyenlerin ilk söylediklerinden biri. Sizde de yeri ayrı.
“Çöl Faresi” güzel bir metindi ve Müşfik’le çok uyumlu bir çift olduk. Seyircinin zihnine iyice kazındı isimlerimiz demek yanlış olmaz sanırım.
>>İlk rejiniz ise "Öfke." Ayrıca bu oyunla DT'de rejisörlüğü deneyen ikinci kadınsınız. Sonra da pek çok reji yaptınız ama çok sevmediniz sanırım yönetmenliği?
“Öfke”yi ve ardından pek çok oyunu coşkuyla yorumladım ama kitapta da söylediğim gibi, beni reji yapmaktan çok oyunculuk ilgilendirdi. Oyunculuk bir rehabilitasyondur benim gözümde. İnsanın kendisiyle hesaplaşmasıdır.
>>Sinemayı da atlamayalım. İlk filminiz "Vatan İçin"de Cahit Irgat'la oynadınız. Tiyatro sahnesinden sonra kamera karşısında ilk hisleriniz nelerdi, sevmiş miydiniz?
Sinemayı çok sevdim. Parçalar halinde çekim yapılıyor ve sonra bu parçalar bir bulmaca gibi birbirine ekleniyor… Film ortaya çıkana kadar sanki her gün sürprizlere gebe.
>>Ve tabii ki anmadan asla geçmek istemem Şükran Güngör'ü... Büyük bir aşk yanında, müstesna bir dosttu benim için diyorsunuz. Onu nasıl anmak istersiniz?
Şükran benim hem sevgilim hem arkadaşım hem de sırtımı rahatlıkla yasladığım bir tiyatro insanıydı. Onun yokluğunu her an hissediyorum.
>>Hayatınızda bir başka önemli isim de Melih Cevdet Anday. Niye özeldi sizin için?
Melih Cevdet Anday “aydın” tarifine çok iyi uyan bir kişiydi. Ondan çok şey öğrendim. Şiirinden, oyunlarından, fikirlerinden heyecan duyardım. Dünyaya dar bir pencereden bakmazdı. Heyecan verirdi bana…
>>Amerika'da kaldığınız dönemde uluslararası bir oyuncu olmanız için önünüze gelen fırsatları geri çevirdiniz. Hiç pişman oldunuz mu ya da düşündünüz mü orada kalsaydım hayatım nasıl olurdu?
Hayır, hiç pişman olmadım Amerika ya da İngiltere’de kalmadığıma. Kalsaydım herhalde başarılı olurdum ama buradaki Yıldız olabilir miydim? Burada ailemle, meslektaşlarımla, seyircilerimle mutlu yaşadım. Ben, şöhretin yanında başka sıcaklıklar da aradım ve o duyguları burada, memleketimde buldum.
KENTER TİYATROSU'NUN IŞIKLARININ YENİDEN YANMASINI ARZU EDİYORUM
>>Binbir emekle kurdunuz Kenter Tiyatrosu'nu. Talat Halman'ın koltuk satma önerisini bilmiyordum, ne kadar öncü bir hareketmiş. Satın alanlara baktığımda ilk ve en çok koltuğu alan Erol Simavi imiş üstelik, şaşırdım.
Erol Simavi’nin on koltuk birden alması benim için itici bir güç oldu. Ondan aldığım enerjiyle yola devam ettim. Simavi ailesi sanata, sanatçıya saygılı bir ailedir. Rahmetli Erol Bey'in yanı sıra daha pek çok sanatsever kişi ve kuruluş bize el verdi. Hepsini saygıyla selamlıyorum bir kez daha.
>>Kenter Tiyatrosu 'nun bu şekilde atıl durması sizi üzüyor olmalı? İlgilenen, yaşatmak isteyen hiç kurum yok mu gerçekten? Bir çağrı yapmak ister misiniz?
Tabii ki Kenter Tiyatrosu’nun bugünkü haline üzülüyorum. Mümkün mü üzülmemek? Onca emek harcayarak ortaya çıkardığımız böyle bir tiyatronun satılmasını değil, yaşatılmasını, yaşamasını istiyorum. Hayatta en büyük arzum bu. Ama Kenter Tiyatrosu’nu yaşatmak için çağrı yapmak bana düşmez. Asla böyle bir şey yapmayı düşünmem.
>>Özlediniz mi sahnede olmayı demeyeceğim özlediğinize eminim, hatta sıkılmışsınızdır siz. Var mı kafanızda dolaşan fikirler?
Evet, kafamda dolaşan fikirler var. Bir sürpriz yapabilirim ama ne olacağına dair ipuçları şimdilik bende kalsın.
>>Yaşamak savaşmaktı benim için demişsiniz... Benim için de sizinle ilgili ilk söyleyeceğim savaşçı bir kadın olduğunuz olurdu.
Evet, çocukluk yıllarımdan başlayarak hep bir mücadele içinde geçti hayatım ama hiçbir zaman şikayetçi olmadım bu durumdan. Çalıştım, hep çalıştım ve bundan mutluluk duydum.
>>Bir de hocalık dönemi var, sayısız öğrenci yetiştirdiniz. Hocalığım öğrenciliğimin devamıdır benim diyorsunuz. Belki de tam da bu yüzden hiç kimseye tepeden bakan bir tavrınız olmuyor hiç, ben oldum hiç demeyen, daima öğrenen?
Hocalığı seviyorum. Öğrencilerimden çok şey öğrendim. Daima usta-çırak ilişkisi üzerine odaklandım ve çalışmalarımda onlarla bütünleştim. Bu arada, kolay yollardan doruğa ulaşmaya çalışanlara kızdım. Yüreğini bu işe koymaya hazır gençleri aradım yılmadan ve böyle pek çok sanatçı yetiştirdim.
>>Hiç bitmeyen yaşam enerjiniz var. Her gün hayata yeniden umutla mı başlıyorsunuz hâlâ? Ben o kadar zorlanıyorum ki bugünlerde, o yüzden soruyorum size, nedir bunun sırrı?
Evet, her gün hayata gülerek uyanmaya çalışıyorum. Bunun sırrı aşktır, başka bir şey değil.
>>Bir söyleşinizde mutlu musunuz diye sorduklarında, bilmiyorum, beni gelecek ilgilendiriyor şimdi demişsiniz. Ben şöyle sormak isterim, hayal ettiklerinizi yaşadınız mı?
Hayal ettiklerimin çoğunu yaşadım. Şimdi Kenter Tiyatrosu’nun ışıklarının yeniden yanmasını arzu ediyorum geçmiş yıllarda olduğu gibi.
DİKMEN GÜRÜN
"ONUN BU KİTAPLA MUTLU OLMASINI İSTEDİM"
>>Yıldız Hanımla yakınlığınızı biliyorum. Siz mi istediniz hayatını yazmayı?
Uzun zamandır istiyordum Yıldız Kenter’in hayatını yazmayı çünkü tiyatromuzun köşe taşı olan sanatçıların biyografilerinin yazılması gerekir diye düşünürüm hep. Kuşaklar değiştikçe çok değerli isimler ve onların yaptığı işler silikleşebiliyor zihinlerde. Hele de bizim ülkemizde. Tiyatro söz konusu olduğunda bu zafiyet daha da belirginleşiyor. Öte yandan, Yıldız Kenter benim 1958’de, henüz kolejde öğrenciyken Ankara Devlet Tiyatrosu’nda “Çöl Faresi” adlı oyunda izlediğim ve hayran olduğum bir sanatçıdır. O günden beri hayranlığım devam ediyor… İşte bu iki neden birleşti ve kendisine hayatını yazmak istediğimi söyledim. İzin istedim. O da severek kabul etti bu teklifimi.
>>Birlikte ne kadar çalıştınız?
Üç yıla yakın çalıştık. Bu yıllar içine Yıldız Kenter’le yaptığım söyleşilerin dışında aile fertleriyle, öğrencileriyle, sanatçılarla görüştüm. Yoğun bir arşiv çalışması da gerekti. Özetle; Ankara’da sanatçının çocukluk ve konservatuar yıllarından başlayarak İstanbul’a uzanan bir yolculuk oldu bu benim için.
>>Bu bakımdan yazımı zaman aldı değil mi? Araştırma aşaması uzun sürmüş olmalı?
Tabii ki sanatçıyı yaşadığı dönemler içinde ele alırken onu çevreleyen koşullar, ülkenin durumu, toplumsal yapılanmalar, kültür ve sanat alanındaki olumlu/olumsuz gelişmeler üzerinde de durdum. 1960’lar özel tiyatro hareketinin yeşerdiği yıllar ve o dönemin önemli topluluklarından biri de Kent Oyuncuları... Özetle; bütün bu gelişmeler, bu oluşumlar Yıldız Kenter’in hayatının parçaları.
>>Bu kitabın sizin için anlamı nedir?
Her şeyden önce, değerli bir sanatçıyı, bir tiyatro insanını yakından tanımış oldum. Onun o mücadeleli ama hep aşkla dolu hayatını yazmak onuruna sahip olduğum için mutluluk duydum, duyuyorum. Müthiş bir insan, bir usta, bir gerçek “yıldız” Yıldız Kenter. İyi ki onunla bu kadar yakınlaşabildim.
>>Yıldız Kenter'i ilk yıllarında izlemiş olmanın ve sonra hep takip etmenin avantajı olmuştur. Yine de hem herkesin bunca sevdiği hem tanıdığınızın birinin hayatını yazmak baskı yaratan bir durum muydu?
Ben, her yaptığım işte çok titizimdir. Kılı kırk yararım. Konu Yıldız Kenter olunca bu titizlik elbette daha da arttı. Çünkü, sizin de belirttiğiniz gibi, hepimizin Yıldız Kenter’i o. Hiç zorlanmadan, baskı hissetmeden zevkle yaptım bu çalışmayı. Her şeyden çok onun bu kitapla mutlu olmasını istedim ve sanırım oldu da…
Özlem Özdemir - Birgün / Fotoğraflar - Pınar Erte