Cumhuriyet Kitap ekinin Yayın Yönetmeni Turhan Günay: Ben 49 yıldır gazetecilik yapıyorum, 3 tane mizah dergisinin yazı işleri müdürlüğü görevi yaptım. 786 tane dava geçti başımdan. Ama bu dava kadar aptalca ve kötü niyetli bir dava görmedim.
İşte o röportaj:
» Cumhuriyet gazetesinin FETÖ ile ilişkilendirilmeye çalışıldığı bu dava, dışardan bakınca vicdan yaralayıcı elbette. Peki içeriden siz ne görüyordunuz, bu davaya ve hakkınızdaki suçlamalara baktığınızda?
En baştan kendini belli eden bir davaydı bu… Savcılık sorgusunda, herkese olduğu gibi, yöneltilen aşağı yukarı 30- 40 arasındaki soruların başında bana da Etkin Pişmanlık Yasa’sından yararlanmak isteyip istemediğim soruldu ki, ben bir şeyden pişman değildim, neden yararlanacaktım? Efendim Fetö’cüymüşüz biz, etkin pişmanlık yasasından kendimizi kurtaracağız güya... Bundan hemen sonra bana yöneltilen 2. soruda savcı “Vakıf Üyesi” olduğumu söyledi.” Hayır, değilim” dedim, zira ben vakıf üyesi değilim. Savcı 3. soruda yine “Vakıf üyesisiniz” dedi, ben yine “Hayır Savcı Bey” dedim, “vakıf üyesi değilim”. 4. soruda yine “Vakıf üyesisiniz” demez mi! Bunun üzerine savcıdan, ilk soruya verdiğim “Vakıf üyesi değilim” kısmını kopyalayıp, bunu bütün sorulara yapıştırmasını rica ettim. Ne ki, toplam 32 sorunun başına “Vakıf üyesi değilim” ifadesinin yapıştırılmış olmasına rağmen, sorgu bitip, tutuklanmamızdan sonra, elimize geçen savcı mütaalasında hakkımda yine “Vakıf Üyesi” yazıyordu.
» Yani kafadaki neyse gerçek o, öyle mi?
Tabii. Belli ki her şey en baştan kurgulanmış.
» Siz geçmişte de pek çok davadan yargılanmış bir isimsiniz. Peki, bu iddianameyi, davayı geçmiştekilerden farklı kılanın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Ben 49 yıldır gazetecilik yapıyorum, 3 tane mizah dergisinin sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevi yaptım. Dolayısıyla çok fazla soruşturma geçirdim, çok fazla sorguya girdim çıktım. Dile kolay, 786 tane dava geçti başımdan. Bu 786 davanın 700 tanesi çok saçma davalardı, hakikaten saçma, ama bunun gibi bir dava bugüne kadar görmedim. Bu davaya saçma ya da absürd diyemeyeceğim, bu dava kadar aptalca ve kötü niyetli bir dava daha görmedim. Sizinle ilgili bir tek soru yok, yaptığınız işle ilgili tek bir soru yok. Mesela bir yerde savcı, “Efendim siz vakıf üyesi olarak İstikbal Mobilyaları’ndan 51 milyon liralık ilan almışsınız. Herhalde çok rahatlamışsınızdır” deyince bir baktım önündeki kağıda, orada 51 bin lira yazıyor oysa! Bunun üzerine “Siz önyargılısınız ve çok çirkin bir suçlamada bulunuyorsunuz” deyince, savcı kağıda tekrar baktı ve özür diledi ama bu özür tutanaklarda yok. Demek istediğim, buradaki amaç bizleri töhmet altında bırakmak. Dolayısıyla, bu davanın geçmiştekilerden farklı olan yönünün, çok kötü niyetli düzenlenmiş ve çok kötü niyetli sorgulanmış olması olduğunu düşünüyorum.
» Bu gerçeği biliyor olmak size ne hissettirdi? Psikolojik olarak, fiziksel olarak, bu süreçten nasıl etkilendiniz?
Bunun bir siyasi dava olduğunu, biteceğini biliyorduk. Bu nedenle hiçbir arkadaşım korkmadı ve hepimiz dimdik durduk. Eninde sonunda bizi bırakacaklardı zira ellerindekilerle bir yere gitmeleri mümkün değildi. Ancak fiziksel olarak, hepimiz belli bir yaşın üstündeki insanlarız. Örneğin ben tutuklandıktan 2 ay sonra, bir gece kalbimde bir sıkışma hissettim. Kalktım ve kalp krizi geçirdiğimi düşünerek sakinleşmeye çalıştım. Böylece sabahı ettim. Sabah hemen bir dilekçe ile hastaneye sevk edildim.
Ancak hastanede bir şeyim olmadığı söylenince, efor testine girmek için ısrarcı oldum. Doktor kabul etti ama beni tam bir hafta sonra efor testine götürdüler. Ve acil anjiyo yapılması gerektiği sonucu çıktı. Anjiyonun sonunda da 2 damar tıkalı çıktı. Ama diğer yandan, işin tek iyi tarafı, çok önemli bir keşfim de oldu içerde; kızımı keşfettim. O da galiba beni keşfetti. Çünkü biz aynı apartmanda oturuyoruz, eskiden 6 ayda bir görüşüyorduk ama şimdi her hafta görüşmeye başladık.
» Bu derece siyasi olduğunu bildiğiniz bir kararı beklerken zaman nasıl geçti?
Ben, çocukluğumdan beri deli gibi kitap okuyan bir insanım. İçeri girer girmez bana hemen bir kütüphane listesi verdiler. 1740 kitap var ama bunların 1730 tanesi din kitapları. Kimse de almıyor, okumuyor bunları belli. Bir tane Ahmet Ümit var o da parça parça olmuş. Benim içeri girmeden önce kafamda “gideyim Ege’ye, çocukluğumda okuduğum klasikleri tekrar okuyayım” gibi bir düşünce vardı. Bu düşünceyi cezaevinde hayata geçirdim mecburen. Dilekçe verip klasikler dizisini aldım ve okumaya başladım. Dostoyevski serisi başta olmak üzere aşağı yukarı 200 kitap okumuşum. Hayatımda hep edebiyatın sağaltıcı yanına inandığımı söylemişimdir. Cezaevinde bu gerçeği bir kez daha gördüm.
» Ahmet Şık, Kadri Gürsel ve Akın Atalay’ın aralarında bulunduğu isimler halen tutuklu yargılanıyor. Siz bekliyor muydunuz tahliye olmayı?
Dediğim gibi, bu siyasi bir dava ve karar 1 kişinin iki dudağı arasında, bunu biliyoruz. Çünkü Can Dündar için “Ben onun yanına bırakmam” demişti, onun yanına bıraktığını düşündüğü için de bizim yanımıza bırakmamayı seçti. Sorunuzun cevabını şöyle anlatayım: Avukat arkadaşlarım, henüz gözaltı sürecinde “Turhan ağabey seni bırakırlar” demişlerdi, ne ki 5. gün tutuklandım. Hapishaneye gittik, avukatlar yine “Ağabey ilk tensip kararında seni bırakırlar” dediler ancak ilk tensip kararında da bırakılmadım. Dışardan ziyaretçiler görüşe geldiklerinde, “Hiç merak etme Turhan, seni tutamazlar içeride” diyorlardı ama yine içerdeydim. Milletvekilleri geliyordu, “Yok mümkün değil Turhan Bey sizi 15 gün sonra bırakacaklar” diyorlardı, yine bırakılmadım. Sonuç olarak her gelen seni tutamazlar, bırakırlar dedi ama hiç de öyle olmuyor.
» Savunmalarınız da epey sarsıcıydı. Bir anlamda tarihi savunmalardı… Ancak yöneltilen sorular arasında özel hayatın didik didik edildiğini de gördük. Örneğin size neden 3 kez evlenip boşandığınız soruldu.
Herkesin özel hayatına sonuna kadar girmişler. Annemin ölüm tarihini bilmem ben mesela. Hiçbir vukuatlı nüfus kaydında da görmedim. Annemin ölüm tarihini mahkemede öğrendim. Annem 48’ inde ben 2 yaşındayken ölmüş… Savcıya sadece bu yüzden teşekkür ediyorum dedim. Evet, savunmalar olağanüstüydü. Zaten daha Akın Atalay’ın yaptığı ilk savunma mahkemeyi çökertti açıkça. Suçlandığımız hiçbir şeyin temeli olmadığını ortaya koydu.
» Zaten dışarıda da onun esprisi yapıldı, şu anda Cumhuriyet yargıyı yargılıyor diye.
Tabii, evet. Çok açık söyleyeyim 5. gün geldiğimizde mahkeme tamamen viranelik hale gelmişti, bir harabe haline dönüşmüştü ve bizim ayaklarımız onun üzerine dolanıyordu. Bunu hissettik. Ama belliydi ki bizi cezalandıracaklar. 7 kişi tahliye edildi ama 4 arkadaşımızı maalesef orada bıraktık.
» Cumhuriyet, gazeteciler için okuldur deriz ya, bu dava, Cumhuriyet’in okul olduğunu bir kez daha gösterdi zira yargılanan gazetecilikti ve mahkemede pek çok insan gazeteciliğin ne olduğunu da anlattı, değil mi?
Cumhuriyet’in en çok kapatıldığı dönem ne zaman biliyor musunuz? Tek partili dönem. 30 kere falan kapatılmış; 10 gün, 15 gün, 1 ay gibi sürelerle. Sonrasında 1950’de 4 kere kapatılmış. Daha sonraki yıllarda da kapatıldığı dönemler olmuş. Demek istediğim Cumhuriyet her zaman hükümet politikalarını eleştirdiği için baskı altında bir gazete. Cumhuriyet’in özelliği bu. Askeri darbe dönemlerinde darbecileri eleştiriyor bu gazete! Bugün de Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor. Bu gayet doğal bir şey. Cumhuriyet’in görevi bu zaten. Bizim oralarda güzel bir laf vardır. “Akıllı adam kendine atılmış taşlardan bina yapar” derler. Yani bir eleştirmen size bir şey söylüyorsa bu eleştiriye bak kardeşim hatan varsa düzelt, bu kadar basit bir şey. Cezalandırmak olmamalı sonuç. Bugün Türkiye’de ekonomi, tarım, dış politika, eğitim çökmüş durumda. Ve bu gerçeği kapatmak için, hükümet dikkati sansasyonel alanlara çekmeye çalışıyor, bize açılan davalar gibi. Ama bu şekilde devam edemezler. Bu dava da herkes için beraatla sonuçlanacak. Buna yüzde 100 inanıyorum.
***
Gardiyanlar çıkarken özür diledi
» İçerde size yaklaşım nasıldı? Bir tür Ergenekon süreci gibi mi?
İçerde bize başta çok aşağılayıcı davrandılar. Bir örnek vereyim… Girerken herkes gibi ben de sırt çantamı boşaltıp koydum önlerine. Sonra genç bir gardiyan, çantayı ters çevirip bir silkeledi, ve çantadan 1 lira düştü. Bunun karşılığında aynı gardiyan bana “Utanmıyor musun bunu saklamaya” dedi. 1 lira düşmüş ya! Çok sinirlendim bu tavra ve o 1 lirayı çöpe attım. Yani davranışlar, bakışlar, konuşmalar başta bu şekildeydi. Ama sonunda ne oldu biliyor musunuz? O eylemi yapan kişi, 2 gün önce çıkarken, benden özür diledi. “Çok özür dileriz, biz size kötü davrandık. Ama sizin böyle insanlar olduğunuzu bilmiyorduk” dedi.