Yılmaz Özdil'le ''Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda'' üzerine Gamze Akdemir bir söyleşi gerçekleştirdi.
"Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda", usta gazeteci yazar Yılmaz Özdil imzalı. 3 Kasım 2002’den bugüne yokuş aşağı bir AKP'nin şeceresi. Zerre yorum yok, kronolojik bir izlekte yaşanan neyse yazılan da o. Beş gazetenin arşivinden 460 bin sayfa taranarak yazıldı. Sırf arşiv taraması bir buçuk yıl aldı. Köşe yazılarından derleme değil, sıfırdan yazıldı. Kısacık sürede 300 bin satış rakamını aştı. Özdil'le "Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda" üzerine Gamze Akdemir bir söyleşi gerçekleştirdi.
-“Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda”, 3 Kasım 2002’den bugüne geliyor. Sonu henüz yazılmadı!
- Ben virgül koydum, noktasını vatandaş koyacak inşallah!
- En çok neden yazıldı? Amacı, umduğu..
- Yetişme çağlarımda Demokrat Parti dönemini çok merak ettim. Sonu trajediyle biten bir süreçte, Türkiye’nin konumlanmasıyla ilgili de pek çok gelişmenin yaşandığı bir dönem olmasına karşın okuduğum yüzün üzerinde kitapta olayların sadece başını ve sonunu öğrenebildim. Çünkü o döneme dair bütün kitaplar ya Yassıada mağdurları tarafından yazılmış ya da Yassıada mağdurlarını yalanlamak için yazılmış. Daha çok işin sonu üzerinden polemik silsilesi haline gelmiş kitaplar.
İddia ediyorum, bugün bir genç Demokrat Parti döneminde hangi olaylar zinciri yaşanmış diye merak edip araştırsa Yassıada tutanakları dışında neredeyse hiçbir şey bulamaz. Bu kitabı bu yüzden yazdım. AKP dönemi yarın öbür gün unutulmasın, unutturulmasın, ne olmuştu diye merak edenler kaynak bulabilsin istedim.
- Eleştiride nasıl bir eşik denilebilir?
- Şöyle: Çok şükür ki internet çağında yazıldı. Okuyan herhangi bir kişi burada yazan doğru mu diye merak ederse her bir satırın internet üzerinden ve gazete arşivlerinden teyidi mümkün, sağlamasını yapabilir. Bu kitabın okura sunduğu garanti budur. Dolayısıyla bu da kitabı ideolojiden bağımsız hale getiriyor.
“KİTAPTA YORUM DEĞİL, ÇIPLAK GERÇEK VAR”
- Tüm bu süreçte yaşananlar acı ama gerçek! Kitapta AKP’yi en çok ne rahatsız edecektir diye soracağım ama neredeyse tümü edecek!
- AKP’yi asıl rahatsız edecek olan bu kitap sayesinde tüm bu yaptıklarının, yaşananların unutulmayacak olmasıdır. Yani siz insanları sahte CD’lerle hapse attınız. Yarın bunu unutturmak istediğinizde bu unutulmayacak mesela.
- Yorum yok, buna dikkat etmişsiniz.
- Kesinlikle. Bugüne kadar çok röportaj yapıldı bu soruyu da ancak Cumhuriyet sorabilirdi. Evet, kitapta bir muhalefet söz konusu değil. Yazarken isimlerden de olabildiğince uzak durmaya gayret ettim. Çıplak gerçek üzerinden yola çıktım. Yorum ve kişisel görüş katmadım. Bunun temel sebebi, özellikle Başbakan’ın ve yandaş medyanın toplumu kamplaştırma çabalarını çürütmek içindir.
Herhangi bir şeyi öne çıkarma da asla yoktur. Okuyanlar yorumunu kendisi yapsın istedim.
Bu kitabı en çok AKP’lilerin okuması lazım, bunu çok önemsiyorum. AKP’lilerden kastım Erdoğan ya da bu işten nemalanan üçkâğıtçı gazeteci ya da AKP’li belediyeden ihale alan müteahhit değil. Samimi olarak AKP’yi bu ülkenin sorunlarını çözecek siyasi parti olarak gören, zamanında Demirel’e, Ecevit’e belki Türkeş’e, Erbakan’a, Evren’in referandumuna, Özal’a oy vermiş, şu anda çözümün AKP olduğunu düşündüğü için ona oy veren, hayata kamplaşma, cepheleşme olarak bakmayan sıradan vatandaş. Bu kadar hedef gösterilmemize rağmen AKP’ye oy vermiş, bahsettiğim insanların bu kitabı ilgiyle okuması o kamplaştırma çabalarının boşa çıktığının da göstergesidir.
“GEZİ, GEÇ BİLE KALDI!”
- Okurlarla temasınız… Nasıl tepkiler geliyor?
- Kandırıldığını düşünen ve kitabı okuduktan sonra bundan emin olduğunu ifade eden çok sayıda insan var.
- Kitap Gezi Direnişi’nden önce yayınlansaydı adım gibi eminim sizin direnişin örgütleyicilerinden olduğunuz söylenecekti.
- Her iftira atılabilir tabii, atabiliyorlar.
- Kitap toplumun kaynama noktasına gelişini ortaya da koyuyor haliyle.
- Kaçınılmaz bir son olduğu aslında görülüyor. Bu on senelik olaylar zincirini peş peşe okuduğumuzda Gezi olayları adı altında vücut bulan toplumsal özgürlük talebinin aslında ne kadar geç bile kaldığını da ortaya koyuyor ayrıca.
- Gündem bombardımanı altında yaşanılan bir ülke, yaşatılan bir halkız. Başbakan Erdoğan konuk olduğu bir programda bir liderin sürekli gündem yaratabilmesi gerekir demişti anımsarsınız..
- Evet, işim bu demişti. İyi iş tabii! Durmayıp devam ettikleri bir yol var. Bu gidilen yolu kamufle etmek için sayısız patika yaratıyorlar. Dolayısıyla siz hangi yol üzerinde gidildiğini göremiyorsunuz.
“YANDAŞ MEDYA TOPLUMU TUFAYA GETİRMEK İÇİN VAR!”
- Magazinle de sıkı fıkı ulusların başındayız.
- Magazin çok önemli bir ihtiyaç, magazinsiz hayat olmaz. Ama Türk basınının özellikle AKP yandaşı ve yalakası kadroları, siyasetle magazini o kadar ustaca harmanlamış ki arşiv taramasında da gördüm, gerçek sorunlar unutturulmuş gitmiş.
- Toplum yuttu diyorsunuz.
- Tabii. Meclis’te çok önemli bir kanun ya da hayati bir ekonomik gelişme veya dış politika problemi söz konusuyken bir magazin olayının güya farklı sahipler, farklı müdürlerce yönetilen televizyonlar ve gazetelerce koro halinde pompalanması tesadüf değildir, planlıdır.
- Belli zamanlarda düğmeye basıyorlar.
- Tamamen öyle. Adı konulmamış bir ağ var medyada. Medya patronlarının ve hatta medya çalışanlarının şahsi çıkarları için toplumun ve ülkenin geleceği heba ve feda edildi, ediliyor. Açık, net böyle bu. Bunu o gün yaşarken belki çok hissetmiyorsunuz. Bu kitap gibi bir dökümle karşılaştığınızda ise anlıyorsunuz ki aslında toplumca hep tufaya getirilmişiz!
“BURASI CIA, KGB, MOSSAD, EL MUHABERAT’IN COĞRAFYASI. İETT İLE BU İŞ OLMAZ”
- Suriye… Savaşa giremedik! Ne büyük bir hayal kırıklığı! ABD’ye neredeyse küstük küseceğiz! Nasıl yorumluyorsunuz, Erdoğan ve Davutoğlu’nun açıklamalarını? Bir ülkenin savaşa girmeyi bu kadar istemesi hem de din kardeşi üstelik..
- Korkunç bir şey kuşkusuz. Bize ait olmayan bir kavganın içinde olmak ve bunu terör yoluyla desteklemek… Bana göre Türkiye alenen suç işliyor! Hem uluslararası terör bağlamında suç işleniyor hem ırk temelli ya da mezhep temelli politikalar yüzünden suç işleniyor. Bu coğrafya Rus-Amerikan paylaşımının merkezi. Bu ülkeler, elinin tersiyle patlattığında Türkiye’nin 150 sene ayağa kalkamayacağı ülkeler. Şahsi çıkarını korumak için iktidarda bir sene fazla oturabilmek için ülkenin geleceğini bu kadar tehlikeye atmak akıl kârı değildir. Bunu yazdığımda kızıyorlar ama şu bir gerçek ki; bu coğrafya CIA’in, KGB’nin, Mossad’ın, El Muhaberat’ın coğrafyası. Bunların içinde İETT ile bu iş olmaz. Çocuk oyuncağı değil.
- İETT’ciler derken… Açar mısınız?
- Bunu sadece dış politika anlamında söylemiyorum. Her konuda uzmanlara ihtiyaç vardır. AKP uzmanlığa inanan bir parti değil, sadece kendi uzmanlığına inanan bir parti. Mesela dünyanın en sivil ülkesi olan ABD’nin kabinesine bakın en az beş tane asker kökenli bakanı vardır. O açıyı da kaybetmek istemezler çünkü. Şimdi kendi ordusuyla savaşarak, kendi ordusunu esir ederek bu işin içinden nasıl çıkacak Türkiye? Ya da ekonomiyi ele alalım, ekonominin sağlıklı olabilmesi için bir kere birinci madde Merkez Bankası Başkanı’nın ağzından çıkan laftır. Küçümseme manasında söylemiyorum ama türban kriteriyle Merkez Bankası Başkanı seçiyoruz. Netice ne? İşte son bir aydır yaşıyoruz; dolar fiyatıyla ilgili önce doları tutamayız dedi Merkez Bankası Başkanımız, sonra hükümetten fırçayı yiyince elbette kontrol edebiliriz dedi, sonra 1.92 olur dedi, sonra çıktı 1.80 dedi. Siz diyelim ki yerli ya da yabancı bir işadamısınız neye göre hareket edersiniz. İşiniz iş yani! İETT’den kastım maalesef bu. Türkiye, tarihinin en kötü dış politika dönemini yaşıyor çünkü dış politika uzmanlarına “bunlar monşer” diye bakan bir iktidar var. “Bunlar bilmiyor” deyip dışarıdan milletvekili bile olmayan birini getirip Dışişleri Bakanı yapan biri var. Türkiye istihbaratta da feci bir dönem yaşıyor. Teşkilattan olmayan birini getirip istihbaratın başına koydular. Askeri istihbaratın başındaki adamları hapse tıkarsanız Türkiye tabii ki istihbarat zaafiyetine uğrayacak. İETT’den kastım bu!
- Kadrolaşmadan öte artık son dakika görevlendirmeleri hali söz konusu…
- Hem öyle hem de akıl almaz bir doymazlık var. Geçmiş dönemlerde de farz edelim iktidar değişti, işte TRT’nin genel müdürü illa değişirdi. Ama kameramana da kimse dokunmazdı yani. Şimdi kameramandan ışıkçısına, binaya alınacak suya kadar bir kadrolaşma var. İnanılmaz bir şey.
Bundan önce çalıştığım gazetede, Sabah-ATV döneminde TMSF tarafından el konulduğunda bunu somut şekilde gördüm. Tarikatlar ve cemaatler koalisyonunun bir anda binaya saldırdığını, o muhabir senin bu kameraman benim, işte perdeleri ben yaptıracağım, bu belgeselin masrafını ben alacağım diyen bir paylaşım koalisyonu gördüm.
“TÜRKİYE’NİN RUHUNUN BÖLÜNMESİ İÇİN BİR ÇABA VAR”
- Kürt Açılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Hem 30 yıldır bu ülkede gazetecilik yapıyorum hem de bu kitaptaki notlar itibarıyla bakarsak Türkiye’nin coğrafi olmaktan çok iç mutabakatının, ruhunun bölünmesi için çaba var.
- Müsait miydik buna?
- Ben olmadığını düşünüyorum ki bu kadar zaman başarılamadı. Bizim tavuklarımız karışmış bir kere. Biz Çekoslavakya değiliz, Çek burada Slovak orada değiliz. Biz kız alıp veren, duyguları ortak, kaderi ortak bir toplumuz. Araya giren bunca kana rağmen, propagandaya, istihbarata, birkaç ülke kuracak kadar harcanan paraya rağmen başarılamamasının temel sebebi de bu.
- Kinci bir ustalıkla rövanş aldı/alıyor Erdoğan AKP’si. Tadını çıkara çıkara!
- AKP’nin iktidara gelmesinin temel sosyolojik sebepleri neydi? Başlıca işte ekonomik sıkıntılar, askerin siyasete müdahalesi, sermayenin kendisini toplum mühendisi olarak görmesi, mevcut siyasi partilerin ve liderlerin tükenmesi, başörtülü kızların üniversiteye alınmaması, Kürt denmesinin yasak olması, köylerin yakılması, insanlara dışkı yedirilmesi gibi ağır gerçekler neticesinde patlama noktasına gelmiş sorunlar getirdi AKP’yi iktidara. Bu aslında çok çok çok büyük bir avantajdı da onlar için. AKP gerçekten tarihe damgasını vuracak bir uzlaşma sağlayabilirdi. Ama bu olan bitenin yanlış olduğunu topluma anlatmak yerine toplumun kendisinden olmayan kısmını cezalandırma yoluna gitti. 2002’den beri benim AKP’ye karşı olmamın temel sebebi de budur. Yani AKP bu fırsatı kaçırdı. Hayata dinci gözlükle bakan kadrolardan demokrat olmadı, olmaz. Despotik davranmayı seviyorlar, kendinden olmayan herkesi düşman olarak görüyor ve bunu dillendiriyorlar da. Bu kitabın insanlara hatırlatacağı önemli kavramlardan biri de maalesef bu ülkenin Başbakanı’nın ırk, dil, din farkı gözeterek halkı nefret ve düşmanlığa sevk etmekten mahkûm olmuş olmasıdır. Böyle birisini Başbakan yaparsan, halk da birbirini ırk, dil, din farkı gözeterek birbirinden nefret eder. Bugün geldiğimiz nokta maalesef budur.
“AKP’DE ARTIK DİKİŞ TUTMUYOR, İSPİYON KUYRUĞUNDALAR!”
- AKP içindeki birlik konusu… Gezi Direnişi’de de iyice ayyuka çıktığı gibi eskiden tek yürek davranabilirken artık bölük pörçük acayip tepkiler veriyor AKP’li yetkililer. Çelişik söylemler içindeki Arınç, Topbaş ve Vali Mutlu’nun kameralar önündeki halleri malum... Onlar başka Erdoğan başka telden çalıyor..
- Buna artık dikiş tutmuyor diyebiliriz. Mesela Başbakan’ın ağlamasını da artık kimse yemiyor. Tutmuyor dikiş, kimse de yutmuyor artık.
- Gezi, topluma nasıl bir cesaret vermiştir ve AKP nasıl irtifa kaybetmektedir?
- Başbakan açıkladı işte, “kendi” gençlerine -demirbaşı herhalde- “tırsmayın, pısmayın” diyor. Demek “pıstıklarını” düşünüyor. Tarih, toplumun gençlerini karşı karşıya getirmek için bu kadar çaba harcayan bir Başbakan görmemiştir. AKP’nin yokuş aşağı gittiğini düşünüyorum. Bunu şu manada da gözlemliyorum, AKP bir çıkar koalisyonu. İçinde liboşlar da var, yalandan umreye gidip dönüşte freeshop’tan viski alan da var. AKP’li belediyeden ihale alan zampara müteahhit de var, oruçla, namazla alakası olmayan Türkiye’de bile yaşamak istemeyen, parasını İsviçre’de istifleyen işadamı da var. Dinci de var, tarikatçı da var, cemaatçi de var. Çıkar koalisyonu olduğu için dışarıya bilgi sızmıyor senelerdir. Mesela İstanbul Belediyesi ile ilgili hiçbir şey öğrenmen mümkün değildi veya herhangi bir kamu bankası ile ilgili çıt çıkmazdı. Böyle bir kenetlenmişlik vardı. Şu anda bir gazeteci olarak çok açık şekilde görüyorum ki AKP’liler birbirini ispiyonlamak için kuyruğa girmiş vaziyette. Bu bir iktidarın düşüşe geçtiğinin kanıtıdır. İşte şu belediyede bu oluyor diye senelerdir o belediyede çalışan adamın şimdi AKP karşıtı olduğunu düşündüğü gazetecilere ve gazetelere bunları servis ettiğini, ihbarın, muhbirliğin başladığını, ispiyonun başladığını görüyorum. Önceki yerel seçimde böyle bir şey yoktu ama şu anki yerel seçimde belli ki adaylar üzerinde bir rahatsızlık var ki belediye başkanlarını ispiyonlama konusunda yarış var.
- Erdoğan’ın hiddetinden içeriden pek çok kimsenin nasibini alması da var.
- Mutlaka öyledir. Ben AKP’nin bir bütün olarak kalamayacağını düşünüyorum. AKP yokuş aşağı! Durumu budur!
- Sizinle uğraşan çok.
- Normal.
- Şu sıralar yine uğraşıyorlar.
- Vız gelir tırıs gider.
- Yine mi, hâlâ mı?
- Tabii.
“BU SPOR BAKANI’NA KİRAZ FESTİVALİNİ BİLE VERMEZLER”
- Önceki söyleşimizde de böyle demiştiniz.
- Hakikaten çalışayım, yazayım diye bir derdim yok, umurumda değil. Bu işi severek yapmıyorum. Bir de o uğraşanları şundan da ciddiye almıyorum; aslında onların nefret ettiği bir prototip var, bu prototip Hürriyet gazetesi, bu prototip Cumhuriyet gazetesi. Sıradan insanlarız ama sanıyorlar ki elimizde puroyla Boğaz’a karşı viski içen tipleriz.
- Entel, danteliz!
- Sırf bu bile ne kadar cahil olduklarını gösteriyor. Üstelik bunlar ahlaksız ve yalancı. Bunu yazmanı özellikle rica ediyorum, mesela İstanbul’un en lüks mekânlarına, otellerin Çin restoranlarına veya Boğaz’daki en lüks mekânlara gidin bu yalaka medyayı göreceksiniz. Çünkü parayı bulur bulmaz önce buralara giderler. Çünkü yaşamayı Boğaz’a gitmek sanıyorlar. Aslında topluma hedef gösterdikleri kitle gibi yaşamak istiyorlar ve bu yaşam tarzının ev, otomobil ve lüks mekânlardan ibaret olduğunu sanıyorlar. Bu kadarla kalsa iyi! Bu hâkim gaflet halinin farklı tezahürleri de oluyor. Mesela hayatları boyunca olimpiyat seyretmedikleri için İstanbul’un olimpiyat alabileceğini de sanıyorlar.
- Olimpiyatın temsil ettiği her değerle ters de düşmüşken üstelik.
- Aynen öyle. Hayatlarında bir kez Olimpiyat seyretmiş olsalar, aday olmak için gerekenleri bilir ve ona göre çalışırlardı belki. Bu Spor Bakanı’na kiraz festivalini bile vermezler.
- Arınç, biz Tokyo’yu da biliyoruz dedi.
- İstanbul’un iddiası ne, kıtaları bağlamak! Kıtaları bağlayan köprüyü de Japon yapmış, alttan geçen Marmaray’ını da Japon yapıyor! Neyi biliyorsun yani!
Gamze Akdemir
Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda/ Yılmaz Özdil / Doğan Kitap/ 352 s.