'Yaksaydı dünyayı o yakardı...'
Hürriyet gazetesi yazarı Uğur Vardan bugünkü köşesinde Müslüm Gürses'in hayatını anlatan "Baba: Müslüm Gürses" filmini kaleme aldı.
Vardan'ın "Yaksaydı dünyayı o yakardı..." başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
"Arabesk müziğin efsanelerinden Müslüm Gürses’in acılarla, üst üste gelen darbelerle, travmalarla dolu hayat hikâyesi beyazperdede. ‘Müslüm Baba’ adlı çalışma sinematografik açıdan ortalamayı aşamasa da duygusunu seyircisine geçiren bir yapım olmuş.
Kuşkusuz ana taşıyıcısı Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur ikilisiydi. Ama koroya sonradan katılan Müslüm Gürses, bambaşka bir rüzgâr estirdi ve ‘arabesk müziğin’ ölümsüz sesleri arasında yerini aldı. ‘Baba’ lakaplı sanatçının sadece sesi değil, öyküsü de farklıydı. Ve belki de başarısı, bu denli geniş bir hayran kitlesine ulaşması bu farklılığın eseriydi. Çünkü ruhunu, yaşadıklarını şarkılarına, tarzına yansıtıyordu. Bu aslında bir zamanlar, Adana Halkevi’nde tanıştığı ve hayatına yön verdiği hocası, bağlama ustası ‘Limoncu Ali’nin ona verdiği tavsiyenin dışavurumuydu. Mesele sadece şarkı söylemek değildi; içindeki sesi dışarıya bütün samimiyetiyle yansıtmaktı.
2013 yılında aramızdan ayrılan bu müstesna sanatçının hikâyesi bir film olarak huzurlarımızda. ‘Müslüm Baba’ isimli yapımda Gürses’in Urfa’da başlayıp Adana’da devam eden ve İstanbul’a taşınan serüveninden bütün köşe taşlarını izliyoruz.
Urfa, Adana, İstanbul...
Yönetmen hanesinde iki isim (Ketc-he ve Can Ulkay) yazan film, Müslüm Gürses’in 1978’de geçirdiği trafik kazasıyla açılıyor, sonra geriye dönüşlerle Urfa ve Adana’da geçen çocukluğuna gidiyor, peşi sıra öykü parantezini kapatıyor. Ardından da hayat arkadaşı Muhterem Nur’la tanışma faslını ve bu ilişkinin, zaman zaman kıyıya vuran gelgitlerini izliyoruz. ‘Müslüm Baba’, sanatçının gerçekten de film olmayı hak eden, travmatik dönemeçlerle dolu hayatını perdeye taşıyor. Bu hikâyenin abartmalara, özel dokunuşlara, kimi senaryo oyunlarına ihtiyacı yok; sadece kulak kabartmak bile yeterli. Zaten film de çok fazla sinematografik dokunuşlara (aslında yönetmen hanesinde iki isim olunca daha fazla şey beklemek hakkımız sanırım ama!) sahip değil; seyircisini baştan sona yürek yakan bu alabildiğine hüzünlü hayat öyküsünün peşine takıyor ve bir anlamda sade bir dille görselleştiriyor.
Mendiller hazır olsun...
Müslüm Gürses (ki gerçek soyadı Akbaş, ‘Müslüm Gürses’ sahne adı), her şeyiyle bir duygu insanı. Şarkılarına, sesine, sanatına ruhundaki inişler çıkışlar, hayatın onda bıraktığı derin izler damga vuruyor. ‘Müslüm Baba’ böylesi bir portreyi perdeye taşırken aslında fazlasıyla klişelere başvuruyor ama bence zaten filmin başarısı biraz bu tavrında ama asıl olarak ele aldığı duygularını seyirciye geçirmesinde yatıyor. Belki de şöyle bir tarif daha doğru: ‘Müslüm Baba’ duygusu olan bir film...
Performanslara gelince: Kuşkusuz Müslüm Gürses’i canlandıran Timuçin Esen’in nasıl bir portre ortaya koyduğu merak konusuydu. Cevap: Başarılı, inandırıcı, etkileyici... Şarkıları kendisinin seslendirmesi ve bu yükün de altından kalkması ayrı bir alkışı hak ediyor. Keza sanatçının gençliğini canlandıran Şahin Kendirci de gayet iyi... Muhterem Nur’da izlediğimiz Zerrin Tekindor da performans olarak başarılı ama Müslüm Gürses’te öne çıkan fiziki benzerlik Muhterem Nur karakterinde niye tercih edilmemiş, orasını pek anlamadım. ‘Limoncu Ali’de Erkan Can ise her zamanki klasında. Öte yandan filmin kostüm tasarımı ve sanat yönetimi de gayet iyi. Öykünün uğradığı zaman aralıklarındaki giyim-kuşam, araba modelleri vs. dönem ruhunu yansıtacak biçimde gerçekçi...
Nihayetinde ‘Müslüm Baba’, sinemasal olarak belki üst düzey bir çalışma değil ama hem kendi derdini hem de ele aldığı karakterlerin dertlerini aktarmanın üstesinden geliyor. Son olarak, salona mendillerinizi hazırlayarak gidin derim...
Yaksaydı dünyayı o yakardı..."
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları