Gel de bu adalete güven
Ahmet Tatar: Doğal olarak davaya müdahil olma talebi ile mahkeme kapısına koştuk. Ancak ne hikmetse duruşma öncesinde vermek istediğimiz dilekçeyi bile evraktan almak istemediler.
FETÖ nün medya, emniyet, yargı üçgeni ile kurduğu kumpaslara isyan edip 19 Aralık 2009 da Hak’ka yürüyen Kardeşim Yarbay Ali Tatar’ın ardından 10 yıldır hukuk ve adalet arayışımız devam ediyor. On yıldır görünür görünmez birçok engele karşı mücadeleyi sürdürmeye, suçluları takip etmeye uğraşıyoruz. Baştan beri yaşadığımız engellemelerin hiç de rastlantı olmadığını süreç içerisinde yaşayıp öğrendikçe canımız bir kez daha yanıyor.
15 Temmuz darbe girişimi, o zamana kadar ısrarla anlatmaya çalıştığımız karanlık örgütün yüzünün ortaya çıkarınca umutlanmıştık. En azından devletin her kademesinde örgütlenen FETÖ nün görünen unsurları teşhir olup tutuklanmışlardı. Zamanla bu örgütün gizlenen unsurlarının da açığa çıkarılmasını, devlet kurumlarının temizlenmesini bekledik. Ancak süreç içinde FETÖ ile mücadele maalesef savsaklandı ve git gide kurumlarda varlığını devam ettiren FETÖ cüler çeşitli kılıklara girip rahatlamaya, yeniden güç kazanmaya başladılar.
Ali’nin kaybında birinci derecede sorumlu tuttuğumuz FETÖ savcısı Süleyman Pehlivan’da 15 Temmuzdan sonra tutuklananlar arasındaydı. Darbe sonrasında kaçan fakat bizimle birlikte yoğun bir kamuoyu baskısı sonucunda teslim olmak zorunda kalan Süleyman Pehlivan, Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yargılandı.
Doğal olarak davaya müdahil olma talebi ile mahkeme kapısına koştuk. Ancak ne hikmetse duruşma öncesinde vermek istediğimiz dilekçeyi bile evraktan almak istemediler. Duruşma günü destek için gelen arkadaşlarımızla birlikte adeta suçlu muamelesine maruz kaldık. İtirazlarımız hep “Başkanın emri” denerek geri çevriliyordu.
Bin dereden su getirilerek duruşma salonuna girmemiz engellenmeye çalışıldı. Duruşma başladığı ve içerde yer olduğu halde biz hala içeri girecek sayı konusunda görevlilerle tartışıyorduk. İçeri girdikten sonra mahkeme heyetinin sert ve incitici tavrı ile karşılaştık. Bizim yıllardır yüzleşmeyi beklediğimiz FETÖ tetikçisi bizden kaçırılmaya çalışılıyordu. Dış salonda Pehlivan’ın ailesine görevlilerin izzet ikram halinde olmaları zaten canımızı sıkmıştı ama içerde de benzer bir koruma kollama çabası tam bir hayal kırıklığı idi.
Türk ordusuna kumpas kuran, yargıya güveni sıfırlayan, Yargıtay’ın 150 yıllık itibarına gölge düşüren ve ülkeyi uçuruma sürükleyen FETÖ nün elemanı Süleyman Pehlivan değil de sanki biz yargılanacakmışız gibi bir hava estiriliyordu duruşma salonunda. Avukatlarımız, bizler neredeyse hakarete varan sözlerle, dışarı atmakla tehdit edilirken, Süleyman Pehlivan son derece nazik bir muameleye tabi tutuldu. Önce çok tedirgin görünen Pehlivan hızla rahatladı.
“Lütfen” izin verilip müdahillik dilekçemizi okumaya başladığımda başkanın asıl tacizleri başladı. FETÖ sanığı Süleyman Pehlivan ve avukatının savunmasını hiç kesmeden dinleyen heyet başkanı, araya girerek, beni sürekli ikaz ederek yıldırmaya çalıştı. Aynı tavrı avukatlarımızın konuşması sırasında da sürdürmekten çekinmedi.
Nihayetinde bilindiği üzere “Suçtan zarar görmediğimiz” gerekçesi ile müdahil olamayacağımızı bildirdiler. Bu karara “Daha nasıl bir zarar görmemizi bekliyorsunuz” şeklinde tepki gösterince de bir daha duruşmalara alınmadık. Daha sonraki bütün duruşmalarda Yargıtay’ın nizamiye kapısı dışında bekleyip içerden haber almaya çalıştık. Pehlivan ailesi ise hiçbir sorunla karşılaşmadan, çaylarını kahvelerini içip rahat rahat duruşmalara gelip gittiler. Sonuçta sanığa sadece örgüt suçlaması ile bir cezaya hükmedilip dosya kapatıldı.
Bunları hatırlamamın nedeni, o günkü heyetin başkanı Burhan Karaloğlu’nun doktor oğlu ile ilgili Veryansın TV haber sitesine düşen bir haber oldu.
Yasak yere park etme nedeniyle aracı çekilen KBB doktoru Furkan Karaloğlu, önce trafik polisleri ile tartışıyor, sonrasında işi polislere fiili saldırıya dökünce karakola götürülüyor.
Durumdan haberdar olan babası Yargıtay 9. Ceza Dairesi önceki Başkanı Burhan Karaloğlu makam arabası ve korumalarıyla beraber hemen karakola gidiyor. Önce ilçe emniyet müdürüyle, ardından il emniyet müdürlüyle görüşüyor, oğlu Furkan’ın serbest bırakmasını, kendisinin bizzat oğlunu nöbetçi savcılığa götürüp ifadesini aldıracağını söylüyor. Ancak polisler kabul etmiyor. Sonrasında Ankara Başsavcı vekillerinden birinin araması ile Furkan Karaloğlu serbest bırakılıyor.
Haberden öğrendiğim ve benim için ilginç olan diğer bilgi ise serbest bırakılan Furkan Karaloğlu’nun FETÖ üyesi olmak suçlaması ile Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile yargılanıyor olması.
Devlet hastanesinde çalışırken KHK ile atılan ve şimdi özel bir hastanede çalışan Furkan Karaloğlu’nun FETÖ üyelerinin kullandığı kriptolu iletişim ağı Bylock’u kullandığı ve 280 adet Bylock görüşmesi olduğu kayıtlara geçirilmiş.
14 Kasım 2019 da Müyesser Yıldız’ın OdaTV de yayınlanan yazısında Burhan Karaloğlu ile ilgili yazdığı şu satırları da ayrı bir yere koyuyorum:
“Karaloğlu'nun Başkanlık yaptığı yargılamalar sırasında şu ilginç gelişmeler yaşandı: Bazı sanıklar, kendilerinin yargılanmasına gerekçe gösterilen 2011-2013 yılları arasında “Cemaat üyesi olan ve olmayan Yargıtay üyelerinin tanıştırıldığı” toplantılara Başkan Karaloğlu'nun da katıldığını öne sürdü.”
Antalya valisi Münir Karaloğlu’nun da kardeşi olan ve Burhan Karaloğlu’nun 9. Daire Başkanlığı sona erdi. Ancak Yargıtay üyeliği halen devam ediyor.
Vaziyet bu.
Şimdi ben her Türk vatandaşı gibi hala hukuka adalete güvenmek; suçluların hak ettikleri cezaya çarptırılacağına, devleti ele geçirmeye kalkan FETÖ ile mücadelenin devam edeceğine inanmak istiyorum.
Ancak bunları öğrendikten sonra, sorumluluk makamlarında bulunanlardan kendilerini benim yerime koymalarını rica ediyorum.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinde karşılaştığımız muamelenin, yapılan uygulamanın, verilen kararın ne kadar adil, ne kadar tarafsız, ne kadar hakka ve hukuka uygun olduğunu bizlere izah edebilir misiniz acaba?
Söyleyin!
Neye inanalım, kime ve neye güvenelim?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları