Biz De Üzgünüz
Şubeye gittiğimizde karşıma gelen komiser de pek üzgündü; “Kusura bakmayın sizi de getirdik buraya kadar...
Sabahın köründe kapımı çaldıkları
için gerçekten çok üzgündüler. Biri bilgisayarımın hard diskini kopyalarken
diğeri kitaplarımı, CD’lerimi bir çuvala dolduruyordu. Diğeri de benimle
dertleşiyordu.
“Abi hayat çok zor, çocukların
okul masrafları belimizi iyice büktü, memurlara yaptıkları zammı duysan
gülersin vallahi. Ama iş kendi zamlarına gelince iki dakikada geçiriveriyorlar
meclisten…”
“Aman dikkat” dedim… “Böyle
konuşmaya devam edersen bir sabah senin kapına da dayanıverirler…”
Ne demek istediğimi hemen anladı,
gülümsedi…
“Haklısın Abi, ama ne yapalım biz
de emir kuluyuz; inan bunu yaparken içim sızlıyor…”
Diğer ikisi “Biz işimizi bitirdik
amirim”, diyerek ellerinde çuvallarla geldiler.
Mahcup bir edayla bakıp, “Abi seni
götürmek zorundayız, kusura bakma…”
“Estağfurullah, canın sağolsun…”
Bir şey daha söylemek istiyordu,
ama belli ki mahcubiyetinden söyleyemiyor, kıvranıp duruyordu.
“Sen bir şey diyeceksin galiba,
söyle çekinme…”
“Ya abi, prosedür gereği kelepçe
takmak zorundayım yoksa valla kötü bir niyetim yok…”
“Ne demek canım, biliyorum sen de
emir kulusun…”
Ellerimi uzattım, bileğime kelepçeleri nazik bir şekilde taktı…
Şubeye gittiğimizde karşıma gelen
komiser de pek üzgündü;
“Kusura bakmayın sizi de getirdik
buraya kadar; çocuklar bir saygısızlık falan yapmamışlardır inşallah !”
“Gayet naziktiler…”
“Bakın eğer yapmışlarsa söyleyin,
okuyayım canlarına…”
“Vallahi yapmadılar…”
O da pek dertliydi, önce hayat
pahallığından falan söz etti… Benim televizyona dizi senaryoları yazdığımı öğrenince
pek bir sevindi. Tek eğlenceleri oymuş; ailecek izliyorlarmış, hele hele
kayınvalidesi bayılıyormuş. Bana dizilerin ilerleyen bölümlerinde neler
olacağını sordu. Kayınvalidesine anlatıp hava atacakmış…
Ben de “Valla diziler de aynen hayat gibidir,
ne olacağı pek kestirilemez; tam bir şey planlarsınız o sırada kapınız çalınır,
polis gelmiştir, alıp götürür hop senaryo bambaşka bir şekilde devam eder…”
dedim.
Ne demek istediğimi hemen
anlamıştı…
“Biliyorum, ben de farkındayım bu
olanların hiç normal olmadığını ama ne yapalım ki durum böyle… Ben de çok
üzülüyorum aslında…”
Ben kendi derdimi bırakıp onu
teselli etmeye çalıştım…
Hiç istemediği halde ifademi alıp savcılığa sevk etmek zorundaymış; serbest kalmam için dua da edecekmiş; çünkü serbest kalmazsam dizinin devamını yazamayacağım için izleyemeyeceklermiş, özellikle de kayınvalidesi pek üzülecekmiş…
Savcının karşısına geçtiğimde pek
üzgün gördüm; dokunsan ağlayacaktı…
Hiçbir güvenceleri yokmuş, birine
dava açsalar “neden açtın?” açmasalar
“neden açmadın?” diye hesap sorabiliyorlarmış. Açtıkları
davadan ötürü başka bir savcı gelip onları soruşturabiliyormuş. En kötüsü de
insanın bir anda kendi açtığı davanın bir numaralı sanığı olarak bulmasıymış.
“Sözde yargı bağımsız, eskidendi
o; uykularım kaçıyor. Bazen bas istifayı çek git, diyorum. Sonra diyorum “dur
oğlum, otur oturduğun yerde” bunca yıl emek vermişiz, bir yere gelmişiz.
Avukatlık yapmaya kalksan o ayrı bir dert, of ya offf, illallah yani…”
“Üzülme yahu her şeyin bir çaresi
bulunur” diye teselli etmeye çalıştım…
“Bulunmaz” dedi, “İşi o kadar
karıştırdılar ki artık kimse çıkamaz işin içinden…”
Onun derdine üzülmekten kendimi
unutmuştum, ama bu kadar şikâyetten sonra herhalde beni bırakır diye umuyordum…
“Ya birader şimdi normal bir
durumda seni bırakmam gerek ama senin de hak vereceğin gibi durum pek normal
sayılmaz yani ortada emsal gösterilecek başka durumlar var. Şimdi seni
bırakırsam daha önceden emsal olabilecek kişiler seni emsal göstererek tahliye talep
edebilirler. Ama o emsaller her ne kadar seninle emsal teşkil eder görünse de
aslında emsal olmayabiliyor. Bilmem anlatabildim mi?”
Hiçbir halt anlamadığım için
öylece bakıp başımı salladım…
Üzülerek baktı, “Bir şey
anlamadıysanız haklısınız, çünkü ben de bir şey anlamadım… Ama netice
itibarıyla, seni istemeye istemeye mahkemeye sevk etmek zorundayım…”
Samimiyeti yüzünden okunuyordu, “Üzülme, her şey olacağına varır” diye teselli ettim…
Hâkim de pek babacan biriydi
doğrusu, eski filmlerdeki Hulusi Kentmen gözümün önüne geldi nedense. Dosyamı inceledikten
sonra savcıya döndü;
“Gene mi ya, gene mi… Getirme
böyle şeyleri evladım…”, diye sitem etti…
“Abi ne yapayım, sen de biliyorsun
işte…”
“Biliyorum bilmesine de bu çocuğa
da yazık yahu !”
Çocuk dediği ben oluyordum; birden
aklıma konser bileti sattıkları için tutuklanan çocuklar geldi, ürperdim.
Bana baktı, “İşin çivisi çıkmış
çivisi; bir halt olmaz artık hiç umudum kalmadı… Hukuk mu guguk mu belli
değil…”
“Haklısınız efendim”
“Tabii haklıyım… Şu iddianameye
bak, daha neyle suçlandığın bile belli değil…”
Savcı “Aynen öyle, size
katılıyorum; böyle iddianame olmaz !” diye destek verdi.
Kafam karışmıştı, acaba
iddianameleri savcılar dışında birileri mi yazıyordu? Kim bilir belki de
yapılan düzenlemeler arasında bunu da değiştirmiş olabilirlerdi…
Hâkim çaresiz halde baktı; o da
memnun değilmiş bu durumdan, verdikleri kararlar yüzünden sürgün edilen
meslektaşlarından söz etti. Böyle olmaması gerekirmiş ama kanunu uygulamak
zorundaymış. Bu yüzden beni istemeye istemeye tutuklamak zorundaymış. Bir
sonraki duruşma tarihi altı ay sonrasına verildi.
Ben tam itiraz edecektim ki,
savcıya dönüp dert yandı…
“Rezaleti görüyorsun değil mi,
adam içeride altı ay yatacak şimdi, ortada ne delil var ne bir şey; altı ay
sonra ne olacağı da belli değil, kim bilir ne kadar ertelenecek; üç yıl mı olur
beş yıl mı olur… Peki sonra beraat etse kim verecek onca zaman yatağının
hesabını, ha kim verecek !”
Savcı gene “Çok haklısınız sayın hâkimim” diye destek verdi…
Koğuşa gittiğimde önceden içeri alınan arkadaşları gördüm, küçük televizyondan haberleri izliyorlardı. Söylediklerinden önce muhalefet lideri konuşuyor sandım ama ses tonundan anladım ki başbakanmış… Başbakanımız pek duyarlı konuşuyordu her zamanki gibi, sesi titriyordu, üzgündü. Adalet sistemini eleştiriyordu; uzun tutukluluk sürelerini kıyasıyla eleştiriyordu… Ertesi gün gazetenin manşetinde Cumhurbaşkanımızın sözü vardı; o da yargılamalardaki bu karmaşadan çok rahatsız olduğunu söylüyordu.
Herkes umutsuz görünse de benim hâlâ umudum var; polisinden en üst düzeyine kadar herkes halimizin normal olmadığının farkında ve bizler için gerçekten çok üzülüyorlar…
Atay Sözer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları