Primum Non Nocere* (*Önce Zarar Verme)
Yeni alışveriş merkezinin açılışı pek heybetli oldu; burası sıradan bir AVM değildi...
Yeni alışveriş merkezinin açılışı pek heybetli oldu; burası sıradan bir AVM değildi, belki de dünyada ilk kez belli bir konuda uzman olan bir AVM açılıyordu. Burada her şey sağlık üstüneydi. Evet burası bir hastane değildi, buraya hastane demek gerçekten çok ayıp olurdu; büyük hastane, süper hastane, mega hastane, süper hiper mega hastane demek de tam olarak karşılamazdı burasını. Görüldüğü gibi buraya söylenecek söz bulunamıyordu, sözlüklerdeki hiçbir sözcük bu muhteşem eseri karşılayamıyordu.
Açılışı bizzat beyefendi yaptı;
bütün doktorları, hemşireleri, laborantları, teknisyenleri, hastabakıcıları
karşısına toplayıp parmağını sallayarak düsturunu çekti.
“Buraya gelenler sizin
müşterinizdir, müşteri memnuniyeti de her şeyden önce gelir…”
Yani doktorlar bundan sonra
kendilerine gelenlere “hasta” değil “müşteri” diyeceklerdi. Dolayısıyla
doktorlar da “doktor” değil “esnaf” olacaklardı; artık her şey değişiyordu,
değişime herkes ayak uydurmak zorundaydı…
Bu heybetli yapıyı dolaşmaya
başladım, burada yok, yoktu. Lokantalar, hamburgerciler, pizzacılar, mağazalar
buraya gelen hastaların hizmetine sunulmuştu; hatta vakit geçirmek için sinema
salonları bile mevcuttu, ünlü klasik Doktor Jivago oynuyordu. Dr Renault de Paris,
Dr Oetker gibi dünyaca ünlü doktorların şubeleri açılmıştı. Elbette bu
doktorlar yeni açılan bir hastanede olmayacaktı da nerede olacaktı? Başka ithal
doktorlar da vardı, Fransız, İngiliz, Japon, Rus, Endonezyalı, Rodezyalı,
hastane birleşmiş milletler merkezine beş basardı vallahi…
Kapıdan girdiğinizde iri harflerle
yazılmış bir yazı sizi karşılıyor.
“PRİUM NİL NOCERE”
Altında da çevirisi
“ÖNCE ZARAR VERME”
Hastane yöneticisi bu sözün çok
önemli olduğunu, bütün çalışanlara mesaiye başlarken dua niyetine bu sözü
ettirdiklerini söylüyor; diyor ki;
“En önemli ilkemiz bu ÖNCE ZARAR VERME… Önce zarar verirsen bizim için
kötü olur, işimiz zorlaşır. Bu yüzden temel ilkemiz, ÖNCE TAHSİLÂTINI YAP,
zararı sonradan da verebilirsin o bizi bağlamaz. Ama tahsilât yapmadan zarar
verirsen sonra hastadan para alman konusunda sorun çıkabilir. Mesela geçen ay bir
kıl dönmesi vakası gelmişti arkadaşlar tahsilatı sonra alırız diye ihmal
etmişler, hemşire de yanlışlıkla hastaya enfeksiyon kaptırmış, iş kangrene
döndü, kangreni tedavi etmek için hasanın kollarını bacaklarını kestik ama bunu
yaparken hastaya yanlışlıkla HİV virüsü kaptırdık tabii tahmin edeceğiniz üzere
masraflar katlanarak artıyor bu durumda; neticede hasta ex oldu. E tabii
mecburen faturayı hastanın oğluna götürüp ödemesini istedim. Terbiyesiz çocuk
kafa atıp burnumu kırdı. Bunca iş arasında bir de estetik ameliyatı çıktı
başımıza, gerçi bize %25 personel indirimi var ama gene de dünya para… O yüzden
artık işi sağlama alıyoruz, ÖNCE ZARAR VERME diyoruz…”
Tam bu sırada önümden yuvarlanarak
geçen bir böbrek, peşinde de onu kovalayan bir hastabakıcı gördüm. Nakil işlemi
için ameliyathaneye böbrek götürürken yere kapaklanmış ve böbrek elindeki
karton kutudan fırlayarak yuvarlanmaya başlamıştı. Bu müthiş kovalamacıyı
hastabakıcı kazandı, böbreği McDonalts’ın kapısında kıstırıp kıskıvrak yakaladı
ve karton kutusuna geri koydu.
Hastane yöneticisi “Organ nakli konusunda çok ileri gittik dedi…”
Kol, bacak, böbrek, dalak, yüz ne
bulurlarsa naklediyorlarmış…
Özellikle yüz nakli konusunda çok
talep varmış, insan içine çıkacak yüzü olmayanlar kapıda kuyruk olmuşlar. Bu
konuda hastaneler arasında ciddi bir rekabet başlamış durumda, çok doğaldır ki
hastanın müşteri, doktorlar da esnaf olunca serbest piyasa ekonomisi duruma hâkim
oluyor. Hastane yöneticisi “Geçenlerde
bir hastaya bir kol ve bir bacağı aynı anda taktık, rakip hastane de hemen iki
kol ve iki bacak taktı biz de hemen buna karşılık dört kol ve dört bacak birden
taktık, ne kadar ileri gittiğimizi hesap edin artık” dedi.
Hastaneler arası rekabet çok sıkı galiba, diye
sordum, gerçekten öyleymiş… Tıpkı bakkalların yerini AVM’lerin alışına benziyor
bu durum, önce bakkal dükkânlarını kapattılar bir bir sonra diktiler AVM’leri.
Küçük esnaf teslim oldu… Burada da önce
özel muayenehaneleri kapatmaya zorlandılar, küçük doktor “teslim” oldu. Sonra
da buraları açtılar. Peki rekabet bitti mi, ne gezer? Rekabet şimdi büyükler
arasında devam ediyor…
Özellikle cemaatin hastaneleriyle,
tarikatın hastaneleri arasında kıyasıya bir çekişme varmış… Bu çekişmeyi
hangisinin kazanacağı hasta açısından hiç ama hiç fark etmiyor tabii…
Biraz ötede test merkezi vardı,
her türlü tıbbi test yapılıyordu ama ondan önce yaptırmanız gereken bir “yoksulluk testi” vardı. Yoksulluk
testini geçemediniz mi yandınız; elinize üç kuruş olsun para geçtiği
anlaşıldığı anda “hasta olmak” değil
“hasta olmamak” gibi bir hakkınız
kalmıyordu. Cebinde parası olan potansiyel bir hasta olarak her ay sigorta
parası ödemek zorunda kalıyor…
Test merkezinden çıkan bir adam
sevinçten ağlıyordu, boynuma sarılıp yanaklarımdan öptü. “Kurtuldum” diyordu, test sonucunda “yoksul” çıkmıştı. Yoksul
birinin de hastaneye gelmesine gerek yoktu; “Artık evimde huzur içinde ölebilirim” diyordu.
Hastane gerçekten çok görkemli,
insan ailesini alıp hafta sonları gezmeye gelebilir. Alışverişini yapar,
hamburgerinizi yer, filminizi izler gelmişken de idrar tahlili yaptırabilir,
kan şekerinizi ölçtürebilirsiniz. Tüm binayı gezmeye vaktim yetmedi sonra gelip
gezintime devam edeceğim. Hastaneden çıkarken koca koca harflerle yazılmış o
yazı aklımdan çıkmıyor bir türlü : ÖNCE ZARAR VERME…
Atay Sözer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları