Kuşatma altında
Atay Sözer; Sultan Mehmet’in yeniçerileri içeri girdiği zaman, bunun farkında olup olmadıkları, hâlâ bu tartışmaları yapıp yapmadıkları konusunda bir bilgi henüz yok.
Konstantinapol henüz İstanbul, Sultan Mehmet de Fatih olmamıştı.
Surlar kuşatma altındaydı, Mehmet her an içeri girebilirdi.
Kapılar tutulduğu için şehre erzak girişi olmuyordu.
Dolayısıyla içeride açlık vardı.
Kuşatmadan sonraki olası işgal prosedürü belliydi, ilk üç gün yağma serbestti.
Yeniçeriler istedikleri şeyleri istedikleri kadar alabilecekti, tacizler tecavüzler de buna dahildi.
Zaten yeniçerinin tek gelir kaynağı kuşatma sonrasındaki bu üç günlük getiriydi.
Surların dışında olanları tarih kitaplarından okuya okuya artık ezberledik.
Surların içinde olanlar ise ilgi alanımızın epey dışındadır, oysa duruma şöyle bir bakarsak hiç de yabancısı olmadığımız insan davranışlarıyla karşılaşırız.
Çok ama çok ciddi sorunlarla yoğunlaşmışlardı o sırada.
“Osmanlı gelip de malımıza mülkümüze oramıza buramıza bir şey ederse biz ne halt ederiz?” dediklerini düşünüyorsunuz değil mi?
Yok, değil… Belki o da var ama daha alt sıralardadır belki.
Öncelikli olarak çok daha önemli konulara yoğunlaşmışlardı.
Gençlerin ayrı yaşlıların ayrı sorunları vardı.
Yaşlılar Ayasofya’da toplanmışlardı son derece hayati bir konu üzerine tartışıyorlardı.
“Melekler erkek midir, dişi midir?”
Peder Stavros’un öncülüğünü yaptığı grup:
“Tabii ki erkektir, zaten kadın denen mahluk da erkeğin kaburga kemiğinden olmamış mıdır?” derken; Peder Haralambus’un başını çektiği grup da;
“Melekler kadındır, çünkü kadın doğurgandır kadın anadır…” tarzı bir şeyler söylemekteydi.
Bu iki gurubun kavgası yetmiyormuş gibi bir de sonradan ortaya çıkan Cüppeli Peder Kastırosmos adıyla maruf biri:
“Melekler cinsiyetsizdir, onlar üçüncü cins içinde yer alırlar; ayrıca cennetteki hurilerin memeleri taş gibidir, oraya giden erkeklere on bin huri verilecek hepsiyle de yedi gün yirmi dört saat hasbihal edilecek, sonra gene yedi yirmi dört yiyebileceğin açık büfe olacak ziftleneceksin ziftleneceksin ama doymayacaksın, sonra gene hurilerle hasbihal edeceksin, sonra gene ziftleneceksin bu böyle devam edecek…” diye yeni birtakım tezler getirmeye başlayınca tartışmalar iyice alevlendi.
Bunlar olurken gençlerde hipodromda konuşlanmışlardı.
Burada sık sık atlı araba yarışları yapılıyordu.
İki ezeli takım vardı, “Maviler” ve “Yeşiller”
Her iki takımın da çok fanatik taraftarları vardı.
Mavilerin en gözde yarışçısı Mario mu daha iyidir yoksa Yeşillerin Hastiryo mu daha iyidir konusunda çıkan kavgalarda ciddi yaralanmalar oluyordu.
Bir hafta Yeşiller başka bir hafta Maviler kazanıyordu ama o haliyle bitmiyordu.
İnsanlar bir dahaki yarışa kadar o yarışın yorumunu yapıyordu.
Şehrin çeşitli meydanlarında yorumcular taraftarlara konuşuyordu.
“Mario bu hafta çok formsuzdu doğrusu, ayrıca atları da belli ki uykusuz bırakmışlardı, yarışı göz göre göre verdiler…”
“Yeşillere bu hafta yeni bir kısrak gelmiş o kimmiş biliyor musunuz beş yıl önce harikalar yaratan hipodromda fırtınalar estiren Fırtınasyus’un yavrusu; yani bu yıl mavilerin işi çok zor…”
Sık sık Mavili ve Yeşilli fanatikler birbirlerine giriyor, kafalar yaralanıyor, gözler çıkıyordu.
Sultan Mehmet’in yeniçerileri içeri girdiği zaman, bunun farkında olup olmadıkları, hâlâ bu tartışmaları yapıp yapmadıkları konusunda bir bilgi henüz yok.
Ancak bu sadece bir örnek sanırım “kuşatma altında” olup da tehlikeyi yok sayarak umutsuzluktan uzak durmak isteyen toplumlar kendilerine oyalanacak bir şeyler bulurlar.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları