Toplum müteahhitliği
Atay Sözer; Tv dizileri ise 40-60 dakika arasında olur. Bizdeki durum da başlangıçta bu şekildeydi. Ancak RTÜK sonrası getirilen düşünmeden yapılan yönetmelikler sonucu iş şirazesinden çıktı. Malum Tv kanallarının tek kaynağı program içine aldıkları reklamlardır.
Sinema, en kısa tanımıyla kaydedilmiş görüntüleri kullanarak yapılan bir anlatım sanatıdır.
Edebiyatçı bunu kelimelerle, ressam renk ve lekelerle, müzisyen de seslerle yapar.
TV dizisi, sinema sanatının bir alt türüdür.
Komedi, aksiyon, korku, macera, dram, belgesel, müzikal, kısa film gibi Tv dizisi de bir tür-dür.
Süresi 60 dakikadan az olanlar kısa film sayılır, bunun üzeri uzun metrajdır.
Sitkom denen mekân güldürüleri 30 dakika civarındadır.
Tv dizileri ise 40-60 dakika arasında olur.
Bizdeki durum da başlangıçta bu şekildeydi.
Ancak RTÜK sonrası getirilen düşünmeden yapılan yönetmelikler sonucu iş şirazesinden çıktı.
Malum Tv kanallarının tek kaynağı program içine aldıkları reklamlardır.
“Şu kadar dakika içinde ancak bu kadar reklam alabilirsin” türünden bir madde olunca 60 da-kikalık bir program içine alınacak reklama da bir sınır geliyor.
Bu kez daha fazla reklam için dizilerin sürelerinin artırılmasına gidildi.
Kanalın biri önce 70 dakikaya çıkardı bu aynı zamanda matematik olarak izlenme oranının (reyting) artmasına neden oldu.
Bu kez rakip kanal 80’e çıkartınca diğeri 90’a çıktı.
İş 180 dakikaya ulaştı, gün 24 saat olduğu için daha fazlası mümkün olmadı, gece yasından sonra diğer güne geçiliyordu çünkü.
İşin ta başında tehlikeyi fark eden senaryo yazarları “Yerli Dizi Yersiz Uzun” kampanyası baş-latmışlar ve epey ses getirmişlerdi.
Onlara hak vermeyen yoktu, yapımcılar bile “Çok haklısınız biz de çok rahatsızız bu durum-dan ama ne çare ki viran olası haneye gelecek ballı lokmalar” var diyorlar ve bir adım atmı-yorlardı.
Bu çarpık durum dizilerin önce fiziksel, sonra da kimyasal yapısını bozdu.
Öncelikle sahnelerin uzamasına, gereksiz sahnelerin çıkmasına neden oldu, iş bir kekemenin fıkra anlatmasına döndü; izleyicinin izleme keyfi önce kaçtı sonra da deforme oldu.
Bir öykünün başlangıcı, gelişmesi ve sonucu olur ama öykü bir türlü bitmeyince işin kontrolü de iyice kaçtı.
Sonunda öykü tükenince bu defa “Acaba bu bölüm ne uydursak?” durumu çıktı.
Senaristler başlangıçta senaryoyu bir yere götürürken bu defa senaryo senaristi istediği yere götürmeye başladı.
Eşeğinin kontrolünü kaybeden Nasrettin Hoca’ya “Nereye?” diye sormuşlar o da “Eşeğin gö-türdüğü yere” demiş.
Bizim senaristler de senaryonun götürdüğü yere gidiyor.
Senaryolarda duygu sıçramaları, karakter sapmaları, bağışlanmaz mantık hatalarından geçil-miyor.
Önce başka ülkelerde yapılan dizilerden uyarlama yoluna gidildi, onlar başı sonu belli olan işlerdi yani bir süre “senaryo ne olacak?” sorunu yoktu.
Tabii o dizilerin süreleri normal insanlara göreydi, kısa sürede o işteki öykü bitiyor bu kez se-naristler gene “Acep ne yazsak da durumu kurtarsak?” girdabına düşüyordu.
Elbette reyting almak için izleyicinin yumuşak karnını bulup o yönde öyküler yazılmaya baş-landı. İş şiddet pornografisine dönüştü, izleyen farkında olmadan o şiddetten hoşlanmaya baş-ladı; tıpkı uyuşturucu tutkunluğunda olduğu gibi o şiddet yetmeyince de şiddettin dozu her se-ferinde arttı ve artmaya devam ediyor.
Marjinal ilişkiler sanki hayatın doğal akışında olan sıradan olaylar gibi gelmeye başladı.
Sinema, toplum mühendisliği için çok etkin bir araçtır, bu bilinçli olarak yapılarak toplum egemenlerin istediği kıvama getirilir.
Örneğin sigara alışkanlığının bu kadar yaygın olmasının en önemli nedenlerinin başında bir dönemin rol model starlarının her filmde yerli yersiz içtikleri sigaralardır tabii sigara firmala-rının o filmlerin sponsoru olduğu pek bilinmez.
Film izlerken kola içip patlamış mısır yeme alışkanlığı da sinema sayesinde dayatılmıştır, ko-lasız ve mısırsız film izlemek çok büyük ayıptır.
Sevgilisiyle konuşurken kullanacağı sözler, ona ne tür hediyeler alması gerektiği de bunlar ta-rafından belirlenir.
Erkeğin küçük kutu içindeki tektaş yüzükle sevgilisinin önünde diz çökerek yaptığı evlilik teklifi klişesi sinema yüzünden yerleşmiştir. Bu veya bunun çeşitlemesi olan bir şekilde yapıl-mayan evlilik teklifleri kesin ayrılık nedenidir.
Yani toplumu güzelce yoğurup, kulak memesi kıvamına geldiğinde istedikleri şekli verirler.
Bu rezil durum ayrı bir yazının konusudur ve ciddi biçimde irdelenmelidir.
Bizdeki durum ise kontrolsüz, bilinçsiz yapılan bir toplum mühendisliğidir aslında daha çok bir Laz müteahhit durumu vardır.
Toplumu istediğim kıvama getireyim diye bir niyet yoktur belki ama sonuç faciadır.
***
Varsayalım ki dizi senaristleri Bürümcük Hanım’la Sülün Bey ve “Öksürük Şurubu” adlı di-ziye başladılar.
Başlangıçta her şey güzel gitti konu her zaman tutan bir konuydu.
İki farklı kutupta olan Montegü ve Kapulet ailesinin çocukları Romeo ve Jülyet birbirlerine âşık olmuşlardır. Aileler bu duruma karşı çıksalar da aşk galip gelir ama bu durumda öykü bi-teceği için bir şekilde devam etme zorunluluğu olur.
Romeo ve Jülyet evlenir; ama bu defa Romeo’nun dedesi Jülyet’in anasına yeşillenmeye baş-lar, Jülyet’in anası hamile kalıp bir oğlan doğurur bu çocuk Jülyet’in kardeşi dolayısıyla Ro-meo’nun kayınbiraderidir ama çocuk aynı zamanda Romeo’nun amcası olur. Jülyet’in babası da Romeo’nun anasını hamile bırakır, çocuk Romeo’nun hem kardeşi hem de eniştesi olur.
Tam bu arada Hamlet gelir o da Jülyet’in eltisine yürümeye başlar.
Şimdi Hamlet’in bu senaryoyla ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz, hiç ilgisi yok.
Ama senarist Bürümcük Hanım şu anda yıldızım parlıyor bu arada bir dizi daha çıkartayım diye “Sandık Tozu incisi” adlı bir diziye daha başlamıştır, ama yorgunluktan olsa gerek o hi-kayedeki Hamlet karakterini yanlışlıkta buraya sokmuştur daha da fenası buradaki Romeo da öteki diziye girmiştir.
Sonra Fuzuli diye bir karakter zuhur eder, aslında bu gerçek karakterdir ve diğer senarist Sü-lün Bey’in kayınçosudur bizimkine fena borç taktığından alacağının peşindedir, bir yandan senaryo yetiştirme telaşı bir yandan alacağının peşinde koşmak derken devreleri yanmış ve Fuzuli’yi farkında olmadan diziye sokmuştur, o da Romeo’nun babasına yürümeye başlamış-tır.
Peki izleyici bu duruma ne demiştir?
Hiçbir şey dememiştir çünkü her gece 4-5 saat ekran karşısında bunca saçmalığı izleye izleye beyni dumura uğramış bu yüzden de bir şey fark etmemiştir.
Yani bu durumu Shakespeare gelse çözemez.
***
Sonuç olarak dizilerin yersiz uzatılması bundan dolayı izleyiciyi ekran başından kaçırmamak için senaryoların pornografik bir hale evrilmesi izleyeni de beğeni düzeyi düşmüş bir kitleye dönüştürmüştür.
İşte size kontrolsüz yapılan bir toplum mühendisliği daha doğrusu toplum müteahhitliği ör-neği, ama kim bilir belki de kontrollüdür!
Belki işi yapanlar farkında olmadan bir üst akıl tarafından yönetiliyordur.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları