Şampiyonlar Ligi’ni göremeyen Galatasaraylı
Barış Terkoğlu; Eskişehir’i merak ediyordu. Hayatında hiç trene binmemişti. “Reklamlarda gördüm, tren hızlı gidiyormuş” diyerek annesini ikna etti. İki kez ertelendi. Biri hastalık biri Galatasaray seçmeleri için.
9 Ocak 2009’da doğdu.
Kulağına göbek adı okundu: Mustafa.
Bebekken ağladığında tek şarkıda susardı: Deniz Seki’den Sahici.
İlk kez 8 aylıkken saçını kestiler. Annesi bir tutamını sakladı. Çok sevdiği gür saçlarını büyüyünce uzattı.
7 Eylül 2009’da ilk dişi çıktı. Bir yaşında yürüdü. İlk mektubunu ilk doğum gününde aldı:
“Birlikte büyürken varlığının bana kattığı anlamları da büyütmesi vazgeçilmez bütünümüzün en güzel hislerinden biri. ‘Anne’ olmak güzel şeymiş.”
14 aylıkken “Anne” dedi.
Fanatik Galatasaraylıydı. Stadyumda çocuk gözleriyle ilk maçını izlediğinde büyülenmişti.
Annesi Karadenizli, babası Trakyalıydı. Hayde şarkısını, çift aksanla söylerdi: “Ayde gidelum ayde ayde...”.
(Arda taraftarı olduğu Galatasaray formasıyla)
Beylikdüzü’nde yaşıyordu. Bahçeşehir’de göletin kenarında babasıyla, ellerini arkada kavuşturup yürümeyi severdi.
3 yaşında düşüp kolunu kırdı. 4 yaş doğum gününü kendisi planladı. O gün siyah çizgili gömlek üzerine siyah bir kravat takmıştı.
5 yaşında uçurtma uçurmayı öğrendi. Aynı yıl anaokuluna başladı. İlk sırt çantasında Galatasaray arması vardı.
Okul, bulaşıcı hastalıklar da demekti. İyileşince “Hayata geri döndüm!” diye bağırdı.
İlk takım elbisesini terzi dedesi dikti. Üstüne giyip “Damat oldum” diye bağırdı.
En sevdiği oyuncağının adı Minnie’ydi. Minik köpeğinin adını Şeker koydu. Bindiği ilk akülü oyuncak arabası Ferrari, ilk bisikletinin adı Mavi’ydi.
6 yaşına yaklaştığında kendi odası oldu. Doğum gününe iki ay kala ilk kez Anıtkabir’i gördü. Galatasaray altyapısında futbol okuluna başladı.
Annesi, Berkin Elvan’ın öldürülmesine ağlarken o sakinleştirdi: “Önce Türkiye’nin başkanı olacağım. Türkiye’nin kurtulması lazım. Size emanet ettikten sonra futbolcu olurum.”
Anneler Günü’nde arı kostümüyle sahneye çıktı. Annesine şiir okudu. Hediyesi bir çerçevenin içinde kopyalanmış kendi el iziydi.
“Korku insanı kısıtlar, cesaret özgürlük verir” gibi cümleleri küçük bir filozof gibi kullanırdı.
İleride futbolcu olmayı hayal ediyordu. Barcelona’da oynayacaktı. Takımın adını taşıyan futbol okuluna gitti, Barcelona sokaklarında formasıyla dolaştı, oyuncularıyla fotoğraf çektirdi.
En sevdiği sayı 9’du. Okul numarasıydı, forma numarasıydı. 9 yaşının hayallerini yazmıştı. Gezeceği ülkelerin listesini yapıyordu. O sene Galatasaray şampiyon olsun istiyordu.
Küçük yaştaydı ama endişeleri ve takıntıları çoktu. Geceleri kötü rüyalarla uyanıyordu: “Bir kaza yapıyoruz. Ben camdan dışarı fırlarken uyanıyorum. Hep aynı rüyayı görüyorum. Çok korkuyorum.”
Eskişehir’i merak ediyordu. Hayatında hiç trene binmemişti. “Reklamlarda gördüm, tren hızlı gidiyormuş” diyerek annesini ikna etti. İki kez ertelendi. Biri hastalık biri Galatasaray seçmeleri için.
Okul bitti. Yaz tatilindeydi. Babasının ona bir sürprizi vardı:
“Trenle Uzunköpru¨’ye gidecekmişiz.”
Annesi boynundan öptü. Ayrıldılar.
İlk kez babasıyla trene binecekti. Heyecanlıydı. Annesini görüntülü arayıp trenin içini gösterdi. Tren ne güzeldi ne hızlıydı!
Sonra...
TREN KAZALARI POLİTİKTİR
Sonrası haberlerde “Son dakika: Tren kazası” altyazısı.
(Mustafa) Oğuz Arda Sel, 8 Temmuz 2018’de 9 yaşında Çorlu’da tren kazasında öldü. Babasıyla birlikte Uzunköprü’ye gömüldü.
Annesi Mısra Öz’ün, oğlunu anlattığı “Hep 9 Yaşında-Bir Melek Masalı” kitabında okudum hikâyesini. (Kırmızı Kedi Yayınları)
Arda’nın 9 yılını da kazanın ardından yaşananları da anlatıyor:
“Üzerinden 48 saat geçtikten sonra, daha oradaki deliller toplanmadan, gidenlerin kanları kurumadan yeni seferler başlamış bile.”
Anlatsam “Zaten biliyordum” dersiniz…
Asıl sorumluları kollayan soruşturma. Doğru inşa edilmemiş tren yolu. Liyakatsiz yöneticiler. Onları koruyan politikacılar. Suçlunun yağmur, kazanın kader diye anlatılması. Meclis’te AKP-MHP oylarıyla reddedilen araştırma önergeleri. Resmi açıklamaya göre 25 kişinin katledildiği, 340 kişinin yaralandığı kazanın asıl sorumluları yargılanamazken Arda’nın annesinin adaletsizliğe isyan ettiği sözleri nedeniyle yargılanması. Ailelerini kaybedenlerin üstüne copla, gazla, dayakla susturulması. Çocuk mezarı ziyaretinin bile polis takibinde yapılması. Duruşmalara bile gelmeyen bakım servis müdürü Mümin Karasu, hepi topu 1 ay 14 gün hapislikle davanın tek tutuklanmış sanığı olurken mağdur ailelerin avukatı Can Atalay’ın milletvekili olduğu halde aylardır hapiste tutulması. Uzaktaki Barcelona, Arda’nın ailesinin yanında olurken bizim hükümetin ailelere düşman gibi davranması. Politikadan uzak bir hayat süren Mısra Öz’ün, oğlunun ölümünün ardından politikleşmesi, “Başka Ardalar ölmesin” diyerek TİP’ten vekil adayı olması...
Yarın 1 Eylül. Sona yaklaşan davanın duruşması var. Adımı nasıl biliyorsam o salondan adaletin çıkmayacağını da biliyorum. Her şeyi geçtim, sanıklar ceza alsa dahi, infaz düzenlemeleri (2020) sayesinde, muhtemelen bir gün bile hapis yatmayacaklarının farkındayım.
Ben size Arda’yı anlatırken Arda’nın öldüğü yaşta olan oğlum Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’ne kalmasını kutluyor. Arda yaşasa, 14 yaşında olacak, kuşkusuz maçı izleyip o da sevinecekti. Ama Arda, hesap vermeyen sorumlular nedeniyle, hep 9 yaşında kalacak.
“Adalet rayların altında kalmasın” temennisiyle biten kitabı kapatıyorum. Dilimden “Tren kazaları politiktir” cümlesi dökülüyor. Bir gün annelerin oğulları değil, oğulların anneleri anlattığı kitaplar yazacağız. O gün Ardalar hep hak ettiği yaşta olacak...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları