Sesini kaybeden masumiyet
Barış Terkoğlu; Saldırgan değil ama Yağmur kaçtı. İstanbul’da sokaklarda yaşamaya başladı: “Havanın aydınlanmasını bekliyorum. Evdeyken de bekliyorum, babam yatağa gelmesin diye.”
İnsan sesini kaybeder mi? Çığlığı duyulmuyorsa kaybeder.
Neyse ki bu kez konuşuyoruz. Yoksa Narin’in ölümü de sessizliğin dipsiz kuyusunda kaybolup gidecekti. Belki milyonlar “Bulun” diye bağırmasaydı, “Katil kim” diye sormasaydı cansız bedeni suların içinde daha çok bekleyecekti.
Narin için öfkeleniyoruz. Peki Narinler için?
Önümde bir kitap duruyor. Adı: Katilimi Tanıyorum. Yazarı: Gazeteci Sinem Nazlı Demir.
Sinem’in kitabı bir istatistik çalışması değil. Kadınların anlattığı ya da öldülerse tanıkların ağzından hikâyeleri.
“Katilimi Tanıyorum” adı tesadüfen konmamış. Çünkü ensestten tecavüze, yaralamadan katletmeye kadar failler eş, sevgili, baba, ağabey, amca, komşu... Narin örneğinde olduğu gibi kadınların hayatını en çok “tanıdıkları” erkekler karartıyor.
Kitabı hazırlarken Sinem ile konuşmuştuk. Birbirinden farklı profildeki kadınlara ulaşmaya çalışıyordu. Acaba evsiz bir kadın yaşadıklarını anlatır mı diye merak ediyordu.
Okuduktan sonra gördüm. Bir gün çantasını alıp aramaya başlamış:
“Daha az görünen yerlerde kalmayı tercih ettiklerini öğrendim. Taksim Gezi Parkı’nın arka kısmına doğru gitmeye karar verdim. Orada dolaşırken bir bankta battaniyesi ve çantasıyla birlikte oturan Yağmur’u gördüm.”
Yağmur’un dostu yoktu. Aslında konuşmak istiyordu. Ama kime anlatacaktı?
Sinem’in uzattığı sigarayı aldı. Sesi çok kısık çıkıyordu:
“Birçok olayda bağırmak ve çığlık atmak zorunda kalmış. Bu nedenle ses telleri zarar görmüştü.”
Yağmur’un şiddet öyküsü evin içinde başlıyordu:
“Babam hep dövüyordu benle kız kardeşlerimi. İstismara gelecek olursak... İlk seferini hatırlıyorum. Bir keresinde gözümü açtığımda babamı yatağımda gördüm. (...) Kalktı yanımdan sonra. O gece altıma işemiştim. Kız kardeşime de aynısını yaparken görüyordum. Ama bir şey diyemiyordum.”
Babası rezilliğini artırmıştı. “Başkası yaparsa hamile kalırsın”, “Kimseye söyleme”, “El s...ceğine ben s..erim” Yağmur’un duyduğu laflardan bazılarıydı. Cesaretini toplayıp her şeyi annesine anlattı:
“‘Kendinizi korumayı bilmiyor musunuz? İyi bir şey olsaydınız babanız size bunu yapmazdı’ demişti. Göz yumdu, fırsat verdi.”
Aslında anne de şiddet mağduruydu:
“Annemi çok döverdi. Kolunu, bacağını kırdığı oldu. Sopayla vuruyordu genelde.”
Yağmur’u istemediği bir adamla çocuk yaşında evlendirmeye zorladılar. Hamile kaldı. Şiddet yüzünden karnındaki çocuğu da düştü.
EVDE NE VARSA BOĞUYORDU
Üç kız kardeş de evden kaçmıştı. Yağmur da kaçtı. Polis bulup ailesine teslim ediyordu. O da yeniden kaçıyordu:
“Sonra bir adamla karşılaştım. Esrar içiyordu. Çalışmıyordu. Onunla birlikte olduk, nikâh yaptık. Hamile kaldım. Esrar bulamayınca beni dövmeye başladı. Kızım doğdu ama bu durum yine de değişmedi. Ondan ayrıldım, Adıyaman’a gittim.”
Artık 23-24 yaşına geldi. Kafe sahibi Abdurrahman ile tanıştı. Birlikte yaşamaya başladılar:
“Evlenmemiştik, hamile kaldım. Aldırmak istedim, aldıramadım. Kürtaj parasını toplayamadım. 200 liram eksik kalmıştı, yapamadım. Şiddet görmeye başladım. Beni boğuyordu hep. Evde ne varsa onlarla boğuyordu beni. Kemerle, örtüyle, yazmayla, bazen de elleriyle. (...) Çocuğum doğdu, çocuğumu da boğmaya çalışıyordu. Dışarı çıkıp eve geldiğimde de soyunmamı isterdi. Vücudumun her yerine bakardı. Bir farklılık var mı, birisiyle bir şey yaşamış mıyım diye. ‘Bizimkisi namus meselesi, anca ölüm bizi ayırır’ diyordu.”
Abdurrahman dışarıda çok kibar bir adamdı. Kimse bunları yaptığına inanmazdı. Ama evde şiddet şiddeti doğuruyordu. Yağmur artık çekiçle dövülüyordu. Bir gün sesleri duyanlar polis çağırdı:
“(Abdurrahman) Kaçtı ve birinin evinde saklandı. ‘Başına hep polis mi dikelim’ dedi polis bana. Duruşma yapıldı. Duruşma günü beni eve kadar takip etmiş. Sokakta önüme çıktı. ‘Ne istiyorsun benden’ diye bağırdım. Kalçamdan bıçakladı. ‘Hafif yaralama’ dediler. Karakoldakiler de hâlâ ‘Evine dön’ diyordu. Bu olaydan sonra beş ay ceza aldı. Şu an firari, aranıyor.”
KADINLAR BAĞIRIYOR ASLINDA
Saldırgan değil ama Yağmur kaçtı. İstanbul’da sokaklarda yaşamaya başladı:
“Havanın aydınlanmasını bekliyorum. Evdeyken de bekliyorum, babam yatağa gelmesin diye.”
Çoğu zaman açtı. Yardımla yaşıyordu. Ancak uzanan çoğu zaman yardım eli olmuyordu:
“Birinden simit istedim. ‘Açım’ dedim. Bana su ve yemek aldı. Avukat olduğunu söyledi. Sonra, ‘Birlikte otele geçebiliriz, kahve içip dertleşelim’ dedi. Otel odasında sabaha kadar bana tecavüz etti.”
Yağmur’un vücudunda bıçak izi, jilet izi, kafasına vurulan sürahinin izi var.
“Birisi bana bir şey yaptığında donakalıyorum. Bir şey yapamıyorum. Nefesim kesiliyor” diye savunmasız kalışını anlatıyor.
Erkeklerden nefret ediyor:
“Hayatımda hiç erkek istemiyorum. Oğluma bile sırf erkek olduğu için tahammül edemiyorum.”
Elbette Yağmur çok bağırmış. Kimse, hatta annesi bile dönüp bakmamış. Bu yüzden en çok annesini affetmiyor.
Sonunda sesini yitirmiş:
“Sessiz çığlığım çok ama duyan yok. Geceleri kadınlar bağırıyor aslında.”
Her kadının yaşamında emin olun en az bir tane şiddet izi var. Emin olun Narin’in ölümü de o köydeki ilk şiddet hikâyesi değil. Köy neden susuyor diye kızıyoruz ya. Emin olun o köy, çocuğa ve kadına şiddetin en yakınından geldiği, birbirinin pisliğini bilen tanıkların ise suskunluk duvarları ördüğü koca toplum düzeninin küçük bir parçası.
En acısı da onları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin “er doğan”ların isteğiyle bir gecede kaldırılması. Yetmedi, 6284 sayılı yasanın da aynı sona doğru gitmesi.
Kalem değil, kitap değil, ses kayboluyor. Duyulmayan her çığlıkta bir çocuğun masumiyeti ölüyor.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları