Atatürk, İstanbul’u kurtarmasa bugün İstanbul’un fethini kutlayamıyorduk
Can Ataklı; Fatih’i kutsayarak İstanbul’un fethini göklere çıkaranlar, “Atamız” dedikleri Osmanlı’nın İstanbul’u aslında kaybettiğini Atatürk sayesinde bu kentin aslında yeniden fethedildiğini unutmamalılar.
ŞAŞIRDIM
Sedat Peker’den inanılmaz hamle
Açık söyleyeyim bu kadarını ben de beklemiyordum.
Herkes nefesini tutmuş Sedat Peker’in dün sabah 07.30’da yayınlayacağını açıkladığı 8’inci videosunu bekliyordu.
Saat tam 07.30’da yayını 100 bin kişiden fazla kişi o anda izliyordu.
Bu yazıyı yazdığım sırada izleme sayısı 5 milyonu aşmıştı.
Peker bana göre en önemli açıklamalarını 8’inci videoda yaptı.
Hesapta bir güvenlik örgütü görünümündeki SADAT adlı şirket üzerinden Suriye’deki IŞİD teröristlerine silah gönderildiğini söyledi.
Yine IŞİD’le petrol ticareti yapıldığını ileri sürdü.
Bu konu ile ilgili isimler verdi.
Cumhurbaşkanlığı İdari İşler başkanı Metin Kıratlı’nın Suriye’ye yapılacak büyük miktarlı tüm ticarete karar veren adam olduğunu iddia etti.
Peker, Metin Kırat’tan sonra iki ismin daha etkili olduğunu belirtti.
Bunlardan biri Murat Sancak, diğeri de Ramazan Öztürk.
Metin Sancak, tank fabrikasını Katarlılarla birlikte alan EtHem Sancak’ın yeğeni, Ramazan Öztürk de bu kişinin ortağı.
Peker’e göre IŞİD’in temsilcisi ise Ebu Şeymal adlı biri.
Suriye’deki teröristlere silah ve mühimmat gittiği yolundaki iddialar MİT TIR’ları ile gündeme gelmişti.
Bu konu “devlet sırrı” niteliğinde sayılmış ve bu nedenle pek çok kişi yargılanmıştı.
CHP Milletvekili Enis Berberoğlu ve gazeteci Can Dündar da bu haberden dolayı ağır cezalara çarptırılmışlardı.
Bu açıklamalar iktidarı çok büyük sıkıntıya sokacaktır.
Çünkü bu iddiaların doğru olması halinde Türkiye, teröre destek veren ve işbirliği yapan ülke konumuna geliyor.
Eğer bu eylem gerçekten yapılmışsa, bunu yapanın bir özel şirket olması hiçbir şeyi değiştirmez.
Devletin istihbaratı, polisi, ordusu gerçekten hiç haberi yoksa bile tüm dünyaya karşı “Bizim haberimiz yok” diyemez, bu inandırıcı olmaz.
Ayrıca yıllardır bu konuda dış basında yapılan yayınlar var, Birleşmiş Milletler’e kadar taşınmış iddialar var, bunların Türkiye’de hiç konuşulmamış olması durumu değiştirmiyor.
Kısaca şunu belirteyim; Bu konu önümüzdeki günlerde çok daha şiddetli biçimde tartışılacaktır. İktidar ve sözcüleri ile saray medyası elbette yalanlama yarışına gireceklerdir. Burada Peker’in şu sözleri çok önem kazanıyor; “Benim söylediklerime de inanmayın, ama şüphe edin, araştırın, öğrenmeye çalışın.”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Peker gençlere neden “sokaktan uzak durun” dedi?
Sedat Peker’in çok ilginç bir konuşma sistematiği var.
Lafı uzatıyor gibi görünüyor ama öyle bir anda geri dönüp müthiş bir ifşaatta bulunuyor ki neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz.
Peker dünkü konuşmasında 15 Temmuz’dan da söz etti.
Belli ki o gece ile ilgili çok şey biliyor.
“Sokağa önce biz çıktık” dedi Peker önce.
Sonra ekledi “Darbe oluyor dediler, olur mu söyle şey, arkadaşlarıma üniformalı görmeleri halinde vurmalarını bile söyledim.”
Ancak Peker o geceden sonra çok kırılmış, üzülmüş.
Çünkü kendi ifadesiyle “O gece onlar, yani halk durdurmuş darbeyi, ama ertesi gün başkaları kahraman olmuş.”
Buna fena içerlemiş Peker.
Üstü kapalı “O gece galiba biraz düzmeceydi” imasında bulunarak “40 yaş altındakiler dinlesin beni. Öyle hemen sokağa çıkmayın” dedi.
Bildiği mi var, yoksa yine “böyle bir şey olur” diye mi düşünüyor ve gençleri de bundan uzak tutmak istiyor, bunu da belki 9’uncu videoda anlarız.
ANALİZ
Amerika muhtıra verip “karar sizin” dedi
Haziran çok önemli.
Yasaklar, Peker’in bomba ifşaatlarını bir kenara bırakalım bu ayın en önemli konusu NATO zirvesi sırasında yapılacağı belirtilen Erdoğan-Biden görüşmesi.
Açık söyleyeyim bu görüşmenin gerçekten yapılıp yapılmayacağı yönünde kuşkular var.
Bu görüşmenin öncesinde ABD, Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ı Ankara’ya gönderdi.
Sherman ‘ın bu görüşmeden sonra yaptığı açıklamayı Hürriyet gazetesinden okudum.
Amerikalı bakan yardımcısı bu habere göre Ankara’ya çok sert bir muhtıra vermiş ve “Bunları yapmanız gerek. Ama karar sizin” demiş.
Şimdi talepleri sıralayalım;
Öncelik demokrasi ve hukukta. Türkiye acilen hukuk ve demokrasi kurallarını işletmeye başlamalı.
S-400’ler konusunda ne yapılacağını söyledik. Bu böyle devam edemez.
PYD’yi IŞİD’i yenmek için destekliyoruz. Türkiye PYD’nin terörist olduğunu söylemekten vazgeçmeli.
İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı aniden çıkılması bizi çok üzdü.
Amerika, bu taleplerin yerine getirilmesini istiyor.
AKP iktidarı ise Trump’la alışık olduğu durumun sürmesinden yana.
Yani saray “her istenileni yapan ama bazı alanlarda başına buyruk davranan” bir Erdoğan yönetiminin devamını istiyor.
Biden ise Trump’a göre çok daha kurumsal baktığı için ülkeler arası ilişkilere, “Bu böyle olamaz artık, mümkün değil” mesajı veriyordu.
Biden seçildiğinden bu yana Washington’a sayısız “ricacı” heyet gitti geldi.
Verilen mesaj çok açıktı; “Her türlü işbirliğine hazırız. Eski düzeni bozmayın”
Biden yönetimi ise Trump’tan farklı olarak “bunun somut biçimde ortaya konmasını” talep ediyor.
İşin özeti şu; Amerika yeni dönemin başlaması için yeni şartlar koşuyor.
Saray ise tıpkı Trump’la karşılıklı olduğu gibi “mış gibi” yaparak devam etme çabasında.
Erdoğan bu kez Amerika’yı ikna edebilir mi?
Olanaksız değil ama çok çok zor.
Tek yolu var, tam biat etmek.
Sanki bunu çoktan kabul ettiler bile.
BUNU YAZMAK GEREK
Atatürk, İstanbul’u kurtarmasa bugün İstanbul’un fethini kutlayamıyorduk
Cumartesi günü İstanbul’un fethedilmesinin 668’inci yılı kutlamaları vardı.
Sokağa çıkma yasağı olduğu için her yıl düzenlenen geleneksel gösteriler yapılamadı ama iktidar da muhalefet de törenler düzenlemeyi ihmal etmedi.
Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u fethederken bir çağı bitirip yenisini başlatıyordu.
O andan itibaren Osmanlı İmparatorluğu da bir süper güç olarak hüküm sürmeye başlamıştı.
Ancak işler hep iyi gitmedi.
Fatih’in açtığı bilim ve aydınlanma yolu bir süre sonra yerini gericiliğe hurafelere bırakmaya başladı.
Batı ülkelerini bilimiyle, kültürüyle dize getirmeyi başaran Osmanlı bilimden, kültürden uzaklaştıkça geriledi ve diz çöktürdüğü batının önünde diz çöker hale geldi.
Ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi gereği İstanbul 13 Kasım 1918’de düşman kuvvetlerine teslim edildi.
Önce sadece önemli noktaları kontrol altında tutan işgal kuvvetleri 16 Mart 1920’de ise tüm yönetimi de üstlendi.
Böylelikle Osmanlı padişahı Vahdettin’in hiçbir söz hakkı kalmadı.
Neyse ki Mustafa Kemal ve bir avuç arkadaşı bu ihanete dayanamayarak Anadolu’dan bir Kurtuluş Savaşı başlattılar ve yok edilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden bir Türkiye Cumhuriyeti çıkardılar.
İstanbul, Cumhuriyet’in ilanından sadece 23 gün önce kurtarıldı ve düşman güçleri ülkemizden tamamen ayrıldılar.
Fatih’i kutsayarak İstanbul’un fethini göklere çıkaranlar, “Atamız” dedikleri Osmanlı’nın İstanbul’u aslında kaybettiğini Atatürk sayesinde bu kentin aslında yeniden fethedildiğini unutmamalılar.
Hele o kendini bilmez imam, eğer bugün imamlık yapabiliyorsa bunu Atatürk’e borçlu olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
İşe bakın, Binali Yıldırım’ın oğlu ile Venezüela’ya kim gitmiş dersiniz?
Sedat Peker’in videoları elbette cok etkili oluyor.
En önemlisi konuşamadıklarımızı konuşabiliyoruz artık bir parça.
Ama asıl deprem iktidar kanadında yaşanıyor.
Tepe noktalar burunlarından kıl aldırmamaya çalışarak “Bir mafya bozuntusuna mı prim vereceğiz, onu kulağından tuttuğumuz gibi getireceğiz” falan diyor ama aşağıda işler karışık.
Bir kere iktidarın hizmetinde olanlarda ciddi bir panik var.
Her an isimleri bir şekilde ortaya çıkabilir.
İşte son örneklerden biri.
İmamoğlu’na YSK’nın başvurusu üzerine hakaret davası açıldı biliyorsunuz.
4 buçuk yıl da hapis isteniyor İBB Başkanı için.
Şikayetçilerden biri de YSK üyesi Yunus Aykın.
Bu kişi meğer Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ile birlikte Venezüela’ya gitmiş.
Hani Binali Yıldırım’ın önce “Oğlum maske ve tıbbi malzeme götürdü” dediği sonra bunun tutmadığını anlayınca “Canım bu ülkeyi merak etmiş gitmiş” dediği seyahat var ya, işte YSK üyesi de varmış orada.
Gerçi gezi parlementerlerin dostluk gezisi niteliğinde ama işte bazı ifşaatlar olunca ayaklar da böyle dolanıyor. Şimdi “en o gezide Binali Beyin oğlu ile tanışmadım bile” diye savunacaktır o kişi kendini.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Polonya’ya SİHA satmak güzel de turizmi ne yapacağız?
Geçen hafta iktidar medyası Polonya’ya yapılan SİHA satışları nedeniyle pek mutluydu, gururluydu.
Teknoloji bakanı “Türk SİHA’ları Avrupa semalarında” diye tweet bile atmıştı.
Sanki Avrupa’yı fethediyorduk.
Tabii böyle bir satış, ilk anda çok güzel gibi geliyor kulağa.
Gazeteci dostum arkadaşım Fatih Güllapoğlu kendi bloğunda çok güzel makaleler yazıyor.
Hafta sonunda bu konuya değinen bir yazısını gördüm.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, ilk kez bir NATO ülkesine silah satmış olacağız” diyen Güllapoğlu arkasından “Ama kazın ayağı öyle değil” cümlesini ekleyerek şöyle devam ediyor;
“Peki Polonya bunları hangi düşmana karşı alıyor? Tabii ki en yakın tehdit olarak gördüğü Rusya’ya karşı! Rusya bu durumdan çok rahatsız oldu. Bu rahatsızlığını Ankara’ya da kuvvetli bir şekilde hissettirdi ve hissettirmeye devam ediyor. Ama bir şeye daha hazırlanıyor. Türkiye’ye göndereceği turist sayısını kısma hazırlıklarına başladı bile. Belki ticarette de kısıtlamalara gidebilir.”
Sonra basit bir hesap yapmış Güllapoğlu.
Rusya’dan 7 milyon turist geldiğini ve yılda aşağı yukarı 5 milyar dolar harcadıklarını anlatan Güllapoğlu bu ülkeye 3-4 milyar dolarlık da sebze meyve satıldığına dikkat çekiyor.
Sonra da şu saptamayı yapıyor; “Diyelim ki Polonya’ya 2 milyar dolarlık (Daha az da!) İHA-SİHA sattın. Bunları üretmek için de diyelim ki 1 milyar dolarlık da ithalat yapmak zorundasın. Eeee, elde ne kaldı? 1 milyar dolar. Peki Rus turizminden 5 milyar doları kazanırken ithalat yapıyor musun? Hayır.”
Fatih Güllapoğlu bu kıyaslamadan sonra “Polonya’ya İHA ve SİHA sattık” diye sevinenlere bir soru soruyor;
“Matematik hocanız mı arızalıydı arkadaşlar?”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları