Can Ataklı; Görünen o ki iktidarda kılıçlar çekilmeye hazır. Hatta belki çekildi de şakırtısı şimdilik bu kadar duyuluyor.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Siyasi hayatımıza yeni bir deyim girdi.
Fişini çekmek.
Bilinmeyen bir deyim değil tabii, ama ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan için kullanılıyor.
Hemen söyleyeyim; haber yalanlandı. Söylediği iddia edilen kişi tarafından yalanlandı.
Cumhuriyet gazetesi dün Abdullah Gül’ün saray ziyareti ile ilgili bir kulis haberi yayınladı.
Ayşe Yıldırım Başlangıç imzalı yazıda Gül’le Erdoğan’ın bu görüşmede uzunca bir süre havadan sudan sohbet ettiği ancak bir süre sonra Gül’ün dayanamayarak bütün eleştirilerini sıraladığı ileri sürülüyor.
Yazıda Gül’ün “tek bir amaç için, başkanlık uğruna ülkeyi yönetilemez hale getirdiğini anlattığı, içerideki karmaşadan, dışarıda süren savaştan, ülkenin içine çekildiği bataklıktan ve dış politikanın başarısızlığından söz ettiği, Başkanlık hayalinden vazgeçmesi gerektiğini hissettirdiği” iddialarına yer veriliyor.
Tabii bunlar Abdullah Gül’ün yakın arkadaşlarına anlattıkları olarak ifade ediliyor. Yazının en çarpıcı cümlesi Abdullah Gül’ün görüşmeyi anlattığı arkadaşlarına “Her şeyi söyledim, fişini çektim çıktım” demesi.
Yazının yayınlanmasından sonra Abdullah Gül Twitter hesabından “Bu yakışıksız sözler tarafımdan söylenmemiştir” açıklaması yaptı.
Gül bu görüşmeden sonra arkadaşlarına gerçekten “fişini çektim” demiş olabilir mi?
Olabilir tabii. Ama bunu yalanlaması da çok doğal. Siyaset bunu gerektirir.
Bence burada önemli olan artık bu sözün gerçekten söylenip söylenmediği değil, “fişini çekmek” tanımının dillere düşmesidir.
Gül böyle bir söz söylememiş olsa bile zaten pek çok kişinin zihninin altında saklı duran “fişin çekilmesi” tanımı kendine somut bir alan bulmuştur.
Aslına bakarsanız iktidar içinde bu tür bir hesaplaşma olması kimse için şaşırtıcı değil.
Zamanında Erdoğan “yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini önleyen” uygulama ile Gül’ün fişini çekmişti.
Şimdi durum değişti. Saray o güne göre belki çok daha güçlü gibi görünüyor ama bu kadar büyük güç aynı zamanda en kırılgan halde.
Sarayın en büyük endişesi kendi içlerinden yükselecek bir muhalefetin önünü kesmekte zorlanacak olması.
Bu nedenle içeriden gelecek bir muhalefeti henüz filizlenmeden kesip bitirmek istiyor.
Saray medyası da içeride çıkabilecek muhalefete karşı anında atağa geçerek kişileri karalamaya başlıyor.
Arınç olayını hatırlayın. Bir anda sarayın bütün fedailerinin ağır saldırılarına maruz kaldı.
Aynı saldırılar üstü kapalı olsa da bir süredir Gül’e yönelik de yapılıyor.
Gül “fişini çekme” deyimini yalanlamış olsa bile anlaşıldığı kadarıyla o görüşmede saraydaki eski arkadaşının ağır eleştirilerini dinlemiş olmalı. Çünkü Gül sadece deyimi kullanmadığını söylüyor ama eleştirilerle ilgili “böyle bir şey olmadı” demiyor.
Görünen o ki iktidarda kılıçlar çekilmeye hazır. Hatta belki çekildi de şakırtısı şimdilik bu kadar duyuluyor.
Bir hafta içinde saraya değil hükümete bağlı olacağını tahmin ettiğimiz Karar adlı bir gazete yayın hayatına girecek.
Tahminim çatışma daha da su yüzüne çıkacaktır.
İşte o zaman kimin fişinin çekileceğini de göreceğiz.
KOMİK
Saray şunlara “haydi yürüyün” dese ne güzel olur
Ardahan Rahvan At Binicilik Kültür ve Spor Kulübü Üyeleri Rus medyasında “Türkiye’ye dört koldan saldırılacak” şeklindeki haberlere büyük tepki göstermişler.
Dernek adına bir açıklama yapmaya karar veren Binicilik Kulübü üyeleri adına Ümit Arabul, “Bizler sınır bekçileri akıncılar olarak atlarımıza bindik ve devletin başı emir verirse akşam namazını Rusya’da kılmak için yola çıkacağız” demiş.
Son zamanlarda bu tür kahramanlık çıkışlarına çok alıştık. Ağzını açan Rusya’ya girmekten, Suriye’yi dümdüz etmekten, İsrail’i haritadan silmekten falan söz ediyor.
Bu kez Ardahan’dan ortaya çıkan kahramanlar “Cumhurbaşkanı’nın kendilerine emir vermesi” şartını öne sürüyor. Biliyorlar ki nasıl olsa Cumhurbaşkanı böyle bir emir vermez.
Ama diyorum ki, saray ne konuda izin istendiğini yanlış anlasa ve “Haydi aslanlar izin verdim” dese, ne komik olur değil mi?
Tabii alışıklar aslında bu tür durumlara. Ardahanlı biniciler Rusya’ya yürümek istiyorlar, saray iki yıl önce “Üç saatte Şam’a girer Emevi Camii’nde namaz kılarız” demişti.
Millet hâlâ Şam’da namaz bekliyor da, nafile.
BUNU YAZMAK GEREK
Şimdi fuhuş demekten utanıyorlar galiba
İktidarla cemaatin el ele vererek Türkiye’yi ele geçirme ve dönüştürme operasyonlarının önemli ayaklarından biri İzmir ve İstanbul’da yürütülen “casusluk ve fuhuş” operasyonlarıydı.
Bu davalar da çöktü. Bütün sanıklar beraat etti.
Davalar çöktü ama bu davayı içine sindiremeyerek canına kıyan ve sembolleşen Yarbay Ali Tatar’ı hiçbir şey geri getiremez artık.
Dün Ali Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar’ın İstanbul Gerçeği İnternet Haber Sitesi’ne gönderdiği mektubu içim ezilerek okudum. Okumanızı tavsiye ederim.
Mektupta en dikkat çekici noktalardan biri zamanında dava için casusluktan önce “ağızlarını doldura doldura” fuhuş diyenlerin hiçbiri şimdi bu kelimeyi telaffuz etmiyorlar. Sadece “casusluk kumpası çöktü” diyorlar.
Oysa iktidar yapımı bu iğrenç tezgâh boyunca yandaş yalakaların tamamı casusluktan hiç söz etmeden fuhuş edebiyatı yaparak gencecik Türk subaylarına, güzide kadın subaylarımızın namusuna, iffetine saldırıyordu.
Şimdi muhtemelen eskiden yaptıkları yayınlar suratlarına çarpılmasın diye fuhuştan hiç söz etmemeye çabalıyorlar.
EDEBİYAT ÖDÜLÜ: Söz Ali Tatar’dan açılmışken; Ali Tatar adına düzenlenen Edebiyat Ödülü ödül töreni yarın saat 18.30’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak. Bu yıl “kısa öykü” alanında ödül verilecek.
ÖFKELİ ADAM
Bayırbucak Türkmenleri edebiyatı tam bir istismara dönüştü
Anayasa Mahkemesi’nin iki gazeteci hakkındaki kararı tartışılırken, günlerdir sessiz olan Başbakan da nihayet konuştu.
Hükümet sarayın çok sert tepki göstermesinden sonra, önce “Bu sayın Cumhurbaşkanı’nın kişisel görüşüdür” açıklaması yapmıştı.
Dün de Başbakan saraya fazla ilişmeden “Bu mesele bir gazetecilik meselesi değildir” dedi.
Ancak bir süredir yapılan Bayırbucak Türkmenleri istismarı burada da kendini gösterdi.
Başbakan yüzlerce TIR’ın yardım götürmesine rağmen sadece iki TIR’ın durdurulmasını yine “Bu yüzden Bayırbucak Türkmenlerinin kanı döküldü” diye tanımladı.
Bu tam bir istismardır. Bir beceriksizlik üzerinden duygu sömürüsü yaparak üste çıkma çabasıdır.
En azından sormak gerek; sadece iki TIR mı bütün Bayırbucak’ı kurtaracaktı? Yoksa siz zaten bu silahları Bayırbucak’a göndermiyordunuz da bu olayın patlamasını bahane edip silahların asıl gittiği yerleri mi saklıyorsunuz?
ÇOK GÜLDÜM
Ufak ufak tüyme hazırlıkları yapılıyor sanki
Haberlerde gördüm, 17 Aralık’ın en ünlü şahsiyetlerinden, o dönemin AB Bakanı Egemen Bağış ve eşi sahip oldukları şirketleri devretmeye başlamışlar.
Ticaret Sicili gazetesinde de yayınlanan bilgilendirmeye göre Bağış çifti bir süre sonra ticaret hayatından tamamen çekilmiş olacaklarmış.
Bağış çiftinin ticaret hayatı zaten 2009’da başlamış. Nedense şimdi çekilme kararı almışlar.
Tabii insanın aklına ister istemez “Ufak ufak tüyme hazırlıkları mı yapılıyor” sorusu takılıyor.
Son zamanlarda bazı büyük şirketlerin de nakde dönmeye başladıkları haberleri duyuyorum.
Sanki birileri “İşler sarpa saracak önceden hazırlıklı olalım” havasına girdikleri görülüyor.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Böyle Adalet Bakanı olmaz
Anayasa Mahkemesi’nin kararına saray tepki gösterdi ya, her daim yanında duran Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da hemen destek çıktı.
Bozdağ’a göre Anayasa Mahkemesi anayasa suçu işlemişti. Bozdağ aldığı bir kararın gerekçesini yazmadan basına açıklamakla suçluyor Anayasa Mahkemesi’ni. Ayrıca bakana göre Anayasa Mahkemesi kendini yerel mahkemenin yerine koyarak karar veremez.
Sözler Adalet Bakanı’na ait olunca ciddiye almanız gerekiyor. Öyle ya Adalet Bakanı dediğiniz kişi sonuçta adalet sistemini siyaseten emanet ettiğiniz kişi. Hukuk konusunda bilgili olmasını beklersiniz.
Ancak Bozdağ’ın sözleri birkaç saat etkili oldu. Çünkü ardından Anayasa Mahkemesi’nden yazılı bir açıklama yapılarak hem Bozdağ’a hem de bu konuda yoğun kampanya yapan iktidar çevrelerine “ders gibi” bir cevap verildi.
Yüksek Mahkeme gerekçeli karar gönderilmeden basına bilgi verilmemesi kuralının “iptal kararları” için geçerli olduğunu oysa “ihlal kararları” için böyle bir zorunluluk olmadığını belirtti.
Bu durumda insan sormadan edemiyor; Böyle Adalet Bakanı olur mu, hukuk diyerek hukuku katleden, işine gelmeyen her şeyi hukuk dışı ilan eden, insanları teröristlikle, vatan hainliği ile suçlayan bir iktidar yüz yaşına yaklaşan Türkiye’ye yakışır mı?
Yakışmaz ama öyle bir yapıştılar ki, kurtul kurtulabilirsen.
Can Ataklı - Korkusuz