Can Ataklı; Padişahlık benzetmesi Tayyip Erdoğan’ın içine fena oturmuş.
Padişahlık benzetmesi Tayyip Erdoğan’ın içine fena oturmuş.
Ekrandaki altyazılarda adlarından “gazeteci” diye söz edilen bir güruhun karşısına geçen Erdoğan “Amerika’da, Brezilya’da, Meksika’da, Güney Kore’de başkanlık oluyor da sıra bize gelince niye padişahlık oluyor” diye sordu.
Sorar sormasına tabii de, bunca yıldır artık Erdoğan’ın vücut dilini de öğrendik.
Bu sıradan bir soru değildi.
İçinde derin bir kompleks taşıdığı açıkça görülüyor. Padişah benzetmesi Erdoğan’ı içten içe sevindirir muhtemelen ama açıkça padişah denmesinin iç ve dış dinamiklerde yaratacağı hasardan endişe ettiği gözle görülür bir gerçek.
Erdoğan padişah benzetmesine öfkeleniyor da, yaptığı bütün hazırlıkların hedefinde “padişahlık” var. “Padişahlık” derken Osmanlı gibi hanedan değil elbette (ayrıca bunun da hayalini kurmuyorsa ne olayım) seçilmiş ve padişah yetkileri taşıyan başkan olmayı kastediyorum.
Ekranları kaplayan yandaş yalakalar “Başkanlık sistemi tartışılacak.. Tartış” komutunu aldıklarından beri gece gündüz başkanlık sistemini anlatıyorlar.
Ancak başkanlık sistemi konusunda önceden bir hazırlık yapılmadığı ve “şunları anlatın” talimatı bu yandaş takımına iletilmediği için her kafadan bir ses çıkıyor.
Yandaş yalakalardan kimi Amerikan tipi başkanlık sistemini anlatıyor.
Biri çıkmış “En iyisi yarı başkanlık sistemidir” diyor.
Bir başkası Atatürk’le kıyaslama yapma terbiyesizliği göstererek “Onun da adı cumhurbaşkanıydı ama başkan gibi davranıyordu” zevzekliğini yapıyor.
Bir diğeri, siyasi sistemleri hiç bilmediği için “benim de tuzum olsun” misali Amerikan tipi başkanlıkla Fransa’yı ve Güney Amerika diktatörlüklerini birbirine karıştırıp “çorbaya dönmüş” bir başkanlık sistemi öneriyor.
Ancak bunların hepsinin vardığı nokta aslında Erdoğan’a padişah yetkileri sunma gayretinden öte geçmiyor.
Yandaş yalakaların temel öngörüsü Tayyip Erdoğan’ın kayıtsız şartsız tek yetkili olması yönünde.
Parlamenter sistem ağır işliyor, bunun hızlanması için “güçlü” bir başkanın devrede olması gerekiyor.
Bu güçlü başkan “sopayı” eline alacak ve kendine göre doğru gördüğü her işi anında çözecek. İtiraz olmayacak.
Tayyip Erdoğan da başkanlık yetkisi isterken aslında diktatörlük istediğini saklamıyor ki.
Örneğin diyor ki “Eğer başkanlık sistemi olsaydı bugüne kadar önümüze çıkarılan engellerin hiçbiri olmazdı, Türkiye bambaşka bir yerde olurdu.”
Erdoğan’ın “engelden” kastettiği aslında yargı kararları.
Başbakenken aklına gelmiş “Salı pazarı iskelesini büyük gemiler için liman yapalım, oraya bir AVM konduralım, üstüne de rezidanslar yaptık mı, paraya para demeyiz” demiş.
Belki iyi olabilecek bir projeyi kendince çok beğendiği için ne çevre faktörünü, ne İstanbul’un estetiğini, ne oluşacak haksız kazançları hiç düşünmemiş.
Yargı bunlara bakıp “böyle yapamazsın” deyince de feryat ediyor “Bunlar Türkiye’nin önünü kesiyor” diye.
Yine fikrini, aslında inancını beğenmediği bir kamu görevlisini tıpkı padişah gibi “atın bunu buradan” demiş.
Ama burası hukuk devleti. Öyle her canınızı istediğinizde kamu görevlilerini işten atamazsınız. Nitekim yargı “Bunun yöntemi bu olamaz, attığınız kişiyi göreve iade edin” demiş. Padişah yetkisi isteyen başbakan yine feryat figan “ben seçilmiş kişiyim, istediğim kişiyle çalışamayacak mıyım?”
Elbette, seçilmiş olmasına bile gerek yok, bir makam sahibinin daha iyi verim alabilmek için istediği kişilerle çalışmak hakkıdır, ama bunu yaparken hukuk devletinin kurallarına uyacaktır.
Ekranlarda başkanlık sistemi adı altında padişahlık yetkilerini tartışan yandaş yalakalar, örneğin bayıldıkları Amerikan başkanlık sistemini bile bilmiyorlar.
Kendini gerçekten dünya lideri zanneden Erdoğan’ın da gönlünde yatanın Amerikan tipi başkanlık olduğu anlaşılıyor.
Amerikan başkanını astığı astık, kestiği kestik biri sanıyorlar.
Amerikan başkanı bir emir verecek herkes ona uyacak zannediyorlar.
Oysa Erdoğan’ın karakteri Amerikan başkanlığına asla uygun değil.
Çünkü Amerikan başkanı sanıldığının aksine çok güçlü değildir.
Çevresi hem siyasetle hem de hukukla sarılıdır. Erdoğan basit bir mahkeme kararına bir tahammül edemezken Amerikan sisteminin katı kuralları gibi yöntemlere nasıl uyacaktır.
Örneğin yalakaların anlatmaya bayıldığı bir örnek var. Neymiş, başkanlık sisteminde bakanlar parlamentodan değil parlamento dışından atanırmış. Böylelikle seçilme kaygısı olmayan bakanlar çok daha rahat ve verimli çalışırlarmış.
Kimi kandırıyorlar.
Amerika’da, evet, bakanlar parlamento dışından atanır ama sadece başkanın kararıyla değil.
Beyaz Saray atamak istediği bakanı açıklar.
Önce medya bu kişinin bütün hayatını didik didik eder.
Ahlaki geçmişi, ailesi, kariyeri sorgulanır.
Bir kuruşluk bir açık bile olağanüstü bir skandal gibi kamuoyuna sunulur.
Temsilciler Meclisi ve Senato bakan adayını mercek altına alır. Sonunda Senato’da yapılan oylamada yeterli sayıya ulaşılabilirse o kişi bakanlık koltuğuna oturabilir.
Erdoğan bunu göze alabilir mi?
Bizde istenen aslında yeni Saddam, yeni Esad, yeni Kaddafi’dir. Hatta Suudi kralıdır.
Ve en kötüsü başkanlık sistemi Türkiye’nin yarınlarında geçerli olacak bir sistem olarak değil de, sadece Erdoğan’ı bu yetkilerle donatma hevesidir.
Erdoğan ve yandaş yalakaları, şimdi “anayasa değişikliği ve başkanlık sistemine geçiş” hayalini halka satarak haziran seçimlerini AKP’nin kazanması için ayağa kalktılar.
Ancak inanıyorum ki, Türkiye’nin itici gücü, aydınlık yüzü dünyaya yeni bir diktatör kazandırmayı amaçlayan projeyi elinin tersiyle itecektir.
Can Ataklı