Gazetecilik ölmüş. Takıl Bakan’ın arkasına kuyruk gibi, yok ranzada resim çektir, yok bahçede satranç oyna, yok spor sahasında topa vur...
19 Mayıs Bayramı hepimize kutlu olsun
Üzerinden birkaç gün geçti ama, canım o kadar sıkıldı ki, geç de olsa yazmak istiyorum.
Birkaç gün önce 11 gazeteci Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in arkasına takılıp Silivri Cezaevi’ne gitti.
Gazeteciler koğuşlara, hücrelere girdi, yemekhaneleri, spor alanlarını, avluları inceledi.
11 bin küsur tutuklu ve hükümlünün kaldığı koca cezaevinde her nedense tek bir tutuklu ya da hükümlü ile konuşmadılar.
Adalet Bakanı tüm tutuklu ve hükümlüler adına gazetecilere bilgiler verdi, sorunları anlattı.
Yazılarından okuduğum kadarıyla 11 gazeteci cezaevini pek beğenmişler.
Hücrelerin ve koğuşların duvarları iyi boyanmış, pırıl pırılmış, aydınlıkmış, her yer tertemizmiş, mutfak çok iyiymiş, hastane özel hastaneleri aratmayacak mükemmellikteymiş.
Geçmişte hapishane hatta işkence anıları olan bir gazeteci ise raconu kesmiş “Bizim zamanımızdan daha iyi burası” demiş.
Eh bu kadar beğendiğinize göre kalsaydınız biraz bari.
Bu yazıları okuyunca ben açıkçası çok utandım.
O gazetecilerin utanıp utanmadığını bilemem tabii.
Ama şunu gördüm ki gazetecilik ölmüş.
Soru sormak yok.
Merak etmek yok.
Sorgulamak yok.
Takıl Bakan’ın arkasına kuyruk gibi, yok ranzada resim çektir, yok bahçede satranç oyna, yok spor sahasında topa vur.
Ne güzel değil mi?Ne gariptir ki birinin aklına bile “tutuklu gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, askerler” gelmemiş bile.
“Niye bizi görüştürmüyorsunuz” da dememişler.
Hele onların çektikleri eziyetler, uğradıkları haksızlıklar, onurlarının ayaklar altına alınması, taleplerinin geri çevrilmesi, sağlık sorunlarının giderilmemesi bu gazetecilerin gündemine hiç girmemiş bile.
Ahmet Şık ve Nedim Şener serbest bırakıldığına göre ortada sorun da kalmamış. Zaten gerisi gazeteci değil ki bazılarına göre.
Bu gazetecilere turistik cezaevi turu yaptırılmadan birkaç gün önce ben de Silivri Cezaevine gitmiş ve 9 tutuklu gazeteci ile yüz yüze görüşmüştüm. Sonra da izlenimlerimi üç gün boyunca yazmıştım.
Bu yazılarımda siyasi konulara neredeyse hiç girmeden, o tutuklu gazetecilerin çetin yaşam koşullarını anlatmaya çalışmıştım.
Örneğin hepsi yazı ile yaşayan bu gazetecilerden, bırakın bilgisayar vermeyi daktiloyu bile esirgiyorlar.
Hücrelerinde çiçek bulundurmaları yasak.
Haftalık 10 saat olan diğer tutuklularla görüştürülme kuralına hiç uyulmuyor.
Bazı gazeteciler içi ıslak, boyasız, tuvaleti taşan küçücük hücrelerde aylarca tutuldu.
Bakan’ın arkasındaki 11 gazeteci, bu kadar basit konuları bile sormamışlar.
“Bilmiyorduk” diyemezler. Beni okuduklarını tahmin etmiyorum, benden öğrensinler diyecek durumda değilim, ama bunlar yıllardır yazılıp çiziliyor, bazı arkadaşlarımız bunları anlatan kitaplar bile yazdılar.
Hiçbirine cevap verilmemişti. Bakan da hiç konuşmamıştı.
Hazır o 11 gazeteci içeri girmişken bunları da sorarlar zannettim ama, nafile. Gazetecilik öldüğünden, Bakan’ın söyledikleriyle yetinmişler.
Ne yazık. Ne ayıplı bir durum.
Tabii bir de gazeteci seçimi var ki o da evlere şenlik.
Biri ikisi hariç katılımcıların hepsi tutuklu gazetecilerin içeri girmesi için zaten kampanya yürütmüştü. Şimdi de çıkmamaları için çaba gösteriyorlar.
Sanki bu gazetecilere “Bakın sizin sevmediklerinizi işte burada tutuyoruz, merak etmeyin” deme turu gibi bir şey olmuş bu.
Yahu bunlar yarın çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar ki?
*****
Neyse ki “dış basın” var. Yoksa iç meselelerimizin “iç yüzünü” nasıl öğrenirdik! (Gani Yıldız)
*****
Hassas ordumuz sonunda ilk soruya cevap verdiGenelkurmay Başkanlığı son zamanlarda çok hassaslaştı.
Tesadüfe bakın ki, üç hassas eylem aynı güne denk geldi.
Medyadaki hakaret, aşağılama, küfür, itibar kaybettirme yayınlarına karşı bugüne kadar son derece hassas davranan Genelkurmay, savcılığa çektirtip Bekir Coşkun’u ifadesini aldırdı.
Kendi kurallarına karşı da son derece hassas olan Genelkurmay aynı gün şalvarın, cübbenin, sarığın orduevlerinde de rahatlıkla kullanılabileceğini kararlaştırıldı.
Ülke güvenliği konusunda da fevkaladenin fevkinde hassas davranan Genelkurmay, bundan yarım saat sonra da Amerikan basınına hassasiyet göstererek 34 kişinin öldürülmesine neden olan istihbaratı kendisinin yaptığını ilan etti.
Tabii her konuda çok hassas olunca doğru söylemek konusundaki hassasiyet ihmal edilmiş, ne gam.
Çünkü bu hassas Genelkurmay daha önceki açıklamalarında istihbaratın kendisinden olduğunu söylemek yerine o ana kadar kimsenin bilmediği bir kavramı kullaranak “milli kaynaktan geldi” demişti.
Neyse ki bizlerin hassasiyeti de olduğu için hiç olmazsa Uludere faciasından 140 bilmem kaç gün sonra sorduğumuz ilk soruya bir yanıt aldık.
Şimdi kaldı iki soru.
Birincisi “istihbaratı kim verdi” sorusuydu. Bunca süre sonra konuya hassasiyet gösteren Genelkurmay “Bizim heronlarımızdan” cevabını verdi.
Bakalım kaç gün sonra ikinci soruya yani “istihbaratı kim değerlendirdi?” sorusuna da hassasiyetle yaklaşıp cevap verecekler?
Ve tabii bundan ne kadar zaman sonra da üçüncü soru yani “Vur emrini kim verdi?” sorusunun cevabını hassasiyet gösterip lütfedecekler?
Bizim Türkiye’de yapacak fazla bir şeyimiz yok. Dilerim Wall Street Journal hassas davranıp haberin peşinden koşar ve Pentagon kaynaklarına dayanarak kalan iki sorunun cevabını “yalan” haber olarak yayınlar.
O zaman hassasiyeti yine depreşecek olan Genelkurmay da herhalde gerçeği açıklar.
*****
19 Mayıs için gençlik ayaktaEn önemli milli bayramlarımızdan 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı bu yıl çok daha farklı ve coşkulu biçimde kutlanıyor. İktidarın milli bayramları geri plana itme tavrına karşı özellikle gençler Türkiye’nin her yerinde alternatif kutlamalar yapıyor.
İstanbul’da Tünel’den Dolmabahçe’ye, Mecidiyeköy’den Şişli’deki Atatürk’ün evine yürüyüşler yapılırken Kadıköy’de de büyük miting var.
Başta Ankara ve İzmir olmak üzere birçok ilde de gençlik yürüyüşleri ve fener alayları düzenleniyor.
Ankara Üniversitesi’nin artık gelenekselleşen 19 Mayıs Gençlik Konseri de bu akşam Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleşecek.
Ankara Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın işbirliği ile verilecek konser saat 20.00’de başlayacak.
Geçen yıl 12 bin gencin izlediği konsere bu yıl daha büyük bir katılım olması bekleniyor.
Konserde Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları; Feryal Türkoğlu, Selva Erdener ve Murat Karahan unutulmaz eserlerden oluşan repertuarlarıyla sahne alacak.
Konser biletleri Mybilet, Devlet Opera ve Balesi, CSO, Devlet Tiyatroları gişeleri ve Ankara Üniversitesi birim sekreterliklerinden alınabilir.