Can Ataklı; Rusya ile yaşanan krize “vatan sevgisi-vatan hainliği” boyutundan bakmayı bırakmak zorundayız. İktidar ve özellikle saray bu konuda çok sıkıştığı için konuyu iç politikada pazarlamaya çalışıyor.
Rusya ile yaşanan krize “vatan sevgisi-vatan hainliği” boyutundan bakmayı bırakmak zorundayız.
İktidar ve özellikle saray bu konuda çok sıkıştığı için konuyu iç politikada pazarlamaya çalışıyor. Çünkü iş artık o kadar sıkıntılı hale geldi ki, her türlü eleştirinin kendi yerleri için bir tehdit ve tehlike olduğunu görüyorlar.
Bu nedenle saray olayın propaganda ve hamaset bölümünü üstlenmiş durumda. Yandaşlar ve saray soytarıları da eleştirileri “vatan hainliği” safsatasıyla savuşturmaya çalışıyor.
Bu tabii çok tehlikeli bir oyun. Toplumu böldüğü gibi bilinçsiz kitlelere çok hassas bir konu üzerinden hedef gösteriliyor, kin ve nefret duyguları körükleniyor.
Öncelikle bu oyuna düşmeyelim ve gerçekleri olduğu gibi söyleme cesaretini kendimizde bulalım.
Akıllı ve sağduyulu AKP’lilerin de kabul ettiği gibi “angajman kuralı” bahanesiyle Rus uçağını düşürmek hataydı.
Birkaç günlüğüne “milli duygu ve gurur” gibi kavramları kullanarak kendinizi rahat hissedebilirsiniz, ama uzun vadede her şeyin aleyhinize gitmesi daha büyük olasılıktır.
Saraydaki sağda solda bir ileri iki geri konuşmalarla bir yandan hamaset sürdürürken bir yandan da dış dünyaya “yumuşak” mesajlar vermeye çabalıyor.
Rusya “Öncelikle özür dileyin” dedi.
Saraydaki ise “Özür falan yok” dedi sonra “Rusya ateşle oynuyor” diye konuştu.
Bu sözler bilinçsiz kitlelerde çok pirim yapar, buna karşı dış dünyada hiçbir önemi yoktur, olmadığı gibi bir de alay konusu yapılır.
Şimdi gelelim işin özüne.
Saraydaki “özür dilemeyiz” diye haykırabilir oysa hükümet dolaylı yoldan özrü çoktan diledi bile.
Önce Başbakan Davutoğlu yaptığı ayaküstü açıklamada “üzüntüsünü” dile getirdi, “angajman kurallarımız var ama Rus uçağını olduğunu vurulana kadar bilmiyorduk” dedi.
“Rus uçağı olduğunu bilmiyorduk” demek aynı zamanda “bilsek vurmazdık” anlamına da gelir.
Zaten asıl resmi açıklama hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş tarafından yapıldı.
Kurtulmuş hükümet adına, daha önceden hazırlanmış, üzerinde çalışılmış bir metni okuyarak “Rus uçağı olduğunu bilseydik vurmazdık” dedi.
Bu özür değilse nedir?
Ayrıca Başbakan’ın sorunun itidalle çözülmesi gerektiğini söylemesi, diyalog çağrısı yapması da bu anlama gelir.
En önemlisi sarayın Rusya’ya haber göndererek yarın Paris’te yapılacak İklim Konferansında Putin’le görüşmek istediğini söylemesi de aynı kapıya çıkar. (O talep henüz net bir cevap almadı, görüşmenin olmaması ihtimali daha büyüktür o da ayrı konu.)
Devletler duygularla değil, akılla, bilimle yönetilir.
İç politikaya yönelik efelenmeler, ucu bucağı açık nutuklar atmalar bir şey ifade etmez.
Devletin gücü saygınlığı ile doğru orantılıdır.
Askeri gücünüz ve zenginliğiniz olmasa bile saygınlığınız olabilir.
O saygınlığı da bilimle, kültürle, sanatla, demokrasi ve hukuk ilkelerine bağlığınız, insan haklarına saygınızla elde edebilirsiniz.
Ki Türkiye’nin uluslar arası alanda böyle bir özelliği vardı, bu iktidar asıl o saygınlığı yok etti.
---MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—
Tahir Elçi’nin öldürülmesi tam bir muamma
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin ölümüne yol açan olaylar dizisi, “resmi açıklamalar öyle diyorsa öyledir” diyerek kapatılamayacak kadar önemli.
Başbakan cinayetten sonra yaptığı resmi açıklamada Elçi’yi vuran kurşunun polis tabancasından çıkmadığını, cinayette kullanılan silahın olay yerinde bulunduğunu söyledi.
Bulunan silahın da polisten kaçan teröristin attığı ileri sürülüyor.
Ancak bu olayı, olay yerinde çok sayıda kamera olduğu için en ince ayrıntılarına kadar izleme şansı bulduk.
Örneğin bir polisimizin şehit olduğu sırada taksiden fırlayan silahlı kişilerin o sırada basın açıklaması yapan Tahir Elçi’nin bulunduğu yere doğru koşmaları, arkalarından ateş edilmesine rağmen hiçbirin yara bile almaması, ama daha önemlisi Elçi’nin bulunduğu yerdeki polislerin tam karşılarından gelen ve ellerindeki silahlar görünen iki kişiye en az 28 kurşun sıktıkları halde birini bile isabet ettirememeleri çok garip geldi bana.
Görüntülerde izledik. Polisin üzerine doğru koşarken, adeta üzerine hortumla sıkılan sudan kurtulmak için oraya buraya zıplayarak kaçan kişi elindeki silahı ters tutuyor. Yani eli tetikte değil.
Ancak resmi ağızlardan az sonra Elçi’nin bu silahla vurulduğunu, PKK’lı teröristin silahı Elçi’nin cesedine doğru fırlattığını öğreniyoruz.
İki polis bir metre mesafeden 28 el ateş ettikleri halde birini bile vuramıyor ama o hızla koşan terörist tek atışla Elçi’yi başından vurduğu gibi bir de cinayet silahını cesedin başında bırakıyor.
Sonra. Sonrası sır. İsimleri saptanan iki kişi kayıplara karışıyor.
İnsan kuşkulanmaz mı?
----DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER---
Akıllara ziyan “beyin yıkama” operasyonu
Bu köşede dün de değinmiştim. Tahir Elçi’nin öldürülmesinden hemen sonra AKP yandaşları “katil PKK’lı” propagandasına başladılar.
Adeta bir “katil yarıştırması” yapar gibi “yine katil devlet diyecekler, oysa kendileri vurdu” dediler.
Sadece “katil devlet” tanımlamasının üzerine atlamaları bile insanda şüphe yaratıyor, durun bakalım ne olup bittiğine bir bakalım önce, nedir bu hemen “devletçiliğe” sığınmak.
Oysa Elçi olayı pek çok sırrı içinde barındırıyor.
Katilin nereden olduğu tabii ki çok önemli ama ortada öldürülen bir insan var. Terör var, vahşet var.
AKP ve yandaşları tıpkı bir “suçluluk psikolojisi” içinde “Biz yapmadık, PKK kendisi yaptı” diyerek bir algı operasyonu ve beyin yıkama yöntemine başvuruyor.
Anlı şanlı gazeteciler, kimi milletvekilleri hükmü çoktan vermişler, üstelik kendilerince bir de nifak sokmaya çalışarak “PKK kendi öldürdüğü Elçi’nin cenazesinde timsah gözyaşı döküyor, Elçi’nin eşi bile ‘kahrolsun PKK diye bağırıyor’ suçlular ortada” diyerek üste çıkmaya çalışıyor.
Elçi cinayetinin planlı bir olay olduğu konusunda çok ciddi şüpheler var.
Dünkü yazdığımı tekrarlayayım; Bana “tesadüf süsü verilmiş” bir suikast gibi geliyor.
--ŞAŞIRDIM—
“Son kullanma tarihi gelenlerin” sayısı daha fazlaymış
Hergün pek çok gazete okumama rağmen atlamışım, benim suçum.
Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’nun hem Rus uçağının düşürülmesi hem de Can Dündar ve Erdem Gül’ün hapse atılması konusunda iktidara ters düşen yazılar yazdığını, bunun da kendisi için pek hayırlı sonuç vermeyeceğini yazmıştım.
“Son kullanma tarihi gelen Ali Bayramoğlu’nun da buruşturulup çöpe atılması yakındır” demiştim.
Dün Hürriyet’te Ahmet Hakan’ı okurken gördüm ki, iktidarla ters düşen sadece Ali Bayramoğlu değilmiş, başka yandaşlar da varmış.
“Atlamışım benim suçum” dediğim bu.
Meğer Gülay Göktürk, Osman Can, Fehmi Koru ve Yaşar Taşkınkoç da benzer görüşler sergilemişler.
Demek ki “son kullanma tarihi gelenlerin” sayısı artacak.
--BUNU YAZMAK GEREK—
Meclis Başkanı’nın “bozuk üslup” itirafı
Hükümet programı ile ilgili CHP Grubunun görüşlerini Meclis’te İlhan Kesici dile getirdi.
Kesici’nin konuşması gerçekten çok güzeldi.
Sosyal, siyasi, ekonomik bir ders niteliğinde olduğu gibi üslup açısından da mükemmeldi.
Nitekim Kesici’nin konuşmasından belli ki çok etkilenen Meclis Başkanı İsmail Kahraman da, konuşma bittikten sonra Kesici’ye alışılmışın dışında teşekkür ederken “Özellikle üslubunuz çok güzeldi, özlediğimiz bir üslubu hatırlattınız” dedi.
Peki, Kahraman’a “özlenen bu güzel üslubu” unutturan, meclis kürsüsünü herkese ayar veren bir bıçkın yöntemiyle kullanan, en ağır hakaretleri ve aşağılamaları çekinmeden dile getirenler kimler?
13 yılda siyasi üslubu bozanları herhalde hepimiz gibi İsmail Kahraman da biliyordur.
Bu nedenle diyorum ki, “göreve yeni geldiniz, kendinize dikkat edin, beklemediğiniz bir anda paparayı yemeniz mümkündür.”
Can Ataklı - Korkusuz