Can Ataklı; Topluma özellikle eğitimi düşük seviyedeki insanlara geçmişi bu tür kutsamalarla anlatmak, özendirici olmak ise aynı zamanda tarihi de çarpıtmaktır.
ACAİP YAZILARSarayın neredeyse saatte bir canlı olarak yayınlanan konuşmalarına maruz kalırken şimdi bir de “First Lady” sorunsalımız oldu.
First Lady son günlerde önce “90 yıllık enkazı kaldırdık” sözüyle gündeme oturdu.
Her ne kadar daha sonra yaptığı gafı anlayıp “Benim söylemek istediğim demokrasinin askeri darbelerle kesilmesiydi” diyerek geri adım atmasına rağmen “90 yıllık enkaz” tanımı kendisine yapıştı artık.
First Lady henüz bu sözler hafızalarda dururken bu kez de kendisini “valide sultan” yerine koyarak Harem’i anlattı kadınlara ve adeta kutsadı.
Emine Hanım Harem’in “sanıldığının aksine” (kendisini dinleyenler acaba ne sanıyordu ki) bir okul, bir eğitim yuvası olduğunu söyledi.
Osmanlı Hareminde kızların eğitim gördüğü bilinmeyen bir gerçek değil.
Ancak Emine Hanım bu tarihe geçmiş olayı, sadece tarihsel değeri olarak değil adeta “kutsayarak” Osmanlı Hanedanını yücelterek anlatıyor.
Bu tür konuşma, 21. Yüzyılda, Harem kavramının artık sadece bir geçmiş figür olarak tanımlanabileceği dönemde, demokrasi ve hukukun egemen olduğu, özgürlüklerin, insan haklarının en yüksek değer kabul edildiği bir dünyada, çağdaş uygar bir kadına yakışmaz.
Çünkü Harem çok sayıda kadının toplandığı, hiçbirinin hak ve hukukunun gözetilmediği, özgürlüklerinin olmadığı, en üste çıkmayı başaranların dışında hemen hepsinin köle gibi kabul edildiği bir yerdi.
Tarihimizi bilmek ve anlamak başkadır.
Topluma özellikle eğitimi düşük seviyedeki insanlara geçmişi bu tür kutsamalarla anlatmak, özendirici olmak ise aynı zamanda tarihi de çarpıtmaktır.
Türkiye’nin First Lady’si yani “birinci kadını” olma unvanını taşıyan bir kadının bundan uzak durması gerekir.
Harem özellikle İslam toplumunda kullanılan bir alandır. Sıradan evlerde harem kadın ve çocukların bulunduğu, yabancı erkeklerin girmediği, aile hayatının geçtiği yerdir.
Buna karşı Osmanlı’daki Harem çok daha farklıdır.
Burada padişah ve erkek çocuklarının eşlerini (evlenmeleri şart değil, ayrıca Kanuni hariç resmi olarak evlenen padişah da yok) seçmeleri için kadın ve kızların toplandığı yerdir.
Osmanlı sarayında en az 400 kadın bulunurdu. Bunun bazı dönemlerde 1600’le çıktığını belirten kaynaklar da var.
Elbette Harem, padişahların çok sayıda kadınla âlem yapmaları için kullanılan bir yer değildi ama ilk ve temel görevi padişahların cinsel duygularının tatmin edilmesini sağlamaktı.
Padişahlar evlat sahibi olacakları kadınları buradan seçer, doğan çocuklar da belli bir yaşa gelinceye kadar burada kalır ilk eğitimlerini de burada görürdü.
Bluğa eren şehzadelerin cinsel ihtiyaçları da Haremden karşılandığı gibi onların eş seçimi de buradan yapılırdı.
Okul olmasına gelince.
Elbette çok sayıda kadını ömürleri boyunca sadece padişah ya da şehzadelere sunulmak üzere bir arada tutmak akıl alacak iş değildir. Padişah ve şehzadelere sunulsa bile bu kadınların yol yordam öğrenmesi, çoğu başka ülkelerden getirilen ve başta Müslüman da olmayan kızlara İslamiyetin öğretilmesi, okuma yazma bilmelerinin sağlanması da gerekir.
Zaten tarihimize baktığımızda, Osmanlı döneminde okuma yazma bilen, başka dilleri konuşabilen, müzik eğitiminden geçen, görgü sahibi olan, Kuran’ın dışında da dersler alarak gelişen kadınların sadece Haremden çıktığını görürüz çünkü kızlara eğitim veren başka bir kurum yoktu.
Haremdeki kızların bazıları bizzat padişahın izni ile devletin çeşitli katlarında çalışan erkeklerle evlendirilirdi. Buradaki amaç zaten Enderun’da iyi yetiştirilmiş erkeklerle, toplumdan farklı olarak iyi eğitim verilen kızları bir araya getirmek daha gelişmiş aileler kurmaktı.
ÖNERİBugün CNR Kitap Fuarı’ndayım
İstanbul CNR’deki Kitap Fuarı’nın bugün son günü.
Bugün ben de fuara katılarak “Türkiye Yanıyor” kitabımı imzalayacağım.
Saat 13.00- 14.00 arası Kaynak Yayınları standında olacağım.
Kitabımı almak, imzalatmak ve bu fırsattan yararlanarak birkaç kelime de olsa sohbet etmek isteyen okurlarımı bekliyorum.
ŞAŞIRDIMTarafsız değil anladık da partinin yönetimi de saraydan olmaz ki
Sarayın “ben seçilmiş kişiyim” edasıyla ülkeyi tek başına yönetme arzusuna alıştık artık.
Ayrıca yine seçilmişlerden oluşan hükümetin ve koca bir partinin buna hiç itirazı olmayınca bizim karşı çıkmamız davulcu gürültüsünde kaybolup gidiyor zaten.
Yandaş yazarlar bu duruma o kadar kendilerini kaptırmışlar ki, yazdıkları yazıların bazılarının satır aralarında bu durumu”sıradan bir olay” gibi anlatıyorlar.
Örneğin, kim yazdı hatırlamıyorum, yandaşlardan biri “Bu arada Erdoğan AKP MKYK üyelerinden bazılarıyla Cumhurbaşkanlığında görüştü” dedi.
Konu HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması.
Bir cumhurbaşkanı “tarafsızlık yemini ettikten sonra” bir partinin yöneticileriyle Meclis’te nasıl davranmaları gerektiğini oturur konuşur ve talimatlar verir mi?
Bizde oluyor işte ve en acısı buna kimsenin itirazı olmuyor.
Saraydaki her gün yaptığı hiddet dolu konuşmalarla, başbakanla ve bazı bakanlarla yaptığı toplantılarla yetinmiyor bizzat partinin karar organlarında çalışanları da saraya çağırıyor ve talimatlar veriyor.
Devlet yönetimindeki bu keyfilik ne kadar sürer bilemem ama günün birinde iktidarın ayağı tökezlerse hesabı sorulacak o kadar çok şey birikiyor ki.
BUNU YAZMAK GEREKCanı yanan “kandırıldık, kullanıldık” diye feryat ediyor
Sarayın cemaatle savaş operasyonlarında son hedef Kayserili Boydak grubu oldu biliyorsunuz.
Savcılar Boydak grubunun cemaate maddi yardım sağladığını böylelikle terör faaliyetlerine destek verdiğini iddia ederek şirketin sahiplerini tutukladılar.
Şimdi Boydak’çılar feryat figan “Biz cemaatçi değiliz, bizi kandırdılar, kullandılar” diyorlar.
Bu da moda oldu, canı yanan hemen saf değiştirip temize çıkmaya çalışıyor.
Boydak olayı yandaş medyayı da böldü. Bazı yandaşlar Boydak’ın gerçekten kandırıldığına ve kullanıldığına inandıklarını söylerken, bazı “şahin” yandaşlar ise “yok öyle kandırıldık numarasıyla işin içinden sıyrılmak, o zaman itirafçı olsunlar, bildiklerini anlatsınlar” diyor.
İbretle iliyoruz, elden başka ne gelir ki..
KAFAMI BOZAN ŞEYLER“İlber Hoca deyince alkış Emine Hanım deyince auvv” öyle mi?
Emine Erdoğan’ın Haremi “kutsayan” konuşmasına tepkiler gelince, kendini “tarafsız kalkan” olmak durumunda hisseden Ahmet Hakan da hemen “İlber Hoca deyince alkış Emine Hanım deyince auvv” başlıklı bir yazı yazdı.
Neymiş, Emine Hanım’ın söylediğini İlber Ortaylı da söylemiş ve yazmış zamanında.
Yani Ahmet Hakan’a göre Emine Erdoğan’a yüklenilmesi haksızlıkmış.
Ahmet Hakan’ın görmediği anlamadığı ya da anladığı halde “Bir kere de buradan çakalım” diye yan çizdiği asıl gerçek şu; İlber Hoca ile Emine Hanım aynı şeyi söylemiyor.
İlber Hoca Harem konusunda bir durum saptaması yapıyor.
Emine Hanım ise Osmanlı özlemini dile getiriyor.
İlber Ortaylı’nın konu ile ilgili söylediklerini dikkatle okudum. Diyor ki “Harem çıplak cariyelerin yüzdüğü havuzlu kompleksler değildir. Bir idari anlayışın önemli aygıtıdır.”
İlber Hoca Haremi savunmuyor, Osmanlı yönetimindeki konumunun hakkını teslim ediyor.
Farkı ve bu konuşmaların ne amaçla yapıldığını görelim lütfen.
BEĞENDİMİnsanın “saraya danışman” olası geliyor
Amerika’da da çok başarılı spor hayatı geçiren milli basketbolcumuz Hidayet Türkoğlu sarayın “baş danışmanlar” kadrosuna alındı.
Devletin en tepesindeki ismin çeşitli konularda bilgi almak için danışmanlar kadrosu kurması elbette çok doğal.
Ancak Hidayet Türkoğlu’nun bu göreve getirilmesinden sonra, bugüne kadar kimsenin sormadığı bir şeyi daha öğrendik.
Nedense sarayın sayısız danışmanı olmasına rağmen bugüne kadar bunların maaşları hiç yazılmamış söylenmemişti.
Bu sefer öğrendik. Hidayet Türkoğlu “baş danışman” kadrosunda aylık 60 bin lira alacakmış.
Vallahi insanın “saraya danışman olası” geliyor.
Şaka bir yana, anlamadığım şu; devlet çalışanına vereceği bir kuruşun bile hesabını yaparken, sarayın danışmanları bu kadar yüksek maaşları “hangi fasıldan” alabiliyor.
Devlette görev yapanların alacakları maaşın mutlaka bir kıstası vardır. Örneğin milletvekilleri “en yüksek dereceli kamu görevlisi olan Başbakanlık müsteşarının maaşını” brüt olarak alırlar. Bugünkü milletvekili maaşı yaklaşık 15 bin liradır.
Cumhurbaşkanının ise maaşı yok yıllık ödeneği var. Geçen yıl bu ödenek 525 bin liraydı. Bunu 12’ye bölünce Erdoğan’ın 43 bin lira aylık aldığı görülüyor.
Tabii Cumhurbaşkanlığının bir de bütçesi var. Bütçe bu yıl 397 milyon liradan 434 milyon liraya çıkarıldı. Ancak yıl içinde buna ek yapılacak. Geçen yıl 397 milyonluk bütçe ek yapılarak 545 milyona çıkarılmıştı. Şimdi 434 milyon olarak açıklanan bütçeye yıl içinde ne kadar ek yapılacağını siz düşünün artık.
Garipliği siz de fark etmişsinizdir. Danışmanın maaşı 60 bin lirayken Cumhurbaşkanı’nın maaşı 43 bin lira.
Gel de danışman olma.
Can Ataklı - Korkusuz