Can Ataklı; 'Rehine olayında bir kahramanlık yok, aslında yüzlerine ve gözlerine bulaştırdılar'...
Öncelikle şunu söyleyeyim. Tam 101 günden beri evlerinden, ailelerinden uzak, bilmediğimiz sıkıntılar çeken 46 konsolosluk çalışanımızın sağ salim Türkiye’ye gelmeleri büyük mutluluk verdi.
Hükümetin bir kahramanlık şovuna çevirmek istediği rehine olayının hepimizi teselli eden tek güzel unsuru budur.
Şimdi gelelim bu garip rehin alma ve 101 gün sonra serbest bırakma olayındaki soru işaretlerine.
Öncelikle herkesin “Musul konsolosluğumuzda çalışanlar neden rehin alındı?” diye sorması gerek.
Bölgede bir anda türeyen, El Kaide, El Nusra gibi vahşi terör örgütlerinin bir uzantısı olan IŞİD neden Türkiye konsolosluğunu bastı, neden tüm çalışanları ve konsolosu rehin aldı?
Geçen 101 gün içinde hükümet rehine olayının kurcalanmaması için “yayın yasağı” getirmişti. Bu nedenle konuyu fazlaca tartışamadık.
Şimdi daha rahat ve açıkça sorabiliriz.
IŞİD’in Musul’u alacağı günler öncesinden belliydi. Bu konuda gizli istihbarata bile gerek yoktu. Buna rağmen hükümet bir önlem almadı.
Daha sonraki günlerde güya Dışişleri’nin konsolosa “Musul’u terk et” dediği ancak konsolosun buna “Bize bir şey yapmayacaklar” diyerek karşı çıktığı ileri sürüldü. Sanki konsoloslar gelen emirleri kişisel inisiyatiflerini kullanarak yerine getirmezmiş gibi bir yalanla kamuoyu uyutuldu.
İkinci olarak rehine olayından sonra ne yapıldığı geliyor?
Hükümet “basına yasak” koymanın ötesinde bir eylem yaptı mı? Bu bilinmiyor.
Gerçi rehineler geldikten sonra bir dizi kahramanlık senaryosu sürüldü piyasaya. İnsansız hava araçları rehineleri sürekli izlemişler, MİT bir sürü ajanıyla bölgede çalışmalar yapmış, bu arada diplomatik çalışmalarda bulunulmuş.
Ama şu soruya hiçbir cevap verilmedi: “IŞİD neden Türkiye’yi hedef seçti? Bundaki amacı neydi? Türkiye’den ne istedi? Bu istekler yerine getirildi mi?”
Bu soruların cevabını hiç öğrenemedik. Bakalım bundan sonra öğrenebilecek miyiz?
Şimdi gelelim günümüze
IŞİD Haziran’dan bu yana Irak içinde yayılıyor. Musul’u aldı. Oradan Suriye tarafına geçti. Birkaç gün önce Türkiye’nin Suriye sınırına dayandı. 16 Kürt köyünü ele geçirdi. Adeta Güney’deki sınır komşularımızdan biri haline geldi.
Dünya IŞİD olayına önce duyarsız kaldı
Ne zaman ki IŞİD Amerikalı ve İngiliz gazetecilerin başını kesmeye bunu videolara da çekip dünyaya göstermeye başladı, Batı ayağa kalktı.
Amerika önce kendi kararıyla bazı IŞİD konvoylarını vurdu. Ama buna tek başına devam edemeyeceğini görünce bölge ülkelerinin elini taşın altına sokmasını istedi.
Bütün Arap ülkeleri bir araya geldi, ortak bir deklarasyon yayınladı, Türkiye ise buna imza vermedi.
Gerekçesi ise açıktı: “IŞİD elinde 39 rehinemiz var. Acık destek veremeyiz. Vereceğimiz destek ancak insani yardımla sınırlı olur.”
Biraz geriye gidelim:
Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu savaşta açıkça yer aldı ve desteğini Esad’ı devirmek isteyen güçlerden yana kullandı.
İlk başlarda Suriye’deki muhalif gruplara bütün batı ülkeleri ve pek çok Arap ülkesi de destek verdi.
Ancak bölgeye giderek radikal dinci unsurların gelmesi, olayın Esad’a karşı bir “özgürlük ve demokrasi hareketi” olmaktan çıkıp bölgede şeriatçı bir yapılanmaya gidildiğinin fark edilmesiyle birlikte önce Arap ülkeleri sonra da batı ülkeleri “muhalefeti!” desteklemeyi bıraktı.
Türkiye hariç
Çünkü hükümet Suriye olayını kendince bir onur sorunu haline getirmişti. Hesaplar hep “Esad’ın gideceği” yönünden değerlendirilmiş strateji buna göre hazırlanmıştı.
Evdeki hesap çarşıya uymayınca hükümet çaresizliğinin açığa çıkmaması için desteğini artırdı.
Muhalefete yapılan lojistik yardımlar fiili yardıma dönüştü. Kimileri THY uçakları aracılığı ile 10 binin üzerinde El Kaide ve Taliban militanı bölgeye taşındı. Bunlar İstanbul’da, Ankara’da, Adana’da Gaziantep’te ve Antakya’da misafir edildi.
İaşeleri temin edildi. Suriye sınırından kolaylıkla geçmeleri, orada eylemler yaptıktan sonra geri dönmeleri, yaralı ve hastalarının tedavi edilmeleri sağlandı.
Türkiye artık açıkça Suriye’deki iç savaşın tarafı olduğu gibi dünyanın endişe ile izlediği “radikal terör örgütlerinin” de hamisi gibi görünmeye başlandı.
Batı medyası ısrarla ve sürekli olarak Suriye sınırından geçirilen teröristleri, gönderilen patlayıcı, silah ve mühimmatı, tedavi edilen yaralı teröristleri görüntülemeye ve yayınlamaya başladılar.
Türkiye “teröre destek veren” ve “savaş suçu işleyen” bir ülke gibi anılmaya başlandı.
Hükümet ise tüm bu gelişmeleri “Gezi olaylarından” başlayarak “hükümeti devirmek için iç ve dış mihrakların ortak çabası” gibi sunma gayretine düştü.
Tekrar bugüne dönelim;
Herhalde rehinelerin şu anda döneceğini artık kimse tahmin etmiyordu.
Çünkü rehineler ilk kez gerçekten bir koz haline gelmişti.
Amerika’nın baskısına Türkiye “IŞİD’e karşı operasyona giremeyiz, çünkü ellerinde rehineler var” karşılığını veriyordu.
Görünüşte makul bir nedendi bu.
Peki, ne oldu da IŞİD böyle avantajlı bir durumdayken rehineleri serbest bıraktı.
İşte burada çok önemli bir soru devreye giriyor:
“Rehineleri IŞİD’den mi teslim aldık?”
“Yoksa rehineler zaten çoktan serbest kalmışlardı da bir türlü Türkiye’ye mi getirilmiyordu?”
Bu yazımın sonunda 8 temmuz günü yazdığım bir yazıyı bulacaksınız.
Twitlerimi izleyen okurlar da hatırlayacaktır. O tarihte “rehinelerin serbest bırakıldığını ve Haşimi aşiretine teslim edildiğini” duyduğumu yazmıştım.
Ancak yol güvenliği sağlanamadığı için rehinelerin getirilemediğinin söylendiğini de yazmıştım.
Hükumet bu sabahtan beri büyük bir kahramanlık destanı yazmış gibi rehinelerin nasıl kurtarıldığını anlatıyor.
Erdoğan’ın atadığı başbakan “Birinin bile kılına zarar gelmeden çekip aldık. Bu Türkiye’nin büyüklüğünü gösterir, yeni Türkiye’nin zaferidir bu” nutukları atıyor.
Ancak şurası bir gerçek ki, “bu büyük kahramanlık ve başarının” arkasından “haydi artık bahanen kalmadı, IŞİD’e müdahale konusunda sen de taşın altına elini sok” baskıları gelecektir.
Bu açıdan bakınca “zaten çok önceden serbest bırakılmış olan rehinelerin, Amerika’nın baskısıyla Türkiye’ye getirildiği” ve “IŞİD’e karşı koalisyona katılmama konusunda elimizdeki tek kozun alındığı” yorumlarının yapılması şaşırtıcı olmamalıdır.
Hükumet şimdi kamuoyunu bir süre “tampon bölge kurulması” ve “bu bölgenin uçuşlara yasaklanması” gibi önerilerle oyalamaya çalışacaktır.
Dışarıdan baskı geleceğini bildiği için tıpkı daha önce de yaptığı gibi iç siyaseti kullanarak “kamuoyunu arkasına alma” taktiği uygulayacaktır.
Bunun için gerekli medya altyapısı da hazır olduğuna göre bu oyun bir süre daha oynanacaktır.
Sonuç olarak; iktidar aslında kahramanlık gibi sunduğu rehine olayında her şeyi eline yüzüne bulaştırmış haldedir.
Burada insanın canını sıkan, zararı sadece hükümetin değil bütün ülkenin göreceği gerçeğidir.
Yeni Türkiye çığlıkları ile demokrasiyi, insan haklarını, hukuku ve özgürlükleri askıya alan iktidarın Türkiye’yi “teröre destek veren ülke” ve “savaş suçlusu” konumuna sokmasının bedelini çok uzun yıllar hep birlikte ödemek zorunda kalacağız.
8 TEMMUZ 2014’TE ŞU YAZIYI YAZMIŞTIM
Musul rehineleri bugün Türkiye’ye gelebilir
Musul’da IŞİD’li teröristlerin kaçırdığı kamyon şoförleri geçen hafta sonunda Türkiye’ye gelmişlerdi.
Ancak herkesin şu anda asıl merak ettiği Musul konsolosluğunda rehin alınan 48 kişinin akıbeti.
Emniyet Müdürlüğü İstihbarat birimindeki eski bir görevle arkadaşımdan dün sabah 22 gündür IŞİD’li teröristlerin elinde rehin tutulan konsolosluk çalışanlarının bugün Türkiye’ye getirilebileceklerini öğrendim.
Başta Musul konsolosumuz olmak üzere konsolosluk çalışanlarının bir hafta kadar önce serbest bırakılarak bölgede güçlü olan Haşimi aşiretine teslim edildikleri yolunda birkaç gün önce bir bilgiye ulaşmıştım.
Peki, rehineler serbest kaldığı halde neden Türkiye’ye getirilemedi?
Çünkü IŞİD’in rehineleri serbest bıraktığını öğrenen ve çevrede bağımsız olarak faaliyette bulunan bazı küçük gerilla grupları Haşimi aşiretinin rehineleri geçirebileceği yollarda pusu kurmuşlar.
Haşimi aşireti yol güvenliği olmadığını belirterek Türk Dışişlerine “Rehineleri göndermemiz çok riskli” diye haber yollamış.
Bir haftalık çalışmadan sonra rehinelerin geçeceği yollarda güvenlik alındığı gibi, özel bir tim de refakat etmek için Haşimi aşiretinin yaşadığı bölgeye gönderilmiş.
Rehineler eğer son anda bir aksilik çıkmazsa bugün Türkiye’de olacaklar.
NOT: Bu yazıda sözü edilen “yarın burada olabilirler” bilgisi doğru çıkmamıştı. Ne olmuştu da rehineler gelmemişti o tarihte öğrenememiştim.
Ancak rehinelerin bugün nasıl olduğu anlatılmayan ama bir kahramanlık gibi sunulan bir dizi işlemden sonra Türkiye’ye getirilmeleri, o günkü yazının doğruluğunu gösteriyor.
Can Ataklı