Dalgasını güzel geçmiş
Can Ataklı; İnsanlarla kazlar arasında ne fark var?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
İnsanlarla kazlar arasında ne fark var?
Geçenlerde sakladığım yazılar arasında gezinirken Dr. Erdal Atabek’in bundan 9 yıl önce Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı “İnsanlarla kazlar arasındaki ne fark var?” başlıklı yazısına rastladım.
Zaten her yazısı bir bilgeliğin ürünü olan Erdal Atabek’in hoşgörüsüne sığınarak (bulup izin alamadım dün) bu güzel yazıyı size de sunmak istedim.
Şöyle yazmış sevgili Doktor Erdal Atabek;
“Bu da nereden çıktı?” demezsiniz umarım.
İnsanlarla hayvanlar arasındaki benzerlikler ve farklar üzerinde çok durulmuştur. Ünlü etologlar (hayvanbilimci) Konrad Lorenz, Edmond Morris ile ünlü primatolog (primatbilimci) Frans de Waal bu konuları ayrıntılı olarak incelemiştir.
Kazlar konusunda Konrad Lorenz önemli bir buluşa tanık olmuştur. Kaz yavruları yumurtadan çıktıktan sonra dünya üzerinde ilk gördükleri hareketli nesnenin peşine takılmışlar, onu rehber bellemişlerdir. Korunma içgüdüsüne bağlı bu davranış, büyüyen kazlarda yer etmiş, böylece kazlar bu nesneye bağlanmışlardır. Konrad Lorenz’in arkasında yürüyen kaz sürüsüyle görüntüsü de bu olgunun kanıtı olmuştur.
Konrad Lorenz, bu olguya “imprintention-damgalama” adını vermiş, bağlanmış canlıda bu etkinin sürdüğünü göstermiştir.
“İşte, ne olacak, kazlar böyleymiş” dememek gerekiyor. İnsanların kullandığı “kaz kafalı” deyimiyle “pek akıllı değil” anlamının aksine kazlar zeki hayvanlardır. İçgüdüleri güçlüdür. Öfkeleri ünlüdür. Sürü halinde gezerler. Tehdide karşı saldırganlaşırlar. Ama işte küçüklük dönemlerinde önlerinde yürüyen nesnenin arkasına takılıp yürürler.
Şimdi durup düşünelim. Bebekliğini bitirip çocukluğa erişen, çocukluktan gençliğe, gençlikten erişkinliğe ulaşan kimi insanın davranışı aynı kazlar gibi birinin peşine akılsızca kapılıp gitmiyor mu?
“Kaz adımı” yürüyüşleri ile ünlü Alman askerleri, Japon intihar pilotları, Vietnam’da “ne için savaştığını?” düşünmeyen Amerikan askerleri, ne yaptığını düşünmeden birinin peşine takılıp akla sığmaz işler yapan nice insan kazlardan farklı mıdır?
İnsan önyargıları da bir tür “zihinsel damgalanma” değil midir? Eğer şöyle bir geriye çekilip düşünsek zihnimizde “yer etmiş kalıplar” bize saçma görünmez mi?
Almanlar disiplinlidir.
İngilizler soğuktur.
Fransızlar duyguludur.
İtalyanlar eğlencelidir.
Türkler cesurdur.
Bu kalıp yargılara biraz uzaktan bakarsak;
Sorgulamayan disiplinin yanlış olduğunu,
Soğuk davranışın mesafe koymaktan kaynaklandığını,
Duygulu olmanın arkasında yaşama sevincinin bulunduğunu,
Eğlenceli görünmenin belki de kaygıdan kaynaklandığını,
Cesur davranışın altında korkunun yattığını anlayabiliriz.
İçgüdüsel davranışlarla yaşamak, hayvansal yanımızla hayatta kalma eğilimidir. Bu yanıyla kazlar, çok başarılı bir yaşam mücadelesi verirler. Elbette bu mücadele, kolay yem bulmak uğruna kafeslerde yaşayıp sofralarda yer alma kaderini değiştirmez.
Aslında insanların da yıllarca uğraşıp eğitim görüp, bir işte çalışmak uğruna verdikleri mücadelenin, kendi kafes-evlerinde, kendi ücret-prim-ikramiye-unvan gibi yemlerle benzer kaderi paylaştığını düşünmek de olasıdır.
Peki, insanlarla kazlar arasındaki farklar nedir?
İşte, insanlarla kazlar arasındaki fark da -eğer varsa- buradadır.
İçgüdünün üzerine çıkıp, sosyal güdüleri de sorgulayıp, bilinçli düşünme düzeyine ulaşmak, insanları kazlardan farklı kılar.
İçgüdüler; korunma, beslenme, çoğalma yoluyla hayatta kalmayı güdüler.
Sosyal güdüler, sosyal statü ile, kariyerler, mutlu birliktelikler ile, istenen refah payıyla yaşam rekabetinde kazanmayı hedefler.
Bilinç ise,
“Bütün bunların ne olduğunu?”,
“Bütün bunların neden olduğunu?”,
“Bütün bunların kimin, kimlerin işine yaradığını?”,
“Bütün bunların neresinde yer aldığını?”, sorgular, sorgulatır, yanıtlarını aratır.
Onun için de Sokrates, “Sorgulanmayan hayat, hayat değildir” demiştir.
Onun için de, Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım” demiştir. Dünyanın kaderi, insanın bilinçlenmesiyle değişmiştir.
Değişmeyen nedir?
Değişmeyen, insanı yürüyen kazlara çeviren sistemdir.
Değiştirecek olan da “insanın aydınlık bilincidir”.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
18’inci fil olmak ne demek?
Bizim okulun Whatsapp grubunda buldum yazıyı.
Sevgili Necmi Kavuşturan paylaşmış.
İlk kez duyduğum bir deyimi ve hikayesini anlatmış.
18’inci fil olmak diye bir deyim varmış.
Bir Hint deyimi imiş.
Çok hoşuma gitti, sizle de paylaşmak istedim;
Yaşlı adam, ölmek üzereyken üç oğlunu çağırıp, vasiyet etmiş. 17 fili varmış. Yarısını büyük oğluna, üçte birini ortancaya, dokuzda birini de küçük oğluna bırakmış.
Babaları ölünce, çocuklar birbirlerine düşmüşler. 17 filin bir türlü yarısını bulamadıklarından onların kavgası bütün köye yayılmış.
Bir gün yaşlı bir bilge, fili üzerinde o köyden geçerken, konuya tanık olmuş.
“Kavga etmeyin” demiş, “Benim filimi de alın, paylaşın.”
Şimdi 18 filleri varmış artık.
Yarısını büyük oğlan almış, 9 fil.
Üçte birini ortanca almış, 6 fil.
Dokuzda birini de küçük almış, 2 fil.
9+6+2=17 fil.
Yaşlı bilge kendi filini tekrar almış ve gitmiş…
Kıssadan hisse:
18’inci fil ol.
KOMİK
Dalgasını güzel geçmiş
Seçimden önce “Geliyorum” sloganının çok esprisi yapılmıştı.
“Geliyor gelmekte olan” sözü de çok kullanılmıştı.
Bir de “Gidiyor artık” vardı.
Ama seçimler muhalefetin beklediği gibi sonuçlanmadı.
Bu sloganlar da iktidarın elinde oyuncak haline geldi ister istemez.
Üzerine espriler yapmaya kalktı saray yandaşları ama pek başarılı olamadılar, sığlıktan, kabalıktan öte geçmedi buldukları cümleler.
Ancak birkaç gün önce yolda rastladığım bir taksinin arka camında yazan cümle gerçekten çok ilginçti. Şöyle demiş taksici; “Artık kaybetme korkusu yok, gitmek isteyeni evine bırakıyoruz.”
ÇOK GÜLDÜM
Pazar için üç fıkra
9 günlük bayram tatili bitti.
Pekçok kişi dünden yola çıktı belki.
Bugün de dönüş yolculuğu heyecanı var.
Yarın kaldığımız yerden hayata devam edeceğiz.
Tatilin son günü için Yıldırım Tuna üç fıkra göndermiş.
Okuyalım;
Beşamel soslu ördek
Adam koşarcasına eve gelip acele bir iş yemeğine katılması gerektiğini söyleyip duşa girince kadınsı sezgileri ile şüphelenen eşi o duştayken adamın ceplerini karıştırmış ve “Aşkım seni bu akşam bekliyorum, sana beşamelli ördek hazırladım” notunu bulmuş.
Tabii ki müthiş bozulmuş, ama açık vermeden en seksi kıyafetlerini giymiş, balık ağı çoraplar, harika bir makyaj, iç gıcıklayıcı parfüm ve en davetkar haliyle uzanmış divana…
Duştan çıkan adam hayretler içinde karısının yanına gitmiş, uzun zamandır unuttukları duygularla beraber olmuşlar. Daha sonra iki kere daha bu mutluluğu yinelemişler. Adam yalanı ortaya çıkmasın diye mecburen “Geç kaldım” deyip emekleyerek evden çıkmış, bitkin bir halde sevgilisinin evine gitmiş, yemeğin bitmesiyle de masada sızmış, kalmış…
Bu sefer sevgilisi çok üzgün, anlam veremediği bir şüphe içinde adamın ceplerini karıştırırken kendi yazdığı notu altına bir cümle eklenmiş bir şekilde bulmuş… “Size ördeği yolluyorum ama ‘Beşamelsiz’!”
Aa..bu benim değil ki?
Yaşı hayli ilerlemiş bir gurup arkadaş her hafta bir araya gelip golf oynuyorlarmış. Ancak, aralarından birinin gözü son derece bozukmuş. Golf topunu bile görmekte zorluk çekiyormuş. Arkadaşları o sabah bir sürpriz yapmışlar. En büyük numaralı, her şeyi kocaman gösteren teleskop gibi bir gözlük getirip, arkadaşlarına zorla takmışlar.
Bizimki o gün, grubun en iyi oyuncusu olmuş. Oyun sonrası kulüpte biralar içilirken, “Harika oynuyorsun!” demiş arkadaşları.
“Aşağı bakıyorum, golf topu basket topu gibi görünüyor.. Iskalamak imkansız!” demiş adam ve şerefe içtiği biraların etkisi ile tuvalete gidip biraz sonra pantolonunun önü sırılsıklam dönmüş yerine..
“Ne oldu?” diye sormuş arkadaşları..
“Sormayın!” demiş adam, “Tuvalette bir baktım ortada dev gibi bir şey. Bu benimki olamaz diye soktum pantolonumun içine..!”
Otel fiyatları
Otomobillerini park edip 5 yıldızlı otelin lobisine gelmişler, resepsiyon görevlisi onları ‘‘Hoş geldiniz” diye güler yüzle karşılamış, “Otelimiz Ultra Her Şey Dahil sistemimize göre çalışmaktadır bu nedenle şimdi sizlere birer renkli bilezik takacağız, onu otelimizde kaldığınız süre boyunca çıkartmayın lütfen” demiş
“Ooo” demiş kadın espri yapıp gülerek, “Yakutlu pırlantalı bir şey mi bu bilezik?”
Kocası “Yok hanım bildiğin plastik” demiş gergin bir şekilde, “Ama bil ki fiyatı en az o kadar!”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları