Can Ataklı yazdı, ''Serra Yılmaz'ın sözlerinde bir dinsel gönderme yoktu. Sadece görüntü ile ilgili bir duygu vardı...
Sanatçı Serra Yılmaz Balçiçek İlter’in Habertürk’teki programında türbanlıların, çarşaflıların kendisini korkuttuğunu söyledi ve “öcü gibi geliyorlar bana” deyiverdi.
Programı izliyordum, bu sözleri söylerken ne gözlerinde bir nefret, ne sesinde bir düşmanlık yoktu.
Öyle hissediyordu, öyle söyledi.
Sonrası bir “hakaret kasırgası” gibi. Dincisinden dindarına, liberalinden renksizine kadar hepsi bir ağızdan Serra Yılmaz’a saldırmaya başladı.
Son yıllarda başgösteren , “Düşünce ve görüşlerle inançları aynı potaya atma” hastalığımız burada da kendini gösterdi.
Serra Yılmaz’ın sözlerinde bir dinsel gönderme yoktu. Sadece görüntü ile ilgili bir duygu vardı.
Bu duygu herkeste olabilir. Hıristiyan bir ülkede, hele Ortodoks ülkelerde, kimilerinin simsiyah sakallı, simsiyah cüppeli, kukuletalı papazlardan, siyah giysili rahibelerden korkması, onların dine karşı oldukları, dini küçük gördükleri anlamına gelmez.
Yakın bir tarihte bir ünlü kişinin cenazesi Fatih Camii’nden kaldırılıyordu. Öğle namazı bitmiş, cemaat de cenaze namazına katılmak için musalla taşının başına yürüyordu.
Bu sırada camiden çıkan uzun sakallı, cüppeli, takkeli bir grup yüksek sesle “destuuur, kadınlar çekilsin” diyerek saf tutmaya başladı.
O sırada kadınların yüzündeki korku ve dehşeti tanımlamak mümkün değil.
Herhalde hiçbirinin aklına “Müslümanlar böyle işte” demek gelmemişti, ama hepsi korkmuştu. Çünkü ürkütücüydüler, hele özellikle kadınlara yönelik davranışları dehşetti.
İnsanların kılık kıyafetlerine karışmamak, dinsel değil, medeni bir davranıştır.
Herkes nasıl istiyorsa öyle giyinir. Kimine ürkütücü gelebilir, kimine komik. Bunu saflıkla dile getirmesinin de yanlış bir tarafı yoktur.
Geçenlerde Nişantaşı’nda, TV’lerde çok ünlenen bir kadın gazeteciyi gördüm yürürken. Simsiyah giysileri ve türbanlı başı, kırmızının ağırlıklı olduğu makyajı “bakın bana” diye adeta haykırıyordu. İçimden gülmek geldi, o an aklıma o kadın gazetecinin inancı hiç gelmedi bile.
Serra Yılmaz’ın demokrasi, hukuk, insan hakları konusunda zafiyeti olduğuna inanmıyorum. Zaten sözleri, davranışı ve yaşam biçimi ile bunu kanıtlıyor.
Bence güzel olan, Serra Yılmaz’ın “demokrasi” baskısı altında aslında kendisine ürkütücü korkutucu gelen bir şeyi bütün samimiyetiyle söylemekten korkmamasıdır.
*****
Sağ olasın Zaman GazetesiYıllardır kimbilir kaç kere yazdım, kimbilir televizyonlarda kaç kere söyledim, açıkçası ben bile hatırlamıyorum.
İstanbul’da bir “trafik çekicisi terörü” var.
Özellikle İstanbul’un boş ara sokaklarında cirit atan bu trafik çekicileri, trafiği hiç aksatmadıkları halde “hatalı park ettikleri” gerekçesiyle her gün yüzlerce araç çekiyor. Trafiği doğru dürüst yönetemeyen, akışı sağlayamayan ama para toplamaya gelince, kolay yerlerden araç çeken Trafik Müdürlüğü dünyanın parasını da kazanıyor.
Zaten belli ki asıl amaç bu. Hem ceza kesmek, hem çekici parası almak hem de ne olduğu belirsiz bazı otoparklara para kazandırmak.
Bu çekicilerde görevli olanlar da belli bir kotayı doldurduktan sonra çektikleri araç başına prim alıyorlar. Daha önce bir çekicinin itirafları olarak yazmıştım bunu.
Yazdım da ne oldu? Tınmadılar bile.
Ancak şimdi çok sevinerek öğrendim ki İçişleri Bakanlığı bu çekici terörüne karşı soruşturma başlatmış. Kanunsuz araç çekmelerine karşı hukuki süreç başlatılmış.
Neden mi? Cevabı çok basit; Çünkü konuyu Zaman Gazetesi yazmış. Zaman yazınca da bakanlık soruşturma açmış.
Eee Zaman yazdı, emniyetin paçası tutuşmuştur artık. Sıkıysa harekete geçme bakalım.
*****
İspark’tan kaçış yokİstanbul’da “kısa süreli park” için İspark’ın tam ücret almasına tepkileri dile getirmiştim. İspark yöneticileri ise “15 dakikalık parklar için para alınmıyor, vatandaş bir şikâyeti olursa Beyaz Masa’yı arasın” demişti. Ancak, şikâyet ve yakınmalar bitmiyor. Çünkü siz farkında olmadan da hakkınızda “park ücreti” tahakkuk ettirilebiliyor.
Diyelim ki, bir eczaneden ilaç almak için durdunuz, İspark görevlisine de durumu söylediniz. O anda sizden para almasa da elindeki cihaza giriş yapabiliyor. Böylelikle siz para vermeseniz bile İspark’a borçlu kalabiliyorsunuz.
Çünkü görevlilerin elindeki pos makinesini andıran cihazlar, “online” olarak adınıza ücret tahakkuk ettiriyor. Bir başka yerde park ettiğinizde oradaki görevli “eskiden kalma borcunuz” var diyebiliyor. Bilesiniz istedim.
*****
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Ülke olarak dış politikada özgüven kazandık” demiş. Herhâlde bu özgüven, kazanılan düşmanların yanında bonus olarak verildi! (Gani Yıldız)
*****
Gensoru bir Meclis denetimidirParlamenter demokrasinin en önemli özelliği, devleti oluşturan tüm birimlerin “denetlenebilir” olmasıdır.
Yürütme organı yani hükümet parlamento tarafından denetlenir. Bunun yöntemlerinden biri de gensorudur. Gensoru bir anayasal kavramdır.
İktidar, muhalefetin sürekli gensoruvermesinden rahatsızlığını belirtiyor.
Son olarak Başbakan Kızılcahamam’da muhalefetin gensorularla Meclis’i meşgul ettiğini, bir sonuç alınmayacağının bilinmesine rağmen sürekli gensoru verildiğini söyledi.
Elbette muhalefet Meclis’teki aritmetik denge nedeniyle gensorudan bir sonuç alamayacağını biliyor.
Ancak gensoru başbakan ya da bakanlar için verilir. Görüşmelerde grubu bulunan her partinin konuşma hakkı vardır. Bu süre Danışma Kurulu’nda saptanır ama yarım saatten az da olamaz.
Ayrıca milletvekilleri için bir lehte, bir aleyhte konuşma hakkı vardır.
Başbakan ya da bakanlar hakkında gensoru açılmasına karar verilmesi aynı zamanda güvensizlik anlamına gelir. Gensorunun muhatabı Başbakan’sa hükümet istifa eder. Bakanlar ise gensoru açılması halinde istifa ederler.
Bugün Meclis’in bir AKP hükümeti hakkında gensoru kararı almasına aritmetik olarak olanak yok. O nedenle gensoru için “akıntıya kürek” tanımlaması yapılabilir. Ama muhalefet de ancak bu şekilde uzun konuşma hakkı buluyor ve hükümetle ilgili eleştirilerini kamuoyunun önünde yapabiliyor.
Muhalefet gensoru vererek bir bakanı devirmese de, başka türlü dile getiremediği eleştirileri gensoru sayesinde söyleyebiliyor.
Bu nedenle gensoru demokratik olduğu kadar bir zorunluluktur da. İktidarın sonuç alınmasa bile bu denetimden kaçmaması, bunu kötü bir şeymiş gibi göstermemesi demokrasiye saygısının bir kanıtıdır.