Can Ataklı; CHP içindeki alternatif aday beklentileri ise sürüyor. Şu ana kadar 6 kişi Emine Ülker Tarhan için imza verdi...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki son güne geldik. Son gün dediğim seçim tarihi değil elbette. Adayların açıklanmasındaki son gün. Üç aday belli. Recep Tayyip Erdoğan, Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş.
CHP içindeki alternatif aday beklentileri ise sürüyor. Şu ana kadar 6 kişi Emine Ülker Tarhan için imza verdi. Sayının 20’ye ulaşması mümkün mü? Teknik olarak mümkün de galiba pratikte olmayacak.
Hem CHP milletvekilleri üzerinde ağır bir parti baskısı var hem de kamuoyunda milletvekillerini harekete geçirecek çapta bir güç oluşmadı.
Alternatif aday gerekli amaDün sizlere bir alternatif adayın neden gerektiğini anlatmaya çalışmıştım. Çatı aday formülü kulağa hoş gelse de seçilen adayın kimliği, AKP’ye yakınlığı ve Türkiye Cumhuriyeti temel ilkelerine yönelik soğukluğu özellikle CHP tabanında pek iyi karşılanmadı.
Alternatif bir adayın çıkmaması bazı öfkeli seçmenleri sandıktan uzaklaştırabilir. Bunun da Tayyip Erdoğan’a yarayacağı kesin.
Neyse, yarın akşam saat 17.00’ye kadar süre var. Bakalım ne olacak, hep birlikte göreceğiz.
Yandaşlar kopya gibiSevgili izleyiciler bugün gazetelere baktınız mı? Özellikle yandaş gazeteleri gördünüz mü? Sanki hepsi aynı tornadan çıkmış gibiydi.
Hepsinde neredeyse tam sayfa Erdoğan’ın adaylığını açıklaması vardı. Başlıklar “Veda değil başlangıç, halkın adayı, cumhurun başkanı” türündeydi. Hepsinde de Erdoğan parlatması.
Sanki Erdoğan aday olmamış da başkan seçilmiş gibiydi.
Erdoğan 1 saati aşkın süren konuşmasında müthiş şeyler söyledi. Halkın cumhurbaşkanını seçmesiyle vesayet döneminin biteceğini, Türkiye’nin şaha kalkacağını anlattı.
Erdoğan’ın istediği cumhurbaşkanıİsterseniz bazı satırbaşlarına bir bakalım;
Halkın seçtiği cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanı olacak.
Halkın seçtiği cumhurbaşkanı Türkiye’yi uçuracak.
10 ağustos, ki bu ilk tur oluyor, yeni Türkiye yolunda önemli dönüm noktası olacak.
Bunlar sloganlar. Erdoğan daha sonra halkın seçeceği cumhurbaşkanının nasıl çalışacağını anlattı.
Onları da satır başlarıyla paylaşalım;
Cumhurbaşkanlığı makamı dinlenme yeri olmayacak
Çözümün sekteye uğramasına asla izin verilmeyecek
Paralel yapıyla mücadele güçlü biçimde devam edecek
Yeni anayasa yazılacak
Avrupa Birliği’ne tam üyelik gerçekleşecek.
Ekonomi büyüyecek, demokrasi standartları yükselecek.
Satır aralarında ise Erdoğan cumhurbaşkanını tarif ederken, o makama oturacak kişinin anayasada yer alan bütün yetkileri hiç korkmadan çekinmeden kullanacağını söyledi.
İcracı cumhurbaşkanı isteniyorKısacası Erdoğan müthiş bir cumhurbaşkanı tanımı yaptı. Hepsi temsil görevi olan cumhurbaşkanını değil icracı bir cumhurbaşkanını anlatıyor.
Hepsi güzel de Erdoğan kendisi Cumhurbaşkanı olursa bunlar geçerli.
Peki, ya seçilemezse?
O zaman da vesayet dönemi bitti denilecek mi?
O zaman da Türkiye uçacak mı?
O zaman da cumhurbaşkanı anayasal yetkileri kullanıyor adı altında başbakan gibi davranabilecek mi?
O zaman da bütün atamalar Çankaya’nın onayına sunulacak mı?
O zaman da sadece cumhurbaşkanının istediği şekilde mi çıkacak yasalar?
Başkasını kabul eder mi?Yani uzatmayayım, Erdoğan kendisini kastederek “müthiş ve tüm icrayı kontrol eden bir cumhurbaşkanı profili” çiziyor, seçimi kazanamaması halinde seçilecek kişinin kendi tarif ettiği ölçüler içinde çalışmasını kabul edecek mi?
Örneğin anayasaya göre cumhurbaşkanı gerek gördüğünde hükümeti kendi başkanlığında toplayabiliyor. Diyelim ki Erdoğan kaybetti ve başbakanlığa devam etti. Cumhurbaşkanı “bakanlar kurulunu topluyorum” derse buna uyacak mı direnecek mi?
İlk kez halk bir cumhurbaşkanını seçtiğine ve bu sayede vesayet dönemi bittiğine ve cumhurbaşkanı artık anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanacağına göre Erdoğan halkın yarısından fazlasının seçtiği cumhurbaşkanına uyacak mı yoksa şu andaki cumhurbaşkanına yaptığı gibi “kalk” dediğinde kalkmasını, “otur” dediğinde oturmasını mı isteyecek?
Erdoğan kendisi dışındaki bir “icracı cumhurbaşkanına” katlanabilecek midir?
Sevgili izleyiciler; Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilir ya da seçilmez ama bana göre her iki durumda da artık sonun başlangıcındadır.
Üç dönem kuralına devam kararıBakın Erdoğan dün aday olurken partisinin en kritik durumuyla ilgili de köprüleri attı. Dedi ki “Üç dönem kuralını sakın bozmayın.”
Bu ne demektir? AKP içinde Erdoğan’la birlikte üç dönemdir yürüyen, partinin ve iktidarın bütün yükünü çeken insanların tamamının 2015 genel seçimlerinde aday olmamasıdır.
Örneğin “Erdoğan köşke çıkınca kim başbakan olur?” sorusuna cevap arayanlar Binali Yıldırım, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin gibi isimleri telaffuz ediyor.
İyi de üç dönem kuralına göre üçü de önümüzdeki dönem yok ki. Sadece onlar mı, dediğim gibi partinin ve iktidarın yükünü çeken 60’ın üzerinde milletvekili bu yolla tasfiye edilmiş olacak.
Erdoğan köşke çıkarken, en yakın arkadaşları aktif siyasetten çekilecek.
Kaçı uyar buna acaba? Kaçı bir kenara çekilir, kaçı siyasete devam etmek için yeni arayışlara girer?
Bunları daha önce de konuştuk. Bugün sizlere daha önce konuşmadığımız bir faktörü anlatmak istiyorum.
Özal Erdoğan benzetmesiZaman zaman Özal Erdoğan benzetmesi yapılır? Özal da başbakanlıktaki gücünü köşke çıkarak bir başkan gibi kullanma hayali yaşamıştı. Ancak başaramadı. Çünkü kendi köşke çıktıktan sonra partisi dağılma ve çözülme aşamasına geçti. O günün “asla gitmez” sanılan ANAP’ından bugün eser bile yok.
Ama bana göre Özal’ın çöküşü 1987 referandumunda başlamıştı.
Bugün Tayyip Erdoğan nasıl Cumhurbaşkanı adayı olarak halkın önüne çıkıyorsa, Özal da 1987 yılında “siyasi yasakların kaldırılıp kaldırılmaması konusunda yapılan referandum” nedeniyle halkın önüne çıkmıştı.
Özal o yıllarda hiç gereği yokken 12 Eylül askeri yönetimi tarafından konulan siyasi yasakların kaldırılmasını gündeme getirmişti. Ancak Özal “Buna halk karar versin” diyerek referanduma gitmişti.
Oysa istese yasakları hiç gündeme getirmeyebilirdi. Getirse bile referandum yerine Meclis’te yapılacak bir anayasa değişikliği ile referanduma hiç gerek kalmadan yasakları kaldırabilirdi.
Özal kendini oylattıPeki, Özal niye referanduma gitti.
Niye biliyor musunuz, yüksek egosu yüzünden.
Özal, halkın yeni yönetimden ve rejimden memnun olduğuna, kendisinin çok sevildiğine, adeta vazgeçilmez olduğuna ve siyasi yasaklı olan eski siyasetçileri asla istemediğine inanmıştı.
Referandumu siyasi yasakların kaldırılması için bir “evet-hayır” oylaması olarak değil, kendisinin oylanacağı bir referandum gibi görmüştü.
Kazanacağına çok emindi. Üstelik öyle kıl payı ile değil, yüzde 55’in üzerinde “hayır” oyu çıkacağına inanmıştı. Çünkü halk eski siyasilerden çok çekmişti. Anarşi, terör, ekonomik sıkıntılar bu siyasetçiler zamanında herkesin iflahını kesmişti. Özal da tıpkı Erdoğan gibi “Yeni Türkiye” hayali ile eski siyasetçilerin çok üzerine çıkacağını umuyordu.
Beklediği olmadıReferandum kampanyasını buna göre yaptı. Ama şunu hesaplamamıştı. Evet, halk belki eski siyasetçilerden bıkmıştı, onların yeniden işbaşına gelmesini istemiyordu, ama Özal’ın ekonomideki liberalleşme hamlelerine ne kadar destek veriyorsa, sosyal hayatta giderek yükselen ahlaksızlığa, yolsuzluklara, dini siyasete alet eden, Türkiye’yi gericileştiren hamlelere de karşı çıkıyordu.
Ayrıca demokratik ahlak da hiç kimsenin siyasi yasaklı olamayacağını emrediyordu.
Buna rağmen halkın tam yarısı siyasi yasakların sürmesine “evet” dedi. 6 Eylül 1987’de yapılan referandumda “evet” diyenlerin oranı yüzde 50.1, “hayır” diyenlerin oranı ise yüzde 49.9’du.
Sayısal olarak fark sadece 75 bin 66 idi.
Halkın yarısı düşmanŞimdi sevgili izleyiciler, oransal olarak bakıldığında Özal’ın arkasındaki halk desteği yüzde 49.9 gibi görünüyor değil mi? Bu muazzam bir destektir.
Ama öyle değil işte. Çünkü halkın yüzde 49.9’u Özal’ın arkasındaydı arkasında olmasına ama fark şuydu; halkın yüzde 50.1’i de Özal’a iflah olmaz derecede düşman olmuştu.
Demokrasilerde en kötü şey kutuplaşmadır toplumun birbirine düşman olmasıdır.
Bakın dünyanın pek çok ülkesinde başkanlar ya da Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir. Oralarda da seçim iki turlu yapılır. Yani seçilen kişi yüzde 50’yi mutlaka geçer.
Ama seçimden sonra yenilen kesim seçilen başkana karşı düşmanlık beslemez. Sadece seçimi kaybetmiştir, artık gelecek seçimi düşünür.
1987 referandumu ise halkın yarısını Özal’a düşman yaptı. Bu gerginlik, bu kutuplaşma bir süre sonra makulde buluşmayı sağladı.
Yüzde 49.9’dan büyük düşüşÖzal’ın ANAP’ı 1983 genel seçimlerinde 45.2 ile iktidara gelmişti. Özal referandumda yüzde 49.9 oy aldı. Hemen erken seçime gitti ve 1987’nin 29 Kasım’ında yapılan genel seçimlerde Özal’ın oyu 36.’3e düştü.
Bakın sadece iki ay sonra yüzde 49.9’luk destek yüzde 36.3’e inmişti.
1989 yerel seçimleri ise ANAP’ın sonunu getirdi. ANAP yüzde 21’e geriledi. Yani iki yıl içinde ANAP oyları yarı yarıya azalmıştı. Ondan sonrasını biliyorsunuz zaten.
Bu arada küçük bir saptama yapayım, Özal’ın 1989’daki referandumda aldığı yüzde 49.9 ile Erdoğan’ın 2011 genel seçimlerinde aldığı yüzde 49.7 oyun benzerliğine de dikkatinizi çekerim.
Sanki 1987’de “siyasi yasaklar sürsün” diyenler daha sonra AKP’nin etrafında birleşmiş gibi değil mi?
Erdoğan da ego tatmini peşindeNeyse, gelelim günümüze. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı da aslında bir ego gösterisidir.
Erdoğan seçimi sadece kazanacağına değil, tıpkı Özal gibi yüzde 60’ları bulacağına inanıyor. Kendisini vazgeçilmez sanıyor. Bunu da halkın oyuyla tescil ettirmek istiyor.
Aynı hataya düşüyor. Erdoğan tıpkı 1987 referandumunda olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı seçimini yüzde 0.1’lik bir farkla kazanabilir veya kaybedebilir.
Ancak şunu unutmaması gerek. Erdoğan siyasi kimlik olarak ortaya 1994 yerel seçimlerinde çıkmıştı. O zaman sadece yüzde 24.4 oy alarak İstanbul büyük şehir belediye başkanı olmuştu. Açıkçası İstanbul halkının yüzde 75’i kendisine karşıydı.
Ama şu farkla. Karşıydı, düşmanlık beslemiyordu. Bazı kesimler korkuyordu, o kadar.
Ama şimdi yüzde 50’ye yakın oy alsa bile kalan kesim kendisine düşman gibi olacaktır.
Gerginlik politikası bir yere kadarÇünkü Erdoğan siyasi faaliyetlerini gerginlik üzerine kuruyor, herkesi kucaklamaktan söz ediyor ama kendinden olmayan herkesi dışlıyor, küçümsüyor, hakaret ediyor.
Herhalde Erdoğan da biliyordur, bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine oy vermeyecek olanların neredeyse tamamı Erdoğan’ı sadece siyasi görüşlerini beğenmediği bir lider olarak değil aynı zamanda nefret ettiği bir kişi olarak da görmektedir.
İşte Tayyip Erdoğan egosuna yenilerek, kendini ortaya atıyor. Olaya sadece kendisine destek verenlerin sayısı olarak bakıyor, sandığı sadece sayısal güç olarak görüyor, kendisine oy vermeyenlerin hangi duygular içinde olduğunu hesaplamak istemiyor.
O halde Erdoğan’ın da sonu, seçim hangi sonuçla biterse bitsin, tıpkı Özal gibi olacaktır.
Arkasına yüzde 50’nin desteğini aldığını sanarak egosunu şişirecek ve diğer yarının kendisine düşman gibi baktığını görmezden gelecektir.
Toplum büyük egoları tasfiye ediverirAma tarih boyunca gördüğümüz gibi bir süre sonra toplum makule doğru kayar, düşmanlık hislerinden arınarak kendisini bu hale getirenleri tasfiye ediverir.
Yandaşlar, yalakalar Erdoğan’ın seçilmesi halinde yeni bir dönemin başlayacağını, Cumhuriyet değerleri başta olmak üzere Türkiye’nin baştan aşağı değişeceğini ve bu iktidarın çok uzun süreceğini sanıyorlar.
Ancak göreceksiniz sevgili izleyiciler, öyle olmayacak. Şişmiş egoların tatmin edildiği günler gelip geçecek, vatandaş içine düşürüldüğü anlamsız düşmanlıkların, ayırımcılığın farkına varacak.
Bir seçimi ülke yararı için değil de kendisi için yapmanın bedelini ödetecek.
Bu akşam da bu kadar. Yarın aynı saatte yine birlikteyiz. Hepinize iyilikler dilerim. Hoşça kalın..
Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 2 Temmuz 2014