Can Ataklı yazıyor, ''Erdoğan haklı ama yaptığı 'olmayacak duaya amin' gibi...''
Başbakan Erdoğan son bir ay içinde üçü uluslararası toplantıda olmak üzere çeşitli kereler başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere uluslararası kurumların yetersizliğini anlatıyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin niteliğinin değişmesi gerektiğinin altını çizen Erdoğan “Dünya bu haksızlığa artık çare bulmalı” diyor.
Bazı bölgelerde süren insanlık dramlarına karşı uluslararası kurumların hiçbir şey yapmadığını sadece seyrettiğini de söyleyen Erdoğan “Bu kurumların artık değişmesi gerek, her şeyi yeniden ele almak zorundayız” düşüncesini savunuyor.
Erdoğan haklı mı?
Elbette haklı.
Ancak şunu da söylemek zorundayız ki, Erdoğan’ın bu çıkışları dilimizde çok kullanılan “olmayacak duaya amin” sözünü hatırlatıyor. Çünkü Erdoğan’ın haklı olarak yakındığı bu uluslararası kurumların yönetimi “şeklen” tüm dünya ülkelerinin ortak olduğu kurumlar gibi görünmesine rağmen hâkimiyet birkaç ülkenin elinde.
BM Güvenlik Konseyi’nde daimi delege ve veto hakları olan ülkeler ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa zaten Başbakan’ın şikâyet ettiği dünya düzenini oluşturanlar. Bu düzeni kendi çıkarlarını korumak için koymuşlardı zamanında ve bundan vazgeçmeleri “olanaksızdan” da öte bir durumdur.
Peki bu düzen hep böyle mi sürecek? Yapılacak bir şey yok mu?
Vardır elbette ama bunun için dünya gücünü elinde tutan birkaç ülkeye karşı diğer tüm ülkelerin birleşmesi gerekir. İşte “olmayacak duaya amin” dememin nedeni bu.
Erdoğan konuşuyor, sert açıklamalar yapıyor, ama dünyada bunun yankısını göremiyoruz. Bırakın batı medyasını, İslam ülkelerinin medyasında bile Erdoğan’ın sözleri çok yer almadı.
Oysa hiç olmazsa İslam ülkelerinin bu çağrıya kulak vermesini ve katkıda bulunmasını bekliyor insan. Ama nafile, o destek yok.
İzlediğim kadarıyla çeşitli ülkelerde yaşanan insanlık dramlarına sadece Türkiye “insani” açıdan bakıyor. Diğer bütün ülkeler bu dramları kendi siyasetleri doğrultusunda değerlendiriyor ve ona göre tavır alıyor.
Dünyanın en zengin ülkesi Suudi Arabistan eğer Filistin- Gazze sorununa el atsa ve ABD’nin korumacı kollamacı tavrına karşı “bu ülkedeki paramı çeker, yatırımlarımı durdururum” dese, olacakları bir düşünün.
Peki niye kıllarını bile kıpırdatmıyorlar?
Onun cevabını İsrail yazısında bulacaksınız..
*****
İslam ülkeleri İsrail’i tükürükle boğar ama...İsrail II. Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu. Bugün İsrail devletinin kurulu olduğu toprakların büyük bölümü 1948 yılında satın alındı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudiler akın akın geldiler, Kibutz adındaki kampları kurdular, bu kampları geliştirdiler, büyük ve modern kentler hâline getirdiler.
Sonra oturdukları bölgeye sığmadılar, Ürdün topraklarına itilen Filistinlilerin alanlarına göz diktiler, 1967 Mısır savaşından sonra genişlediler. İsrail dünya Yahudilerinin devletidir.
İsrail’in nüfusu 7.5 milyondur. Dünyadaki toplam Yahudi sayısı ise 20 milyon civarındadır.
Yahudiler çok az nüfuslarına rağmen başta ABD olmak üzere bulundukları ülkenin ekonomisine yön veren, güçlü sermaye birikimleri olan bir toplumdur.
Bu maddi gücü sanat, kültür ve bilim alanında destekledikleri için de dünyanın en önemli güçlerinden biri olmuşlardır.
Buna karşı İsrail’i çevreleyen İslam coğrafyası dünyanın en zengin ülkelerini de içinde barındırıyor. Ancak bu İslam ülkeleri zenginliklerini engin kültürlerine, bilime, sanata, estetiği sahiplenmelerine, demokrasi ve insan haklarındaki ileri düzeylerine değil, Allah’ın bir lütfu olan yeraltı kaynaklarına borçlular.
Böyle olunca bilimi ve teknolojiyi sadece satın alarak barındırabiliyorlar. Demokrasi, hukuk, insan hakları bilinci ise hiç olmayınca, Allah’ın lütfu zenginliklerini koruyabilmek için global dünya devlerinin hizmetinde olmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Nüfus ve coğrafi konumlara bakınca aslında İslam ülkelerinin İsrail’i tükürükle bile boğacağı görülüyor ama, ne çare.
İşte bütün İslam ülkeleri arasında, laik demokrasisi, kültürü, bilimi, demokrasi ve hukuk inancı ile bir yıldız gibi parlayan Atatürk’ün kurduğu uygar ülke Türkiye’nin elinden bundan fazlası gelmiyor.
*****
Ordudan atılan solcu subaylara hakları hâlâ iade edilmediDaha önce birkaç defa yazdığım bir konuya tekrar dönmek istiyorum. Çünkü bir türlü halledilemiyor.
Hükümet 2 yıl önce “askeri vesayet mağduru” olarak tanımladığı “ordudan ihraçlarla” ilgili bir karar almıştı.
Buna göre Askeri Şura toplantıları sonunda ordudan atılan subay ve astsubayların hakları ve rütbeleri iade edilecekti.
Aslında bu kararın neden alındığı ilk günden belliydi. Yıllar içinde “irticai faaliyetleri nedeniyle” ordudan çıkarılanları korumak için alınmıştı.
Ancak anayasanın eşitlik ilkesine göre “sadece irticai nedenlerle ordudan atılanlar” için uygulanamazdı. Siyasi nedenlerle, özellikle sol fikirler taşıdıkları için ordudan çıkarılan subay ve astsubaylar da bu haktan yararlanacaktı.
Ama uygulama öyle olmadı. İrticai nedenlerle ordudan atılanların tamamı çok kısa bir süre içinde haklarına kavuştular, tazminatlarını da aldılar.
Ancak 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde “solcu fikirler taşıdıkları” gerekçesiyle ordudan atılanların neredeyse hiçbiri bu haktan yararlanamadı.
Bu durumda olan 500’e yakın subay ve astsubay var.
Önceki ve şimdiki savunma bakanları kendilerine başvuranlara sözlü olarak “siz haklısınız” diyor, ama iş resmi uygulamaya gelince yapılamıyor. Ordudan atılan subay ve astsubayların durumun Meclis’e getiren Bekir Bozdağ, başvuru sahiplerine “Sayın Başbakan’ın da haberi var, bu halledilecek” diyor ama aylar geçtiği halde bir sonuç alınamıyor.
Bu konuda mağdur subay ve astsubaylardan sürekli mesajlar alıyorum. Hükümetin bu adaletsizliğe mutlaka bir çare bulması gerek.
*****
Fırat AydınusFırat Aydınus Türkiye’nin en iyi hakemlerinden. Dünyanın en iyi hakeminin bile yapabileceği bir hata yaptı.
Kimse “Fenerbahçe’yi kasıtlı olarak yaktı” diyemez.
Fırat Aydınus’u linç etmeye kalkmak, karalamak, küçük düşürmek için çaba harcamak ancak zavallılıktır.
Son olarak şahsi kanaatimi söyleyeyim: “Bu kadar temiz yüzlü, bu kadar güzel gülen bir adam asla kasıtlı hata yapamaz.”
Türkiye Cumhuriyeti olarak Mısır’da cami restorasyonu yapacakmışız. Bu veri ışığında, tercih ettiğimiz politikayı tahmin etmek zor değil: Yurtta cami, cihanda cami.
(Gani Yıldız)