Haklı olan biziz peki Yunanistan’ın masaya oturmasına neden seviniyoruz?
Can Ataklı: Elbette komşular ile didişmek yerine görüşmek çok daha yararlı.
ANALİZ
Bahçeli, HDP’nin kapatılmasını dayatarak sarayı zora sokuyor
Öncelikle dünkü yazımla ilgili küçük bir düzeltme yapmak istiyorum.
Kılıçdaroğlu’nun “sözde cumhurbaşkanı” tanımını kullanmasını eleştiren Bahçeli’nin, CHP’nin kapatılmasını istediğini yazmıştım.
Aynı metin içinde HDP’nin de kapatılmasını istiyordu Bahçeli.
Yazarken ne yazık ki HDP yerine CHP olmuş.
Benden kaynaklanan bu hata için özür dilerim.
Gelelim Bahçeli’nin “HDP kapatılsın” ısrarına.
MHP Genel Başkanı, önceki gün yaptığı yazılı açıklamada “HDP, 6-8 Ekim olaylarının, hendek terörünün ve bölücülüğe mihmandarlık yapmasının bedelini kanun, millet ve tarih önünde kesinlikle ödemelidir” diye bir girdi konuya.
Ardından da şu eklemeyi yaptı; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bilhassa 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili hazırlanan ve hukuken açık ihbar niteliği taşıyan iddianameyi temel alarak HDP hakkında acil ihtiyaç olan kapatma davasını süratle açabilecektir.”
Bahçeli daha sonra da muhtemelen pek çok kişinin bilmediği Siyasi Partiler Kanunu’na atıfta bulundu ve açıklamasını, “Şayet kapatma davasının açılması tavını kaybedip tavsamaya havale edilirse Milliyetçi Hareket Partisi, Siyasi Partiler Kanunu’nun 100’üncü maddesine müzahir olarak gereğini zamanı geldiğinde inanmışlıkla yapacaktır” diye bitirdi.
Bu madde, bir siyasi partinin bir başka siyasi partinin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurabileceğini belirtiyor.
Eğer gerçekleşirse böyle bir durum sanıyorum ilk kez yaşanacak.
Bahçeli, son derece sert biçimde HDP’nin kapatılması için dayatıyor.
Bunun saraydaki karşılığı ise şu ana kadar açıkça dile getirilmedi.
Her konuda tweet atan örneğin Fahrettin Altun ya da İbrahim Kalın şu an sessizler.
Oysa aldığım bilgilere göre saray, Bahçeli’nin bu çıkışından son derece rahatsız.
Hatta öyle ki, artık “Bahçeli yoksa iktidarın altını oymaya mı çalışıyor?” görüşü sarayın çekirdek kadrosunda dillendirilmeye başlanmış.
Nedeni basit.
Erdoğan, sağ kesimde yüzde yarım oyu olan siyasi partilere bile elini uzatıyor, çünkü eğer bir seçim olursa başkanlığı belki de birkaç oyla kazanabileceğini tahmin ediyor.
Böyle bir ortamda HDP’yi kapatmak, cumhurbaşkanı seçiminde kendisine HDP’den gelecek oyları keseceği gibi HDP’ye oy vermeyen Kürt seçmenlerin de öfkelenmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylarını Erdoğan’a vermemesi olasılığı çok yüksek.
İşin kötü tarafı; Erdoğan ve saray kadrosu Bahçeli’nin açıklamalarından son derece rahatsız olmalarına rağmen bu konuda tek kelime bile edemiyorlar.
Son sözüm şu; Ankara’da bir şeyler oluyor ama anlamakta zorlanıyoruz.
ŞAŞIRDIM
Erdoğan söyleyince yakışıyor demek ki
Öncelikle söyleyeyim Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün yaptığı konuşma tarihi nitelikteydi.
Çok ince hesaplanmış cümlelerle, sarayı çok zora sokacak eleştiriler, AKP teşkilatının kimyasını bozacak, AKP’ye oy verenleri de sorgulamaya itecek bir konuşmaydı bu.
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın çıkışına rağmen “sözde cumhurbaşkanı” sıfatını kullanmayı sürdürdü.
Öyle anlaşılıyor ki bu söz bundan sonra CHP sözcüleri tarafından da tekrarlanacak.
Bu tartışmada beni şaşırtan, AKP Genel Başkanı’nın çıkışı oldu.
Önce partisinin sözcülerini konuşturdu.
Onlar, Kılıçdaroğlu’nun “Cumhuriyet’i hedef aldığını” ileri sürdüler.
“Milli iradeye karşı bir komplo olduğunu” ileri sürdüler.
Sonra Erdoğan, 1 milyon liralık tazminat davası açtığını açıkladı.
AKP Genel Başkanı, “sözde” sıfatının hakaret olduğunu söylüyor.
Ancak dava açıldığının açıklanmasından hemen sonra Erdoğan’ın konuşmasını dinledik yine.
AKP Genel Başkanı, yaptıklarının devrim niteliğinde olduğunu söyledikten sonra “Bizzat kendisi bir kaset komplosu ile işbaşına gelen, partisi içinde taciz, tecavüz, hırsızlık hadiselerini görmezden gelen sözde genel başkanının sancısının sebebi budur. Bunların derdi millet, milli iradedir. Bunlara oy vermeyen hakim sözde hakim, öğretmen sözde öğretmen, çiftçi sözde çiftçidir” dedi.
Bu durumda Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a “sözde” dedi, sonra da Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na “sözde” dedi.
Ama iktidara göre “sözde” demek Kılıçdaroğlu için çok çirkin, buna karşı aynı sıfatı kullanmak Erdoğan’a pek yakışıyor.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Bu ayıp üslup, gücün orantısız kullanımıdır
İktidar partisinin hedefinde yine CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu var.
İl başkanının, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrenci eylemine destek vermek için gitmesi AKP’yi çok kızdırdı.
Bunun altında darbe hevesi olduğunu mu söylemediler, yeni bir Gezi planlandığını mı ileri sürmediler, CHP’nin vesayet dönemine dönmek için fırsat kolladığını mı anlatmadılar ki daha neler neler…
Bilemiyorum artık, iktidarın garip bir korkusu var, sanki bizim bilmediğimiz bir şeyleri biliyorlar ve çok telaşlı davranıyorlar.
CHP İstanbul İl Başkanı’na, iktidarın en tepesinden de ağır kelimelerle bezenmiş sözler söylendi.
AKP Genel Başkanı, Kaftancıoğlu için “Kendisi DHKP/C militanıdır” demişti.
Erdoğan konuşunca hemen arkasından yetişen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Canan Kaftancıoğlu, terör örgütlerinin soytarısıdır. DHKP-C, PKK/KCK ve MLKP terör örgütlerinin elemanıdır” diye tweet atmıştı.
Burada çok orantısız bir güç kullanımı var.
Erdoğan ve Soylu, canları istediği gibi konuşup istedikleri gibi hakaret edebiliyor.
Buna karşı davalar açılmasından da endişe etmiyorlar.
Ellerindeki devletin gücünü bazen hunharca kullanabiliyorlar.
Buna karşı kendilerine yönelik her eleştiriyi “hakaret, ayrımcılık” sayarak yine devletin gücünü kullanarak yaptırım uygulayabiliyorlar.
Bunun bir demokratik hukuk devletinde yeri olamaz.
BUNU YAZMAK GEREK
Ahmet Vefik Alp, 1994 yerel seçiminin kurbanıydı
Çok kısa süre önce kaybettiğimiz Ahmet Vefik Alp çok nitelikli bir mimardı.
Siyasete soyunmuştu 1994 yılında, ancak o seçimlerin kurbanı olmuş ve ne yazık ki ondan sonra bir türlü hak ettiği yere gelememişti.
1994 yılı yerel seçimleri, Türkiye’nin kırılma noktasıydı.
O seçimlerin sonuçları Türkiye’yi bugünlere taşındı.
1994 yerel seçimi öyle sonuçlanmasaydı, muhtemelen siyasal İslam bu kadar güçlenmeyecek, Türkiye hukuk ve demokrasiden mahrum kalmayacak, laiklik ayaklar altına alınamayacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e yönelik nefret kampanyaları açılamayacaktı.
O seçimlerde Tayyip Erdoğan, Erbakan’ın adayı olarak girdi seçime ve sadece yüzde 24.5 oyla İstanbul’un belediye başkanı oldu.
Bana göre, o seçimlerin yıldızı Ahmet Vefik Alp’ti.
Adaylar arasında belediyecilik vizyonu en geniş, en parlak projeleri üreten, en sakin ve kavgasız konuşan, fiziği ile de çok iyi görüntü veren Ahmet Vefik Alp, pek çok kişinin gönlünü kazanmıştı.
Ama olmadı, en düşük oyu aldı, çünkü partisi yanlıştı.
Alp, aday olmak için ortaya çıktığında kendisine kucak açan tek parti MHP olmuştu.
O seçimde çekişme SHP ile ANAP arasındaydı ve kimse Erdoğan’a şans tanımıyordu.
Vatandaş, SHP’lisi de ANAP’lısı da DYP’lisi de “En iyisi Ahmet Vefik Alp ama ona oy verirsek oylar bölünür ve rakip kazanır” diye düşündü.
O saçma sapan yarış, bir anda Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan’a seçim kazandırdı.
Seçimden önce de seçimden sonra da hep “Keşke Ahmet Vefik Alp, çekişen partilerden birinden aday olsaydı, o zaman kazanırdı” dedim.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Haklı olan biziz peki Yunanistan’ın masaya oturmasına neden seviniyoruz?
İktidara yakın medyanın internet sitelerinde “çok müjdeli!” bir haber vardı dün sabah.
“Yunan hizaya geliyordu” bu medyaya göre.
Neden?
Çünkü Türkiye’nin çağrısı üzerine “istikşafi görüşmelere devam etmek için” toplantılara katılma kararı almış.
Bu müjdeyi AKP Genel Başkanı da dün büyükelçilerle yaptığı toplantıda verdi.
Şöyle dedi Erdoğan; “Altını çizerek belirtmek isterim ki; Türkiye, Akdeniz’de gerilimden değil barıştan, iş birliğinden, hakkaniyetten yanadır. Yunanistan’ı gerginliği artıracak faaliyetlerden vazgeçmeye davet ediyoruz. 25 Ocak’ta başlayacak istikşafi görüşmeler inşallah yeni bir dönem olacak.”
Elbette komşular ile didişmek yerine görüşmek çok daha yararlı.
Ama anlamadığım şu: Bu sevinç neden? AKP Genel Başkanı, Doğu Akdeniz’de haklı olduğumuzu söylüyor sıklıkla ve Yunanistan’ın sürekli tahriklerde bulunduğunu belirtiyor. Bu durumda Yunanistan’ın masaya oturması başarı olarak nitelenemez. Tam tersine Yunanistan bütün tahriklerinin sonucunu Türkiye’yi masaya oturtmakla taçlandırmış olur. Oysa kısa bir öncesine kadar donanmamız neredeyse savaş durumuna gelmişti. Bu süre içinde Yunanistan hiç gerilemedi bile.
Sonuç olarak tamamı yanlış olan dış politikanın, iç kamuoyuna muhteşem zaferler gibi sunulabilmesi de ayrı bir yetenek.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları