Can Ataklı; Kısacası şu ki, seçime katılmamak, oyları geçersiz hale getirmek bir çözüm değil...
Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bahane ederek Türkiye’yi dönüştürme çabalarının sonuna geldiğine inanıyor. Eğer Erdoğan gerçekten seçilir ve vaat ettiği türde bir yönetim göstermeye kalkarsa bu Türkiye için facia olur.
Çünkü böyle bir yönetim biçimiyle parlamenter sistem fiilen rafa kaldırılmış olur, tek kişinin ve sadece kendi sağlığı ya da görev süresi içinde devleti ve ülkeyi tamamen kendi keyfine göre yönetmesi anlamına gelir.
Başkanlık sistemi
Anayasa ve yasalarda bulunmayan “başkanlık sistemi” sadece bir kişinin görev süresi içinde uygulanabilecek biçimde hayata geçer.
Efendim başkanlık sistemi kötü mü?
Bu başka bir tartışma.
Ancak Türkiye’de parlamenter demokrasi varken, devlet organizasyonu buna göre şekillendirilmişken, yasama, yürütme yargı erklerinin çalışma sistemleri belirlenmişken, sadece bir kişinin başkanlık hevesini ve Türkiye’yi dönüştürme hayalini tatmin etmek için ülkeyi başkan gibi yönetmeye kalkması kimilerinin kulağına hoş gelse bile Türkiye’yi duvara çarptırır.
Bu nedenle Türkiye’nin öncelikli sorunu Tayyip Erdoğan’ın, devlet gücünü elinde tutarak ve bunu çok hoyratça kullanıp, demokrasiyi, hukuku, insan haklarını askıya alan, ahlak, namus ve vicdan gibi erdemleri de bir kenara atan tutumuyla Türkiye’nin “tek hakimi” olma rüyasının mutlaka önüne geçilmesi gerekir.
Bizler de çok zordayız
Sevgili izleyiciler; zor günler yaşıyoruz derken ülke gibi kişisel olarak da zor günler geçirdiğimizi hatırlatmak isterim.
Son günlerde kamuoyunun çeşitli kesimlerinden eleştiriler de alıyorum. Kafası iyice karışmış, neyin ne olduğunu tam anlayamayan bazı kesimler “Ekmeleddin İhsanoğlu’nu eleştiriyordun, şimdi seçilmesi için mi çabalıyorsun?” diye soruyor, daha doğrusu suçluyor.
Oysa durum bu değil. Ekmeleddin İhsanoğlu adını duyduğum an tepki gösterdim.
Kimyacı olmasına rağmen dini kimliği daha önde olan, Atatürk ilke ve devrimlerine çok sıcak bakmadığını bildiğim, zamanında AKP ile çok yakın ilişkilerde olan ve hatta bu partinin kurucusu olmasının bile teklif edildiği, 7 yıl önce AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ismi geçen birinin, CHP ile birlikte anılmasının hatta CHP adına cumhurbaşkanı adayı olmasının doğru olamayacağını söyledim.
Şurası kesin ki Ekmeleddin İhsanoğlu benim adayım olamaz. Bunu içime sindirmem mümkün değildir.
Türkiye’nin önceliği
Ancak, konuya Türkiye’nin öncelikleri olarak baktığımda durum değişiyor.
Sorun Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemek, onu seçtirmek değil, göz göre göre yaklaşan çok büyük tehlikeyi bertaraf etmektir.
Bu tehlike Tayyip Erdoğan zihniyetinin Türkiye Cumhuriyeti’ni tamamen değiştirmek ve dönüştürmek istemesidir.
Ne yazık ki, ilk günkü eleştirilerimde haklı çıktım ve CHP “seçimi kazanmamız mümkün değil” mantığından hareket ederek içime sinmeyen bir kişiyi aday yaptı.
Umudum ve beklentim, hiç olmazsa ilk tur için alternatif aday ya da adayların çıkacağı yönündeydi.
Ama olmadı, olamadı. Aday önerme süresinin son günü olan 3 Temmuz’a kadar CHP’den 20 cesur milletvekili çıkmadı, çıkamadı.
Sonuçta Ekmeleddin İhsanoğlu, büyük tehdite karşı bir dayatma aday olarak önümüzde.
Boykot mümkün mü?
Bu durumda ne yapacağız?
Çok büyük çapta bir boykot mümkün mü?
Hayır, bu ihtimal yok denecek kadar az. Buna karşı cumhurbaşkanlığı seçimini boykot edecek önemli bir kesim çıkacaktır. Ancak bu yetersiz kalacaktır.
En az 15 milyon kişinin boykot etmesi gerek ki ortaya elle tutulur bir tepki konabilsin. Yoksa seçimi boykotun tek yarayacağı adres Tayyip Erdoğan’dır.
Bir de, çok iyi niyetle söylenen ama hiçbir geçerliliği olmayan öneri var. “Seçime gidelim, adayların üstünü çizip Atatürk yazalım” diyorlar.
Bunu kesinlikle yapmamak gerek. Az önce dediğim 15 milyon kişiye bunu yazdırabiliyor musunuz, o zaman çok ciddi bir etkisi olabilir, ama aksi takdirde sadece AKP’nin alay konusu olur ki, kendi kendinize sakın Atatürk’ün alay konusu olmasına izin vermeyin.
Hedef Erdoğan’a oy vermemek
Kısacası şu ki, seçime katılmamak, oyları geçersiz hale getirmek bir çözüm değil.
İşte bu durumda önümüzde tek seçenek kalıyor. Seçime katılmak ve Erdoğan’a oy vermemek.
Bu sözün sonu “oylar Ekmeleddin İhsanoğlu’na” demeye çıkıyor tabii. Ama sevgili izleyiciler, içinde bulunduğumuz durumda yapacak başka bir şey de bulamıyorum.
Peki, İhsanoğlu’nu içimize sindiremiyoruz, gönlümüzdeki adayımız olmadığını söylüyoruz, seçilmesi halinde nasıl bir cumhurbaşkanı olacak, o zaman iyi mi olacak?
En azından Türkiye’yi dönüştürme hayalinin önüne geçme ihtimali doğacak. Cumhurbaşkanı iç ve dış siyasetin temellerini belirleme gücüne erişmeyecek ama Erdoğan iktidarının hukuk ve anayasa dışı kalkışmalarına da bir set olabilecek.
Erdoğan’a karşı olan büyük bir kitlenin desteği ile Çankaya’ya çıkan bir cumhurbaşkanı, kendini seçen iradeye tamamen sırt çevirip sadece AKP’nin dümen suyuna giremez.
Hele Eroğan’ın Türkiye’yi uçuruma götürecek hevesinin önü bir kesilsin, ondan sonda halka bu dayatmayı yapan herkesten hesap sorma günü de gelecektir, merak etmeyin.
Erdoğan’ın popülist vaatleri
Şimdi gelelim Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olabilmek için yaptığı vaatlere.
Başbakan her zaman olduğu gibi yine sığ popülizme sarıldı.
Söyledikleri bilimsel değil, devlet adabına hiç yakışmıyor, demokrasi ve hukukla ilgisi yok, buna karşı özellikle eğitim ve kültür seviyesi düşük, maddi olarak da ortalamanın altında olan Türkiye’nin geniş kesimlerinde çok prim yapıyor.
“Saksı” dedi bugün başbakan örneğin. “saksı seçmiyoruz ki.” Dolaylı olarak karşısındaki adayları saksı olarak nitelemektir bu. Hiçbir siyasi nezakete uymasa da az önce tanımlamaya çalıştığım kitlelerde hararetli alkışlara neden oluyor bu tür söylemler.
“Onlar Monşer” diyor örneğin. Monşer Fransızca bir kelime anlamı “azizim” demek. Ancak Türkçede bir de mecazi anlamı var. “Batı hayranı, batı taklitçisi” anlamına kullanılan küçültücü bir ifadedir bu.
Başbakan “O monşerler devletin yapısı, devletin temsili derler, biz ise köprüleri, yolları, tünelleri, deniz altından geçen tünelleri konuşuruz” diyor.
Hizmet bazlı propaganda
“Hizmet bazlı” propaganda diyorlar buna. Her türlü kaliteden arınıp, salt popülizm uğruna herkesin anlayabileceği, karşı çıkamayacağı, ama belli bir makam için pek anlamı olmayan sözler söylersiniz, fazla düşünmeyen, duyarlı olmayan kesimler bundan etkilenir.
Parlamenter sistemin ne olduğunu, demokrasi ve hukukun önemini, insan haklarının ne anlama geldiğini bilmeyen ya da bunların sadece kendi yararına yontulmasından haz duyanlar için “hizmet” sihirli bir kelime gibidir.
Bakın başbakan hala bundan 60-70 yıl öncesini kendi bakış açısından anlatıp bu millete hiçbir şey yapılmadığını, hiçbir hizmet götürülmediğini anlatıyor, bazıları da bunu saf saf dinleyip inanıyor.
Çünkü vatandaşın büyük bölümü için devlet verendir. Her şey devletten beklenir. Devletin en tepesinde oturan kişinin de en çok veren olmasını bekler. Erdoğan işte bilinçaltında yatan bu duyguyu okşuyor.
Paralel yapıyla mücadele mi?
Bakın şimdi aklıma geldi, Erdoğan seçim vaadi olarak “paralel yapıyla mücadele burada da devam edecek” dedi. Bu nasıl bir vaattir. Paralel yapı varsa, bununla mücadele edilmez, hesap sorulur. Hesap sorulmasının da bir demokratik hukuk devletinde kuralları vardır.
Açarsınız soruşturmaları, yeterli kanıt bulduğunuzda da davalar başlar. Kim ne yaptıysa hesap verir.
Ancak Başbakan paralel yapı konusunu da sadece kaba bir propaganda amacıyla kullanıyor. Bugüne kadar Erdoğan’ı “demokraside büyük adımlar attı, vesayeti bitirdi, millet iradesini hakim kıldı” diye destekleyenler ise şimdi dut yemiş bülbül gibi susuyorlar bu hukuk dışı propagandalara karşı.
Niye böyle söylüyorum. Sevgili izleyiciler, Başbakan’ın “paralel yapı” dediği cemaat örgütlenmesiyle ilgili yıllardır uğraşıyoruz. Bu yapının devleti ele geçirdiğini, her türlü hile ile sahte delillerle, insanları izleyip, dinleyip sonra işi bunları montajlayıp kamuoyu önünde küçük düşürmeye hatta suçlu ilan etmeye kadar getirdiklerini anlatıyoruz.
İktidarla ortak çalışan, iktidarın taşeronu gibi çalışan bu yapının kendilerinden olmayan herkesi dışladığını örnekleriyle dile getiriyoruz.
Şimdi Erdoğan taşeronluk yaptırdığı bu yapılanma ile ters düşünce karşı harekete geçti. Nasıl olsa karşısında dün ak dediğine bugün kara dediğinde inanan alkışlayan biat etmiş bir kitle var, vurdukça vuruyor.
Davalar niye açılmıyor?
“Bunlar casus, bunlar vatan haini” diyor. Eee, o zaman dava açsanıza. O zaman cevap hazır. “merak etmeyin soruşturmalar sürüyor, göreceksiniz hepsinden hesap sorulacak.”
Bakın hesap sorulmasın falan demiyoruz ama bu söylemin hukuk ve demokrasi dışı olduğu da kesin. Hem “soruşturmalar sürüyor, davalar açılacak” diyeceksiniz hem de peşinen suçlu olduklarını ilan edeceksiniz.
Başbakan bu ülkedeki anayasa ve yasaların en önemli koruyucusu, hamisidir. Hangi hukuk düzeninde suç kanıtlarıyla ortaya konmadan birini suçlu ilan edebilirsiniz ki? Bir başbakan bunu bilmez mi?
Haydi halk bunun farkına varmıyor, varamıyor, peki, kendilerine aydın sıfatını yakıştıran, bugüne kadar iktidara “hukuk ve demokrasi alanında devrim yaptığı” diye payandalık yapanlara ne demeli?
Valla bir şey diyeyim mi, Türkiye giderek ilkesizlerin, korkakların, çıkarcıların ülkesi haline geliyor. Bu kadar söyleyeyim artık.
HDP ile ilgili duyumlarım
Zamanım azalıyor, bugün galiba biraz karışık gittik. Eee konu da dağınık ve kafa karıştırıcı zaten.
Bugün son olarak aldığım bir duyumu aktarmak istiyorum. Gerçi şimdilik fak tefek de olsa sağda solda dile getiriliyor.
Herkesin endişesi şu; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda üç aday yarışacak. Diyelimki ilk turda hiçbir aday yüzde 50’yi bulamadı. Bu durumda ikinci tura geçilecek. Bu turda Demirtaş’ın olması çok çok az bir ihtimal. Yani demek ki ikinci tur Erdoğan İhsanoğlu arasında geçecek. Bu durumda seçim sonucunu Kürt oyları belirler. Kürtler de Tayyip Erdoğan’a verir.
Yaygın kanı bu. Neden? Çünkü HDP’liler, aslında söylenen İmralı’daki terör lideri ve PKK, ikinci tur için AKP ile pazarlığa oturacak ve bazı tavizler alacak. Erdoğan da seçimi kazanmak için bu tavizleri verecek.
İş o kadar basit değil. HDP ya da İmralı’daki terör örgütü lideri neden sadece AKP ile görüşsün. Mutlaka diğer adayla da görüşecektir. O adayın arkasında duran siyasi güçlerle de görüşecektir.
Örneğin CHP’nin taaa 1990’lı yılların başında hazırladığı Kürt raporları var. Bu sorunda zaten bir noktaya gelinmiş. Bundan sonrası terörden arınmış, siyasi ve sosyal alanlardaki düzenlemeler olacaktır.
AKP’nin her seferinde tutamayacağı sözler verip kendilerini kandırdığına inanan Kürt siyasi önderleri bu kez alternatif arayışına girebilirler.
İkinci turu boykot olabilir mi?
Bunların hepsi olabilir ama benim duyduğum başka. Deniyor ki, Demirtaş da ikinci tura geçemeyeceğini biliyor. Bu nedenle eğer seçim ikinci tura kalırsa HDP seçime katılmama kararı alacak. Böylelikle açıktan AKP’yi ya da çatı adayı destekleme gibi bir sıkıntıdan kurtulmuş olacaklar.
Kürtlerin katılmadığı bir ikinci turda, AKP mi yüzde 50’yi geçer yoksa Erdoğan’ın seçilmesini istemeyenlerin oyu mu yüzde 50’yi geçer.
Oturup bir düşünün bakalım. Göreceğiz.
Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 08 Temmuz 2014