Can Ataklı yazdı, ''Bir muhalefet partisi ülkenin bir kentinde bayrak taşımaya çekiniyorsa, bu onun kadar iktidarın da sorumluluğundadır...''
Geçen hafta alışverişler için kısa süreli park etmek isteyenlerin karşılarında İspark’ı bulduğunu ve herkesten zorunlu en az bir saat park parası kesildiğini belirterek “kısa süreli parklar için
15 dakikaya kadar ücret alınmamalı” önerisi getirmiştim.Bu yazı üzerine şaşırtıcı bir tepki aldım. Meğer pek çok kişi aynı nedenle kızgınmış.
Bir özetleyeyim; evinize gideceksiniz, yolda örneğin ilaç almak için eczanenin önünde durmak istiyorsunuz. Eczanenin önünde İspark’a ait park yeri var ve boş. Yanaştınız, ilacı alıp hemen geleceksiniz, ama İspark görevlisi başınıza dikiliyor ve park parası istiyor.
Oysa birkaç dakika sonra arabanıza geri döneceksiniz. Tabii ki itiraz ediyorsunuz ve tartışma çıkıyor.
Sonuçta size de ait yani kamuya ait yolu kullanıyorsunuz, park etme hakkınız da var, ama çok kısa süre için para vermeyi de doğal olarak istemiyorsunuz.
İşte bunu yazmıştım.
İspark yöneticileri bunun üzerine aradılar.
İlk söz şu oldu; “Can Bey, İspark 15 dakika park için para almıyor. Hatta bazı yerlerde (en fazla 15 dakika park edilebilecek) alanlar bile oluşturduk.”
Güzel de, bu kadar şikâyet niye peki?
İspark yetkilisi “Haklısınız, biz de şikâyetler alıyoruz, ama mevzuatımıza göre 15 dakika için para almamız zaten mümkün değil” dedi.
Ben de “Mevzuatınız böyle olabilir ama, siz park ettiğiniz anda İspark görevlisi geliyor ve en az bir saatin park parasını peşin olarak alıyor, bu durumda 15 dakikanın ücretsiz olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?” dedim.
İspark yetkilisi bunun üzerine “Eğer park eden durumunu belirtirse görevlimizin para alma yetkisi yok. Ama park eden 15 dakikadan sonra gelirse o zaman en az bir saatin parasını almak durumundayız” açıklamasını yaptı.
Yetkili “Ancak Can Bey bizim de yakındığımız bir konu var. Vatandaş geliyor, beş dakika duracağını söylüyor, ama bakıyorsunuz birkaç saat sonra gelmiş. Baştan para vermediği için de görevliyi atlatıp gidiyor. Görevlilerimiz de bu nedenle park ücretinin hiç olmazsa bir saatlik bölümünü peşin alıyor” dedi.
Yani bu tartışmaların dışında bir de istismar söz konusu.
O halde ben de buradan uyarı görevimi yapmak istiyorum; “Ey İstanbul halkı, İspark’a ait cadde ve sokaklardaki park yerlerinde 15 dakikalık parklar için ücret ödemek zorunda değilsiniz. Ama büyük şehirde yaşamanın kurallarını bilerek lütfen bunu istismar etmeyin. Kısa süreli park edeceğinizi görevliye söyleyin, süre içinde de mutlak geri dönün, eğer görevli zorluk çıkarır ve ille de park parası isterse, bu kişiyi belediyenin 7 gün 24 saat görev yapan Beyaz Masa’larına şikâyet edin.”
NOT: İspark konusuna devam edeceğim. Birkaç ilginç konu daha var, onları da önümüzdeki günlerde yazarım, hepsi aynı günde olmasın.
*****
Hakkari’de bayrakSon günlerin gözde tartışmalarından biri de CHP’nin Hakkari’deki seçim mitinginde Türk bayrağı olmaması.
İktidar ve yandaşları “Ulus’ta bayrak sallamak kolay. Siz Hakkari’de neden Türk bayrağı taşıyamadınız?” diye soruyor.
Tabii iktidar farkında olmadan açık veriyor. Bir muhalefet partisi ülkenin bir kentinde bayrak taşımaya çekiniyorsa, bu onun kadar iktidarın da sorumluluğundadır. Ne demektir üniter bir devletin bir kentinde bayrak taşınamaması?
Ancak bunun da ötesinde başka bazı gerçekleri de göz ardı edemeyiz.
Evet, CHP’nin seçim mitinginde Türk bayrağı yoktu ya da birkaç bayrak vardı.
Ancak Hakkari’de Valilik binası dışında zaten hiçbir yerde Türk bayrağı yok ki.
Üstelik iktidar partisinin il teşkilatı da yok.
Askeri birlikler, polis karakolları, resmi daireler Hakkari’de bayrak asmıyor.
Durum bu hâlde yani..
*****
İşte duyarlılıkBir okurumun duyarlılık gösterdiği konuya dikkat çekmek istiyorum. İşte Türkiye böyle insanların omuzunda durduğu için hiç yere düşmüyor ve düşmeyecek:
“Can Bey; uzun zamandır kime yazsam diye düşündüğüm bir konu vardı. Sonunda size yazmaya karar verdim. Malumunuz üzere büyük şehirlerde bir çoğumuz ev alışverişlerini zincir mağazalardan yapıyor. Bizde alışverişlerimizi Migros ve Macro Center şubelerinden yapıyoruz. Bunun en büyük sebebi bu firmaların çevre dostu olduğunu ve hormonsuz ürünler sattıklarını görüyoruz.
Bu marketlerin son iki-üç aydır alışverişlerde verdikleri hem fişler hem de kredi kartı slipleri insanı deli ediyor. Bugün toplam 4 kalemlik bir alışveriş için, iki tane çarşaf gibi fiş verdiler. Fişin uzunluğu 28 cm genişliği 8 cm. Hadi onu anlamaya çalışayım; ne kadar çok alışveriş yaparsanız fiş o kadar uzar diyelim. Ama kredi kartı slipi 25 cm olur mu? Bu nasıl çevrecilik. O kâğıtların oluşması için kesilen ağaçlardan haberleri yok mu? 20 liralık alışverişe tam 53 santim kâğıt harcanır mı? Sami Azrak”
*****
Numan Bey Eren abiSon üç gün içinde iki cenaze törenine katılmak zorunda kaldım. İkisi de beni 36 yıl öncesine götürdü.
1976’nın başında gazeteciliğe ilk adımı attığımda henüz 20 yaşındaydım. Üniversiteye başladıktan hemen sonra meslek hayatım da başlamıştı.
Bana bu mesleği kazandıran ilk gazete Vatan’dı. O zamanki sahibi 27 Mayıs’ın en genç subayı Numan Esin, “darbelere karşı” demokratik hukuk devletini savunmak için bir gazete çıkarmaya karar vermişti. Tanıdığım ilk gazete sahibiydi Numan Bey. Vatan’ın o dönemdeki Yazı İşleri Müdürü de Eren Güvener’di.
O da gazeteci olarak tanıdığım ilk yazı işleri müdürüydü.
Kadere bakın ki, çarşamba günü Numan Bey’in çok genç yaşta kaybettiği oğlu Şevket’in cenazesine katıldım.
Dün de ilk yazı işleri müdürüm Eren Abi’yi büyük bir üzüntüyle toprağa verdik.
Mesleğimin ilk günleriydi. Yazı işlerine almışlardı beni. Ürkek bir serçe gibi gazetenin hazırlanmasını izliyordum.
Eren Abi “Gel buraya” dedi. “Otur ve izle.” Sesi çok otoriterdi.
“Babıali’de kimse kimseye iş öğretmez, sen öğreteceksin, ama ben sana anlatacağım, ama bir kere, oldu mu. Anladın anladın, anlamadın tekrarı yok.”
Punto nedir, başlıkta harf sayımının önemi, klişeler nasıl hazırlanır, satır sayacaksın, tashihin önemi, haber nedir, nasıl değerlendirilir, manşet nasıl belirlenir.
Meslekte ne varsa, hiç sakınmadan anlattı. Bir kere. Dediğini yaptım, bir kerede beynime kazıdım anlattığı her şeyi..
Eren Abi, her şeyin ötesinde “çok iyi” bir insandı. “İyi” bir gazeteciydi. “İyi” bir ağabeydi.
Henüz 23 yaşındaki oğlunu kaybedinceye kadar gece gündüz çalışırdı.
Oğlundan sonra üzüntüsüne dayanamayan eşini de kaybettikten sonra Eren Abi de içine kapandı. Aktif çalışmayı bıraktı.
Dün onu 36 yıl öncesinin anılarıyla birlikte son yolculuğuna uğurladık.