Can Ataklı; Halk TV, Ulusal TV, Bengütürk’te kamu reklamları hiç yok. Peki, bu nasıl oluyor?
--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—
Kamu kurumları hangi kriterlere göre reklam veriyor?
Bir medya kuruluşunun ayakta durması için reklama ihtiyacı var.
Ürününü satmak isteyenlerin amacı ise “en çok kişiye ulaşacak” mecraları bulabilmek.
Medyada kişilere ulaşımın kriteri gazetelerde tiraj yani günlük satış televizyonlarda ise rating yani izlenme orandır.
Reklam vermeye ihtiyacı olanlar öncelikle en çok kişiye ulaşmayı ama sattıkları ürünün niteliğine göre “alıcı potansiyeli”ne yönelir.
Bu nedenle reklam verenler, tanıtım bütçelerini “kılı kırk yararak” düzenlemeye çalışır ki en çok kişiye ulaşsınlar, ürünlerini çok satsınlar.
Ancak tüm dünyada uygulanan bu sistem Türkiye’de geçerli değil.
Özellikle kamu alanında reklam bir amaç değil, kullanışlı medya organlarını finanse etmek için kaynak olarak algılanıyor.
Bunu nasıl rahat yazıyorum, söyleyeyim.
Devlete ait birçok kuruluş var. Bunlar mal ve hizmet üretiyor. Reklama ihtiyaçları var.
Örneğin Halk Bankası, Vakıfbank Ziraat Bankası, Toki.
Sonra devletin olmayan ama devlet ağırlıklı THY, Türkcell gibi kuruluşlar da var.
Bunların reklam ihtiyacı çok büyük.
Ama bakıyorsunuz bu kurumların reklamları muhalif olarak bilinen hiçbir medya organında yer almıyor.
Satışı 5-10 bini geçmeyen gazetelerde ya da izlenme oranları yüzde 0.1’lerle ölçülen tv kanallarında bu reklamlar dakikalarca var da satışı 300 bini geçen örneğin Sözcü’de hiç yok.
Halk TV, Ulusal TV, Bengütürk’te kamu reklamları hiç yok.
Peki, bu nasıl oluyor?
Amaç çok kişiye ulaşmaksa Sözcü, Korkusuz gazeteleri her gün yarım milyona ulaşıyor. Halk TV hergün en az beş milyon kişi tarafından izleniyor.
Bu nedenle muhalefet milletvekillerine seslenmek istiyorum. Bunun nedenini sorun.
Gerçi “sorduk cevap alamadık” diyorlar. Çünkü yanlış soruyorlar. Diyorlar ki “Muhalif medyaya neden kamu reklamı verilmiyor?”
Bu soruya iktidar asla cevap vermez.
Oysa soruyu “Kamu kurumlarının reklam verme kriteri nedir?” diye sorarsanız cevap vermek zorundalar.
Her kurum reklam verirken belli kriterler uygular. Örneğin der ki “Satışı 50 bin ve üzeri gazetelere bütçenin şu kadarı, 100 binin üzerine şu kadar, 250 bin ve üstüne şu kadar.”
Aynı şekilde “Şu ratingi geçen kanallara reklam veririz” der.
Kamu kurumlarının bu konudaki kriterini öğrenmek hem bir medya mensubu hem de “bilgi alma kanunundan yararlanan” bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hakkımızdır.
Muhalefet bizim adımıza bu görevi yerine getirmelidir.
---DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER---
-----------BU YAZIYI TABLONUN ÜZERİNE ÜZERİNE-İÇİNE KOYALIM----
Hepsinin toplamı bir Sözcü etmiyor ama…
Sizlere belli başlı bilindik gazetelerin günlük tirajlarını sunuyorum.
Tabloda bu gazetelerin gerçek bayi satışlarını ve “abone” adı altında bedava dağıtılan miktarlarını da sunuyorum.
Dikkatinizi çekeceği gibi başta Sözcü ve Korkusuz olmak üzere doğru dürüst gazetelerin “abonelik” adı altında bedava dağıtımı yok.
Bayi satışlarına baktığınızda yandaş gazetelerin toplam satışının bir Sözcü etmediğini, bazılarının bir ikisinin ancak Korkusuz’a yetiştiğini göreceksiniz.
Bir önemli nokta da şu; AKP iktidarı oyların yüzde 49.5’ini alıyor. Ama bu iktidara oy verenler kendi gazetelerini okumuyor kendi tv’lerini izlemiyor.Yani burada bir nitelik konusu da var. Bu da Türkiye’nin itici gücünün nerede olduğunu gösteriyor.
Bazılarının sayısı fazla olabilir, ama bilelim ki asıl itici güç orada değil.
Tabloyu dikkatlice inceleyin. Yazdıklarımı ondan sonra değerlendirin.
--BUNU YAZMAK GEREK—
Kamu ambargo uygulayınca özel şirketler de korkudan reklam veremiyor
İktidar kendi medyasını yarattığı gibi bu medyanın finansman sorununu da kendi çözüyor.
Bir kere bu medya kuruluşlarının el değiştirmesinde iktidar çok etkin rol aldı. Önce kimin sahip olacağına karar verdi. Sonra çoğu kamu bankalarından bazıları da Arap kökenli dış sermayeden paralar bulundu ve sahiplik sağlandı.
Ancak iş sadece bununla bitmiyor tabii. Medya kuruluşlarının devam sermayesinin de sağlanması gerek.
İşte burada imdada kamu reklamları geliyor.
Üç beş kişinin izlediği tv kanallarına bile kamu reklamı yağdırılıyor.
Ancak bunun dışında özel şirketlere de baskı yapılıyor. Bu özel şirketler kendi çıkarları gereği reklam vermeyi asla düşünmeyecekleri tv kanallarına ve gazetelere reklam veriyor.
Oysa aynı şirketler muhalif olarak bilinen ve iktidarın hedefinde olan medya kuruluşlarına ise tek kuruşluk reklam vermeye bile çekiniyor.
Çekinmeleri kendilerinden kaynaklanmıyor. İktidar hedefindeki medyaya reklam verenleri uyarıyor, reklam vermelerinin “iyi karşılanmayacağını” hiç çekinmeden söylüyor.
Hani ikidebir “Diktatörlük olsa bunları yazabilir misiniz?” diye kahve ağzıyla saldırıyorlar ya, işte bu reklam baskısı bile başlı başına diktatörlüğün bir kanıtıdır.
--KAFAMI BOZAN ŞEYLER—
Yandaş gazeteler reklam verenleri kandırıyor
Aslına bakarsanız “kandırıyor” sıfatı yanlış. Çünkü reklam verenler kanmıyorlar da elleri mahküm.
Neden?
Yandaş gazetelerin neredeyse tamamı “tiraj raporu” olarak bayi satışlarını vermiyor.
Uydurmuşlar bir “abonelik” sistemi, bununla tirajlarını şişiriyorlar.
Bayilik dedikleri çeşitli yerlerde “bedava” dağıtılan gazeteler.
Kimi benzin istasyonlarında, kimi kitapçılarda, kimi marketlerde bedava gazete dağıtıyor.
Bazıları çok kişinin oturduğu sitelerin kapısına sabah saatlerinde toplu gazete bırakıyorlar.
İşyerlerine, kahvelere, berberlere her sabah gazete bırakan gazeteler var.
Bunlar kayıtlarda “abone” ve “toplu satış” olarak geçiyor.
Tabii sonuçta bedava dağıtıldığı için “sayı” yüksek gibi görünüyor. Reklamverene de bu rakamlar sunuluyor.
Ancak bedava dağıtılan gazete “özenli” okunmaz. Okuyucu sahip çıkmaz gazetesine. Şöyle bir bakar geçer.
Oysa gerçek gazete satışı bayilerden “para ödenerek” alınan gazete sayısıdır. Parasını verip gazetesini alan o gazetenin her yerini okur. Reklamlarına ilgi gösterir.
Reklam verenler de elbette bunu biliyorlar, ama dediğim gibi çareleri yok. Ola ki yandaş gazetelerden birine “emredilen” miktarda reklam vermesinler. Başlarına öyle bir iş geliyor ki, o reklam bedelinin kat kat üstü oluyor.
--HOŞUMA GİDEN ŞEYLER—
Gül Erda’dan 30 yıl sonraya senfonik şarkı
Gül Erda’yı kimbilir kaç yıldır tanıyorum. Kaç yıl olduğunu yazmam tabii.
Ama inanın o kadar uzun yıllar önce tanıdığım Gül Erda o zaman neyse şimdi de aynı.
Neden yazıma konu oldu Gül Erda? Çünkü Devlet operası sanatçısı tenor Murat Murat Erengül ile bir düet yaptı.
“Seni unutamam” adını verdiği şarkıyı “senfonik pop olarak niteliyor Gül Erda. “Aynı tip müzikten sıkılanlar çoğaldı. Müzik insanı bir yerlere götürmeli, kalbine dokunmalı. Zamansız, 30 yıl sonra bile dinlenebilecek bir şarkı yapmak istedim. Bir popçu ile bir operacının yorumunda çılgın kemanlar düşledim” diyor.
Gül Erda bu şarkının her şeyin yerli yerine oturduğunu belirterek “Sevgililer günü için tüm sevenlere armağan ettiğini” söylüyor.
Ben dinledim. Gerçekten çok güzel. Söz ve müzik Gül Erda’ya ait. Düzenlemesini Selim Çaldıran yapmış. Avni Kütükoğlu ise klibini çekmiş.
Büyükada ve yıllarca Arif’in yeri olarak ünlenen Çiçek Bar’da çekilen klip görsel olarak da çok başarılı.
Umarım ve dilerim, sanat dünyasına uzun yıllar hiçbir skandala karışmadan önemli katkılar sağlayan Gül Erda yeni bir çıkış yapar.
Can Ataklı - Korkusuz