loading
close
SON DAKİKALAR

Kim başbakan olacakmış?

Can Ataklı
Tarih: 01.07.2014
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Sonuç ne olursa olsun Erdoğan için sonun başlangıcı olacaktır...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en önemli kavşaklardan birine geldik. CHP ve MHP ortaklaşa Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdi. 
BDP’den HDP’ye dönüşen yeni parti de bugün adayının eş başkanlardan Selahattin Demirtaş olduğunu ilan etti. 

Şimdi sıra AKP’de. İktidar partisi yarın adayını açıklıyor. Tabii tahminler Recep Tayyip Erdoğan’dan yana. Büyük bir olasılıkla yarın AKP Recep Tayyip Erdoğan adını açıklayacaktır. Yine de Erdoğan’ın aday olmama olasılığını saklı tutuyorum. 

Bakmayın siz medyada estirilen fırtınaya. 

Yandaş yalaka medya olduğu gibi, merkez medya olarak tanımlanan çok satışlı çok reytingli medya da Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesine neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Kim başbakan olacakmış? 

Bu nedenle aslında bu medyada ve yandaş yalakalarda cumhurbaşkanının kim olacağından çok başbakanın kim olacağı yolunda tahmin ve temenniler yer alıyor. Ancak şurası da kesin ki, bu seçimler sanki “çantada keklik” gibi gösterilse de, Tayyip Erdoğan’ın da kaderi belirlenecek. 

Ve size bir şey söyleyeyim, tahminlerin aksine ben bu seçimlerin öyle ya da böyle Erdoğan için de sonun başlangıcı olacağını düşünüyorum. 

Her şey güllük gülistanlık gibi gösterilse de alınacak her sonuç Tayyip Erdoğan için bir yığın sıkıntı getirecektir. Aday olur ve seçilemez Şimdi düşünelim, tahminler tuttu ve Erdoğan aday oldu. 

Ama beklendiği gibi gitmedi ve Erdoğan seçilemedi. Bana göre olabilecek en güzel sonuç bu. Büyük gürültülerle, şovlarla, yalanla, olanla girilen bir seçimde Erdoğan’ın hayal kırıklığına uğraması siyasi hayatının da sonu demektir. Erdoğan aday olmaz İkinci olasılığa bakalım. 

Erdoğan aday olmadı. Başbakan olarak kalmayı 2015 seçimlerine hazırlanmayı ve 330’u geçerek anayasayı tek başına değiştirme gücüne kavuşmayı planladı. Bu Erdoğan lehine gibi görünse de “Erdoğan karşısındaki adaylardan çekindi, korktu, seçime katılmaya cesaret edemedi” tartışmalarını da yaratacaktır. Erdoğan’ın aday olmaması aslında geleceğe dönük makul bir hamle gibi görünse de karizması çizilen Erdoğan’ın 2015 genel seçimlerinde beklediğini bulamama olasılığını da yükseltecek bir durumdur. Diyelim ki Erdoğan yerine başkası aday oldu ve kazandı. Bu Erdoğan’ın karizmasını daha da çizecektir. Çünkü “korktu aday olmadı, oysa AKP’den başka biri bile seçimi kazandı, Erdoğan boşu boşuna Çankaya’yı tepti” denilecektir. Adayın kaybetmesi ise AKP’nin genelde moralini bozacağı, muhalefeti coşturacağı için 2015 seçimleri bir kabusa dönebilir. Aday olur ve kazanır Üçüncü olasılık ise Erdoğan’ın aday olup cumhurbaşkanı seçilmesidir. Bu zafer olduğu kadar, önümüzdeki dönemin siyasi hayatında belirsizliklerin de başlaması anlamına gelir. Erdoğan’ın en büyük hayali Çankaya’ya çıkmak, anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine geçmek. Ancak bu sağlanıncaya kadar Cumhurbaşkanı olarak başbakan yetkilerini kullanarak hükümetin yönetimini de elinde tutmak istiyor. Şu andaki parlamento aritmetiğine göre Erdoğan bu hayalini gerçekleştirebilir. Buna karşı bir süre sonra AKP’yi tümüyle kontrol etmek zorlayacaktır. Yıldırım Akbulut bulmak zorunda Erdoğan kendine tıpkı Turgut Özal gibi bir Yıldırım Akbulut bulmak zorundadır. 

AKP’De Yıldırım Akbulut’luk yapmaya hevesli çok kişi var mutlaka, ancak iş sadece bir tane Akbulut bulmakla bitmiyor. Bir süre Erdoğan’ın karizmatik ve despot liderliği altında ezilecek olan AKP’liler bir süre sonra bundan huzursuzluk duymaya başlayacaklardır. AKP’deki huzursuzluk, Erdoğan’ın başbakan olduğu sıradaki gücünde azalma hissetmesiyle birlikte katlanarak büyüyecektir ve Cumhurbaşkanı Çankaya’da yalnızlaşacaktır. Erdoğan biraz kaybolunca Bunları belki biraz iddialı söylüyorum ama sevgili izleyiciler, eşyanın tabiatı böyledir. Hatırlayın başbakan bir bağırsak operasyonu geçirmişti. Önce herkesten saklandı bu ameliyat. Sonra mecbur kaldılar, daha doğrusu ameliyat başarılı geçince açıklamakta bir sakınca görmediler. Erdoğan zorunlu olarak bir haftadan fazla süre evinde dinlenmek zorunda kaldı. O sırada AKP’de büyük kargaşa çıkmıştı. Bazı kanunlarla ilgili, ki biri şikeydi, AKP’liler bir anda birbirlerine düştü. Pek çok milletvekili sosyal medyada, televizyonlarda gazete sütunlarında birbirlerine ters düşen hatta birbirlerini eleştiren açıklamalar yaptılar. 

Sonunda başbakan ameliyatlı yatağından duruma müdahale etti. Grup Başkanvekillerini evine çağırdı, istediği kanunların çıkması için ellerine birer not tutuşturdu. Benzer bir olay da 7 Şubat MİT krizinde yaşanmıştı. Erdoğan yine yatıyordu. Parti birbirine girmişti. Yine evinden müdahale etti. Parti içindeki aykırı sesleri susturdu. Ama siyasetin doğası gereği, bu tür müdahaleler bir tutar iki tutar sonra bir anda bütün ipler elden kaçıverir. Özal da aynı durumdaydı Özal’ın cumhurbaşkanı seçildiğinde de meclis aritmetiği şimdi nasıl Erdoğan’ın lehineyse, o zaman da Özal’ın lehineydi. İlk bir iki ay sorun yaşanmadı. Ne zaman Zonguldak madencilerinin haklı direnişi Türkiye gündemine oturdu, Özal başbakanlık koltuğuna oturttuğu Yıldırım Akbulut’un kontrolünü elinden kaçırdı. İşçiler hak mücadelesi veriyordu, bütün Zonguldak grevdeydi. İşçiler Ankara’ya doğru yürüyüşe geçecekti. Cumhurbaşkanı Özal işçilerin taleplerinin karşılanması halinde enflasyonun artacağına inanıyor ve hükümeti frenliyordu.

 Akbulut ise karakter olarak nahif bir kişiliğe sahipti. İşçilerin dertlerini anlıyordu, sorunu çözmek istiyordu, Özal’ın korkusuyla adım atamıyordu. Bir gece “yeter” deyiverdiler Bir gece Özal’ın otoriter yönetimine artık “yeter” diyen bir gurup ANAP’lı Yıldırım Akbulut’un çevresini sardı. “Sen başbakan değil misin, neden cumhurbaşkanının gölgesi altında kalıyorsun, çöz bu Zonguldak işini kahraman ol” diye baskı yaptılar. Akbulut da “Evet başbakan benim” diye yerinden fırladı. “İşçi Zonguldak’tan yürümesin ben geliyorum” dedi. Bir gün içinde toplu sözleşme görüşmeleri işçinin lehine çözüldü. Çankaya’daki Özal küplere bindi, ilk fırsatta Akbulut’u başbakanlıktan indirdi, kendisine hiç sıkıntı yaratmayacağı sözü veren Mesut Yılmaz’ı partinin ve hükümetin de başına getirdi, o da olmadı. Yılmaz Cumhurbaşkanının baskısından kurtulmak için erken seçime gitme kararı aldı. Seçimi kaybetti, DYP SHP ortaklığı Demirel’in başbakanlığında iktidara geldi. Özal bir anda dışlandı Yeni hükümet Özal’ı saf dışı bırakmaya çalıştı. Mecburi protokoller dışında sanki Çankaya’da bir Cumhurbaşkanı yokmuş gibi davranmaya başladı. Sokaklarda “Çankaya’nın şişmanı” sloganları atılmaya başlandı. 

Özal bir Karadeniz İşbirliği konferansı toplantısına alınmayınca küsüp tatil yeri Okluk Koyu’na gitti. Cumhurbaşkanlığından istifa ederek yeni bir parti kurmak için kolları sıvadı. Ancak belli ki başına gelenler ruh halini ve sağlığı da çok etkilemişti. Bir sabah spor yapmaya çalışırken yürüme bandı üzerinde kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Yani diyeceğim, siyasette güç ve iktidar ancak yerinde yapılır. Cumhurbaşkanlığı makamı başbakan gibi aktif siyasetin yapılacağı yer değildir. 

Eninde sonunda bir yerden açık verirsiniz, kontrolü kaçırırsınız. Neyse, sonuçta anlatmaya çalıştığım her olasılık aslında Tayyip Erdoğan için de sonun başlangıcı anlamına geliyor. İstedikleri kadar bu cumhurbaşkanlığı seçimlerini Erdoğan’ın kalıcılığı ve otoritesinin artacağı biçiminde tarif etsinler, bu işin sonu geliyor. Erdoğan’ın ne cumhurbaşkanı ne başbakan olarak bunan sonra çok fazla dikiş tutturabilmesi zordur. Göreceksiniz. Sadece üç adayı konuşuyoruz Sevgili izleyiciler, yarın AKP adayı da belli olacak ama yasal süreç için 3 günümüz daha var. Adaylıklar için son gün 3 Temmuz. Sonra 10 Temmuza kadar itiraz süresi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylar üzerindeki incelemesi ve son kararı var. Yani kesin adaylar 10 Temmuz günü ortaya çıkmış olacak. Biz şu anda sadece üç aday üzerine konuşuyoruz, oysa CHP’den ya da meclis içinden başka adayların da ortaya çıkması olasılığı her zaman var. CHP-MHP ortaklığının birlikte gösterdiği aday Ekmeleddin İhsanoğlu’na CHP içinden olduğu kadar kamuoyundan da tepki var. CHP’de baskı ve terör var CHP yönetimi “Bu kez kazanabiliriz, bu nedenle adaya itiraz etmeyin, amaç Erdoğan’ı devirmek” fikriyle yola çıktı. Bunun da ötesinde CHP’de büyük bir baskı ve hatta terör dalgası da estiriliyor. Durumdan memnun olmayan milletvekillerine “başka aday gösterilmeyecek, gösteren kendi bilir” deniyor. 

Küçük bir grup aday arayışında, daha doğrusu akıllarında bir aday var ama anayasa gereği olan 20 imzanın toplanmasında sıkıntı var. Benim de konuştuğum ve diğer muhabir arkadaşlardan aldığım bilgiye göre aslında CHP içindeki gayrı memnunların sayısı hayli fazla. Ama hepsi de “hele imzalar 15’i bir geçsin o zaman ben de veririm” havasında. İyi de bu saygın, dürüst, namuslu bir siyasetçi tavrı mı? Hani nerede kaldı ilkeler, siyasi fikirler, parti içi demokrasi. CHP göz göre göre bütün milletvekillerini abluka altına almış, aykırı düşünen ya da bir eyleme kalkışacak olanlara “bir daha seçilmeyi zor görürsün” deniliyor ve bütün milletvekilleri de bu baskıya boyun eğiyor. Peki, bunlar nasıl milletvekili? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. 

O zaman normal zamanda bu milletvekillerinin söylediklerine, attıkları nutuklara, bağlı olduklarını söyledikleri ilkelere nasıl inanacağız. Sıkıyı gördükleri an korkak davranan milletvekilleri, sırf seçilmek kaygısıyla bugünkü duruma boyun eğiyorsa, yarın genel seçimde hangi yüzle tekrar karşımıza çıkıp oy isteyecekler? Sevgili izleyiciler, günlerdir anlatmaya çalışıyorum; CHP 2007’den beri siyaset yapmadan, proje ve politika üretmeden sadece “aman oyları bölmeyin, AKP indirmek için aynı yerde toplanmamız gerek” sloganına sarılıyor. Bu kolaycılıktır, tembelliktir. Böyle yaptığınız sürece ne yeni fikirler görüşler ortaya çıkar ne de yeni siyasetçiler sahnede yerini alır. 

CHP’deki “parti ağaları” Bu sistem sayesinde CHP’nin “parti ağası” haline gelmiş isimleri yerlerini daha da korunaklı hale getirir, ekmek elden su gölden hiçbir sorumluluk üstlenmeden, sadece eleştirerek ama tek bir çözüm önerisi bile getirmeden hayatlarının sonuna kadar parti içi iktidarlarını sürdürürler. Bu ülkeye yararlı işler yapmak isteyen, projesi, planları, düzgün siyasetleri olan, dürüst, namuslu, ahlaklı, ilkeli, adaletli insanları kendilerine siyaset alanında asla yer bulamazlar. Vatandaş da her seferinde “Aman Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” mantığı ile birbirini yiyerek “oyları bölmeyin” sloganıyla kendini aldatır, her seçimi “Bu Türkiye’nin son seçimi” sanarak oyunu kullanır ve yine hayal kırıklığına uğrar, yine yenilir, yine yeni bir seçimde “oyların bölünmemesi” dayatmasına prim vererek kendini avutur. Her şeyi kaybetmiş olacağız Sonra bir bakarız Türkiye tamamen değişmiş, ortada ne cumhuriyet, ne ilkeleri, ne devrimler, ne Atatürkçü düşünce ne medeniyet kalmamış. 

Eğer bu antidemokratik baskılar, dayatmalar bir son bulmazsa, buna karşı çıkabilecek yürekli, dürüst namuslu insanlar taşın altına ellerini koymazlarsa, koymaktan kaçınırlarsa başımıza gelecek budur. Sevgili izleyiciler bu akşam son olarak bu anlattıklarımı somut bir örnekle noktalamak istiyorum. CHP’de başına gelenlere rağmen Deniz Baykal’ın hala çok etkili ve güçlü olduğunu düşünüyordum. Baykal’a açık eleştiri Baykal’ın genel başkan olmasa bile parti içinde bir ağırlığı olduğuna, sözünün dinleneceğine, kritik anlarda koyacağı tavırlarla partinin gidişini değiştirebileceğine inanıyordum. Baykal tartışmasız CHP’nin en güçlü Cumhurbaşkanı adayıydı. Tahmin ediyorum böyle bir teklifin geleceğini de düşünüyor ve buna göre de hazırlıklar yapıyordu. Ancak çok beklenmedik bir şey oldu. CHP Genel başkanı hiç kimseye sormadan, tabii sormadan derken partilileri kastediyorum, yoksa belli ki Kılıçdaroğlu’na Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesi dışarıdan yönünde büyük baskı yapıldı, neyse neticede CHP bir aday gösterdi. Bu aday parti tabanında doğal olarak bir rahatsızlık yarattı. 

Ancak CHP genel başkanı adeta sıkıyönetim ilan ederek herkesi susturdu, aday dayatmasında çok kararlı olduğunu gösterdi. Ben bu aşamada Baykal’ın devreye girmesini bekliyordum. En azından adayın isminin de seçilme yönteminin de yanlış olduğunu açıkça söylemesini ve CHP’ye yakışanın bir başka alternatif daha çıkarması olduğu konusunda ısrarcı olmasını tercih ederdim. Hep hesabını soracak ama… Oysa Baykal hiçbir şey yapmadı. Her seçimden önce yaptığı gibi “Bakalım seçimi atlatalım da, duruma bakarız, hesabını sorarız” havasında. Baykal 30 Mart seçimlerinden önce de bu tavrı sergiledi. Adayların belirlenmesindeki aksaklıkları gördüğü halde bir şey söylemedi, “seçim bitsin hesap sorarız” dedi. Seçim bitti, CHP yenildi, ne Baykal ne bir başkası hesap falan sormadı. Bu da benim Baykal’a yönelik kişisel eleştirilerimdir.

Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 30 Haziran 2014

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları