Can Ataklı; Kürt siyasi hareketi yıllarca sürdürdüğü mücadelenin en son aşamasında öyle ağır hatalar yaptı ki, adeta intihar etti.
Oysa AKP’nin kuyruğuna takılıp 'açılımcılık' oynamayı çok benimsemişlerdi.
Kürt siyasi hareketi yıllarca sürdürdüğü mücadelenin en son aşamasında öyle ağır hatalar yaptı ki, adeta intihar etti.
Oysa AKP’nin kuyruğuna takılıp “açılımcılık” oynamayı çok benimsemişlerdi.
Kürt siyasi hareketi AKP’nin aslında her hamlesini “seçim kazanmak” ve buradan aldıkları güçle “Türkiye’nin yapısını, rejimini ve yaşam biçimini değiştirmek” için yaptığını anlamadılar.
“Barış” gibi kimsenin inkâr edemeyeceği kutsal bir sloganı “savaş” tehdidi ile kendi çıkarlarına kullanabileceklerini sandılar.
Şimdi “savaşın” altında eziliyorlar.
Peki, Kürt siyasi hareketi nerede yanlış yaptı?
Geçmişi bir kenara bırakalım, 7 Haziran ile 1 Kasım seçimlerinin arasındaki sürece bakalım.
7 Haziran Kürt siyasi hareketinin adeta zaferiydi.
İlk kez Kürt siyasi hareketini temsil eden bir parti yüzde 10 barajını aştı ve Meclis’e 80 milletvekili soktu.
Bu süreçte “sol” söylemlerle birlikte “Türkiye partisi” olma iddiası, kullanılan yumuşak üslup toplumda da karşılık buldu.
Seçim sonuçları Kürt siyasi partisini meşru hale getirdiği gibi ona “anahtar” parti misyonu da yükledi.
Bu seçimde AKP 13 yıllık “tek başına iktidar” olma vasfını yitirmiş, HDP’ye ise hükümete girmese bile “çok etkili olma” kapısını aralamıştı.
İktidar partisi yaşadığı şoku atlatmak ve yeniden tek başına iktidar olmak için akıl almaz yöntemlere başvurdu.
Saray hükümetin kurulmasını önledi, “anayasal süre” bahanesi ile seçimlerin yenilenmesine karar verdi.
Usta bir planla hem seçimleri kazandılar hem de tüm rakiplerini “etkisiz eleman” haline getirmeyi başardılar.
Ve en önemlisi “PKK terörünü nihayet bitiren” iktidar olma şansını yakaladılar.
Bu usta plan “terörün hortlatılmasıydı.”
Aklı başında olanlar oyunu görüyordu. Ama asıl görmesi gerekenler Kürt siyasi hareketini yönetip yönlendirenlerdi.
Onlar da gördü görmesine ama nasıl olduysa inanılmaz bir hata yaparak kendilerini her şeyin dışında tutacaklarına ateşin içine daldılar.
İktidarın beklediği buydu. Kaos planıyla hem seçimleri kazanacaklardı hem de asla inanmadıkları “açılım politikası” yerine “şiddet”i koyacak, PKK’yı tamamen ortadan kaldıracak, Kürt siyasi hareketini de en etkisiz hale düşüreceklerdi. Bunu başardılar.
Kürt siyasi hareketi iktidarın terör oyununu ortaya koymak için şiddetten tamamen çekileceğine terörün parçası olmayı tercih ederek kendi ayağına kurşun sıkmış oldu.
Üstelik, arkasındaki halk desteğini de kaybetti.
--BUNU YAZMAK GEREK—
“Terör” yerine “savaş” denirse bedeli çok ağır olur
Hep karşı çıktım, hep eleştirdim.
Kürt sorunu ile terörü ayırmamız gerektiğini ısrarla söyledim, bunun üzerine kitap bile yazdım.
Ancak AKP iktidarının kandırmacalarına kendini kaptıran Kürt siyasal hareketinin öncüleri ısrarla “terör” tanımından kaçıp “savaş” kavramı üzerinde durdular. Bunu bütün ülke üzerinde bir tehdit aracı olarak kullandılar.
İktidarın kendi amacına giden yoldaki planlarını, halkın da algı hatası yapmasını “zaaf” olarak niteleyip “zafere çok az kaldı” duygusuna kapıldılar.
Kürt siyasal hareketinin önderleri terörü savaş gibi göstermenin psikolojik üstünlük olduğunu sandılar.
Kamuoyunun bir bölümü de “savaş-terör” arasında fark görmeyen bir algıya sahip oldu.
Oysa iki kavram arasında çok büyük fark var.
Terör suçtur. Terörle mücadele devlet tarafından yapılır. Devlet bu mücadeleyi demokrasi, hukuk ve yasalar çerçevesinde yürütür. Yapılan bir suç takibidir. Devlet teröristle terörist olmayanı ayırmak zorundadır.
Oysa savaş suç değildir. Topyekûn yapılır. Suç takibi olmadığı için karşıdaki herkes düşman olarak nitelenir.
Terörle mücadelede yöntemler ve uygulamalar konusunda toplumda çeşitli eleştiriler yükselebilir. Savaş halinde psikolojik ortam “birlik beraberlik” niteliğindedir. Kimse hesap sormaz, cesaret de edemez.
Şimdi ne oldu?
“Savaş” tanımına karşı devlet de “savaş” nizamı aldı. Kentler boşaltılıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediyor, buna rağmen karşısına çıkanlara da artık “terörist” değil “düşman” muamelesi yapıyor.
Kimi Kürt siyasetçiler lafın önünü arkasını düşünmeden “Böyle giderse iç savaş olur” mantığını savunuyor. Onlara hep şunu soruyordum; “İç savaşın tarafları kimler olur?”
Cevap olarak “Silahlanacak Kürt halkı ile ordu.”
Eğer böyle bir kalkışma olursa ve savaşın bir tarafı düzenli orduysa, silahlanan halkın direnme gücü olabilir mi?
Kürt siyasi hareketi yaptığı çok büyük hata ile durumu bu noktaya getirdi.
Üstelik hem kendi arkasında halk desteği kalmadı hem de ülkenin diğer bütün bölgelerinde “Yeter artık, terör bitecekse ne yapacaklarsa yapsınlar” fikrinin oluşmasını sağladılar.
--DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—
Kürt siyasetinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
İktidarın başlattığı “içi boş” Kürt açılımı sürecinde Türkiye’de kamuoyu pek alışık olmadığı yepyeni bir durumla karşı karşıya kaldı.
İktidar sayısal çoğunluğunu ve toplum üzerindeki ikna gücünü kullanarak “laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” kavramlarının ipini çekmek için müthiş bir beyin yıkama kampanyası başlatmıştı.
Bu beyin yıkama operasyonunun önemli ayaklarından biri “Kürt açılımı” üzerinden Cumhuriyet değerlerinin, Atatürk’ün ve Atatürk devrimlerinin karalanmasıydı.
Bu süreçte medya üzerinden olağanüstü bir propaganda seferberliği başlatıldı.
Gazete yazıları ve televizyon tartışmalarının neredeyse tek konusu Kürt hakları, Kürt kimliği, Kürtler’e acımasız uyguladığı baskı, terör ve vahşetti.
Kamuoyu bunları şaşkınlıkla izliyordu ama süreç öylesine uzun tutuldu ki, kamuoyunun zihninde müthiş bir algı oluştu.
7 Haziran’dan sonra ise AKP “iktidarı kaybetme” riskini görerek stratejisini değiştirdi ve yarattığı “kaos-terör” ortamıyla bir taşla birkaç kuş birden vurmayı başardı.
Açılım askıya alındı, teröre göz yumma ve taviz verme dönemi yerini kanlı bir şekilde terörü bastırma “devletin gücünü gösterme” operasyonlarına bıraktı.
Şimdi bundan sonra televizyonlar ekranlara her gece Kürt siyasetçilerini çıkaramayacaklardır.
Artık medya üzerinden Kürt hakları, Kürt kimliği, ana dilde eğitim gibi konuları konuşmaya kimse cesaret edemeyecektir.
Gazetelerde Kürt siyaseti yorumları yayınlanamayacaktır.
Herhangi bir yerde Kürt hakları ile ilgili, baskılara karşı gösteri, basın açıklaması, protesto yapılamayacaktır.
Kimse “Neden artık hiçbir şey eskisi gibi değil?” diye sormaya cesaret edemeyecektir.
--KAFAMI BOZAN ŞEYLER—
Aynı cümleyle iki taraf için de “alçak” olabilir misiniz?
Başıma yeni gelmiyor. Yıllardır kendilerini bir görüşün, bir siyasetin “yılmaz taraftarı” olarak görenlerin yoğun baskı ve saldırısı altındayım.
Sadece ben mi?
Fikirlerini uygar biçimde, korkmadan, çekinmeden ve bir çıkar hevesine kapılmadan yazan konuşan kim varsa aynı durumda.
Ama beni asıl öfkelendiren “bana karşı görüşte olanların” saldırısı değil, ahmakça yapılan saldırılar.
Aynı sözleriniz için birbiri ile tam zıt iki ağır hakaret yenir mi?
Bizde oluyor işte.
Örneğin Kürt sorunu ile ilgili hemen her yazı ya da konuşmamdan sonra “akıl almaz” saldırılarla karşılaşıyorum.
Yaptığım bir konuşmadan sonra bir kesim “Yine mi PKK’yı yalamaya başladın, sen vatan hainisin” diyebiliyor.
Ama bir başka kesimden ise “Nedir bu Kürt düşmanlığı, bıkmadınız mı döktüğünüz kanlardan” saldırısı gelebiliyor.
Ya kafalar gerçekten çok karışık ya da bu bir tür ahmaklık yarışması.
--HOŞUMA GİDEN ŞEYLER---
Nadide Hayat çok güzel olmuş
Pazar akşamı Çağan Irmak’ın son filmi “Nadide Hayat”ı izledim.
Çok beğendim.
Yumuşacık, hiçbir kimlik kaygısı gütmeden, kısır siyaset çekişmelerinden etkilenmeden yapılmış bir film.
Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler’in gerçekten olağanüstü performansı bütün izleyiciyi kendine çekiyor, güldürüyor, hüzünlendiriyor, mutlu ediyor.
Mutlaka “gidin görün” derim. Pişman olmazsınız.
Can Ataklı - Korkusuz