loading
close
SON DAKİKALAR

Neden Musul’a zamanında müdahale etmedik?

Can Ataklı
Tarih: 07.12.2015
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Türk askeri Musul’da artık. IŞİD’e karşı mücadele kapsamında bir tabur 'iyi eğitilmiş ve bölgeyi bilen' askerimiz Musul’un yakınlarında mevzilendi.

Yepyeni bir süprizle karşı karşıyayız.
Türk askeri Musul’da artık. IŞİD’e karşı mücadele kapsamında bir tabur “iyi eğitilmiş ve bölgeyi bilen” askerimiz Musul’un yakınlarında mevzilendi.
Yapılan açıklamalara göre Barzani ile yapılan mutabakat çerçevesinde Musul’da bir Türk üssü kurulmasına karar verilmiş.
Ancak sanıyorum küçük bir sorun var. Musul bizim de ısrarla savunduğumuz gibi “Irak’ın toprak bütünlüğü içinde yer alan” bir bölge.
Barzani ile yapılan mutabakatın uluslar arası hukukta geçerliliği herhalde yoktur. Yani “fiili durum” oluşturmuş durumdayız. Nitekim Irak yönetimi anında tepki gösterdi.
Ancak herhalde Türkiye böyle bir hamle yaparken uluslar arası platformda bazı güvenceler almıştır. Irak’ın göstereceği tepkinin boyutları da hesaplanmıştır.
Bundan sonra nelerin olup biteceğini hep birlikte göreceğiz de benim merakım, Musul konusunda neden bu kadar geç kalındığı yönünde.
IŞİD Musul’a bağıra bağıra geldi. Kenti işgal ettikten sonra ilk iş olarak Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’nu bastı, konsolos Öztürk Yılmaz dahil 49 kişiyi rehin aldı. 100 günü aşkın süre elinde tuttu ve sonra “içeriğini pek bilmediğimiz” bir anlaşma ile herkesi serbest bıraktı.
Daha konsolosluğumuz işgal edilmeden tehlikeyi görenler iktidarı uyarmışlar ve “IŞİD’i bölgeye sokmayın” demişlerdi.
Ancak o zaman “Siz savaş mı istiyorsunuz, bir başka ülkenin topraklarına girmenin ne olduğunu biliyor musunuz?” türü karşı savunmalar yapılmıştı.
Oysa Türkiye’nin Irak topraklarına girmesine bile neden yoktu, sadece IŞİD’e “sakın bu bölgeye yaklaşma, canını yakarım” mesajı gönderilecekti.
Ama o tarihlerde bölgede ne Amerikan uçakları IŞİD’i bombalıyordu ne de Ruslar sahaya inmişti. Türkiye’deki iktidar gücü de başta IŞİD olmak üzere Esad’a karşı savaşan her örgüte maddi manevi destek veriyordu.
Şimdi durum değişti. Rusya ile gerginleşen ilişkilerin toplumda yarattığı endişenin giderilmesi için belli ki bir tür “kahramanlığa” ihtiyaç var.
Dün “Savaş mı istiyorsunuz, o zaman siz gidin” diyen ağızlar şimdi askerimizi ateş hattının merkezine soktular.
Umarım ve dilerim haklı çıkarlar. Bu ülke hepimizin sonuçta.

--DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—

O konsolos hala konuşmadı
Musul Konsolosluğu 11 Haziran 2014 günü IŞİD’li teröristler tarafından basılmış ve başta konsolos Öztürk Yılmaz olmak üzere özel tim polisleri dahil 49 kişiyi rehin alınmıştı.
Rehineler 20 Eylül 2014 günü serbest bırakıldılar. Rehine olayının bitmesi yandaş medyada “zafer” başlıkları ile duyurulmuş, MİT’in bir “efsane yazdığı” ileri sürülmüştü.
Her neyse, sonuçta hepsi burnu kanamadan özgürlüğüne kavuştu ya o önemli.
Rehin alınan konsolos Öztürk Yılmaz kurtarıldıktan sonra Başbakanın elini öperek teşekkür etmişti.
Sonra aradan zaman geçti, 7 Haziran seçimleri yapıldı, AKP’nin işine gelmediği için 1 Kasım’da tekrar sandık başına gittik.
Bu seçimde sürpriz bir aday vardı. Rehin tutulan konsolos Öztürk Yılmaz CHP’nin Ardahan adayı olmuştu. Yılmaz burada büyük başarı göstererek bir önceki seçimde milletvekili çıkaramayan CHP’ye bir milletvekilliği getirdi.
Ancak ne tuhaftır ki, o konsolos rehine krizinden sonra hiç konuşmadı. Yaşadıklarını hiç anlatmadı. Milletvekili seçildikten sonra belki anlatır diye bekledim, yine olmadı.
Yine çok tuhaftır ki kimse “ne yaşadınız o sırada?” diye bile sormuyor.
Eski konsolos şimdinin milletvekili Öztürk Yılmaz bu konuda neden hiç konuşmuyor?
IŞİD konsolosluğu nasıl bastı, Ankara’dan ne talimat geldi, rehineler yüz günü aşkın süre nerede tutuldu, rehinelere nasıl davranıldı, kurtarma operasyonu nasıl yapıldı, rehineler gerçekten Irak topraklarında mıydı, yoksa son dönemlerde Türkiye sınırları içine zaten getirilmiş miydi?
Konsolosa ne bu sorular soruldu bugüne kadar ne de o herhangi bir açıklama yaptı.
Yoksa bütün yaşananlar için birileri “devlet sırrı” kararı mı aldı?

--ŞAŞIRDIM—

Erdoğan dinlemiyor, yanındakiler de bir şey anlatmaya korkuyor
Selahattin Demirtaş Amerika’da görüşmeler yaptı. Bizde adettir ya başı sıkışan şöyle bir Washington turu yapar. O kapsamda herhalde.
Demirtaş görüşmelerden sonra Türk gazetecilere bilgi verdi. Hem temaslarını anlattı hem de Türkiye’deki son gelişmeleri değerlendirdi.
Bu açıklamalar içinde Demirtaş’ın Dolmabahçe mutabakatı olarak bilinen görüşmelerle ilgili bazı iddiaları dikkatimi çekti.
Çünkü Demirtaş bu açıklamalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok konuda “bilgisiz bırakıldığını” söylüyor ve şöyle konuşuyor; “Biz İmralı’da saatlerce konuşuyoruz, onlar 25-30 sayfalık uzun tutanaklara dönüşüyor, devlet heyeti, çözüm heyeti denilen siyasilerin de içinde bulunduğu heyet bunları saatlerce tartışıp, analiz yapıyor. Bunlar kanımca Tayyip Bey’e hap olarak gidiyordu. Çünkü kimse uzun uzun ne bunları Tayyip Bey’e anlatabiliyor, ne anlatmaya cesaret edebiliyor, ne de onun onları dinlemeye zamanı veya şevki var. Hap halinde anlatılıyor.”
Demirtaş’ın sözlerine bakınca Erdoğan’ın kendi kafasında oluşan dışındaki fikir, görüş ve bilgileri paylaşmayı sevmediğini, etrafındakilerin kendisine bir konuda bilgi vermeye bile korktuklarını anlıyoruz.
Gerçek bu mu? Çevresi Erdoğan’dan korkup birçok konuyu net biçimde kendisine aktaramıyor mu? Öyleyse işimiz var demektir. İkide bir “kandırıldık” diye açıklamalar yapılmasının altında yatan bu galiba.

--KOMİK---

Ruslara karşı “Koç gibi” savunma
Rusya uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye’ye yönelik bir dizi operasyona başladı biliyorsunuz. Bunların bazıları ticari. İşte domates, sebze ticaretini , yatırımları, turist akınını durduruyorlar. Bunun yanı sıra da Türkiye’yi uluslar arası alanda zora sokmaya çalışıyorlar.
Bunlardan biri Türkiye’yi IŞİD ile petrol ticareti yapan ülke gibi göstermek.
IŞİD’in ele geçirdiği bazı petrol kaynaklarını kendine gelir sağlamak için kullandığı bilinen gerçek.
Türkiye’den de bazı kişilerin bu petrolü çeşitli yollardan alıp sattıkları da ilk kez söylenen bir şey değil.
Ancak Putin konuyu tamamen Türkiye’nin ve hatta Erdoğan’ın üzerine atmak için resmi medya kaynaklarını kullanarak önemli iddialarda bulundu.
Şu anda bunların hepsi spekülasyon. Orada duralım.
Ama bana komik gelen şu oldu; Rusya’nın bu atağına karşı tez geliştirmeye çalışanlar “Putin’e göre IŞİD petrolü Tüpraş rafinerisine getiriliyor, ama orası Koç’a ait. Yani Koç mu yasadışı petrol ticareti yapıyor” savunmasına sarıldı.
Koç grubunun böyle bir şey yapması mümkün değil. Ancak düne kadar Koç grubunu ve özellikle aile fertlerini “darbeci, postalcı, gezici, paralelci” diye kendilerince küçümsemeye, aşağılamaya çalışanların şimdi kalkıp “Ruslar Koç duvarına çarptı” gibi sarayı “koç gibi” korumaya kalkmaları çok komik doğrusu.

--BUNU YAZMAK GEREK—

Henüz el bile sıkılmayan dönemdeyiz
Rusya ilişkilerimizde yaşanan gerginlik daha ne kadar sürer, bu belli değil.
Çünkü Rusya’nın başında “tek adam” olma hevesinde bir kişi oturuyor ve sıkıntılar yaşadığı iç politikada toplumu “milliyetçilik-gurur-milli onur” gibi kavramlarla etkilemesi ve arkasına alması gerekiyor. (Bizde de böyle biri var diyorsanız o sizin fikriniz tabii…!)
Uluslar arası ilişkilerde ebedi düşmanlıklar da ebedi dostluklar da yoktur.
İlişkiler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin akıl ve mantık her zaman galip gelir. Bu tabii bazen bir savaşla da gerçekleşebilir ama günümüzde bu faktör herhalde en son sıradadır.
Şu anda Rusya ile ilişkilerimizi yeniden düzene sokmak için çabalıyoruz. Putin dışında Rus ilgililer de aynı çaba içinde.
Ancak henüz el sıkışma aşamasına bile gelmedik.
Bilmem dikkat ettiniz mi Çavuşoğlu- Lavrov görüşmesinden sonra “el sıkışırken” tek fotoğraf bile yayınlanmadı. Çünkü iki bakan da gazetecilerin ısrarlı taleplerine rağmen “klasikleşmiş” tokalaşma fotoğrafı çektirmediler.
Tokalaşma deyip geçmeyin, bir sonraki görüşmede (17 Aralık olabilir deniyor) eğer o fotoğraf çektirilirse mesafe alındığını anlayacağız.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları