Can Ataklı yazıyor; ''Deniz Baykal hiç çekinmeden, korkmadan gerçeği komisyon üyelerinin yüzüne çarptı''...
Bu köşeyi izleyenler hatırlayacaktır, “darbeleri araştırma” bahanesiyle kurulan Meclis Araştırma Komisyonu çalışmalarını ve hâlâ bir türlü iddianamesi yazılmayan 28 Şubat soruşturmasını defalarca eleştirdim.
Onun da ötesinde bu komisyona gidip ifade verenleri de ayıpladığımı belirttim.
Çünkü birincisi bu komisyonun darbeleri araştırmak için değil geçmişi dedikodularla kaşıyan yeni bir tür intikam hevesi olduğu kuşkusu hâkim bende.
İkincisi ise Meclis anayasa gereği devam eden bir dava ile ilgili hiçbir işlem yapamaz, araştırma, inceleme çabasında bulunamaz.
Tabii komisyon 28 Şubat’la ilgili henüz bir dava açılmadığı, soruşturmanın sürdüğü bahanesinin arkasına saklanıyor.
Ama iş burada da sırıtıyor. Çünkü savcılar hâlâ iddianameyi hazırlamış değil ama çok belli ki bu komisyonun çalışmalarından ve verilen ifadelerden yararlanıyorlar.
Bu komisyon aylardır çalışmasını sürdürüyor. Pek çok kişi dinlendi.
Bu kişilerin bir kısmı geçmişte kendini mağdur sayarak “intikam duyguları” içinde o günle hesaplaşmak istiyor. Verdikleri ifadelerle ağır suçlamalarda bulunuyor.
Bir kısmı 28 şubat döneminde yaptıklarından pişmanlık duyduklarını belirterek iktidara selam gönderiyor.
Bir kısmı her şeyi göze alarak o günkü tutum ve davranışlarını savunuyor.
Önemli bir kısmı ise bir bilgi ve belgeye dayanmadan sadece hafızalarına güvenerek soruları cevaplamaya ve yasak savmaya çalışıyor.
Ne gariptir, belki bilmediğim bazı kişiler dışında hiç kimse “Ben size ifade vermem” demedi. Oysa bu soruşturma değil araştırma komisyonu olduğu için ifade vermek de zorunlu değil.
Sonunda ilk kez eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hiç çekinmeden, korkmadan gerçeği komisyon üyelerinin yüzüne çarptı.
Baykal çağrıldığı komisyona 7 sayfalık bir mektup vererek soruları cevaplamayacağını ama asıl önemli olanın komisyonun böyle bir yetkisi olmadığını anlattı.
Bir hukuk manzumesi niteliğindeki mektupta Baykal intikam hırsları ile bu araştırmayı yapan meclis üyelerinin kendi meşruiyetlerini soruşturmaları gerektiğini belirtiyor.
Meclis araştırma komisyonlarının kimlerin ifadesine başvurabileceğini anayasadan örnekler vererek anlatan Baykal “Açıkça anlaşılmaktadır ki Araştırma Komisyonları, kamu kurum ve kuruluşlarının ilgilisi durumunda bulunmayan vatandaşları, sivil toplum kuruluşlarını, basın mensuplarını, televizyoncuları, eğlence dünyasının şöhretlerini, özel banka ve şirket sahip, yönetici ve mensuplarını, siyasi parti mensup ve yöneticilerini, siyasetçileri ve genel olarak tüm vatandaşları komisyon toplantılarına çağırıp bilgi talep etme yetkisine sahip değildir. Araştırma Komisyonu marifeti ile milletvekilleri, bazı vatandaşları; ya da bazı milletvekilleri başka bazı milletvekillerini sorgulayamaz.” diyor.
Ülkede bir darbe paranoyası yaratıldığını da belirten Baykal’ın mektubundaki şu sözleri de çok ilginç; “Darbe konusu, geçmiş dönemlerdeki komünizm ve irtica saplantıları gibi bir topyekûn suçlama, sindirme ve soruşturma mekanizmasına dönüştürülmemelidir. Basın ve düşünce özgürlüğü ile ilgili sorunlar ne yazık ki artık, tutuklu gazeteci sayıları ile ölçülebilir olmaktan çıkmıştır. Uygulanan sindirme ve yıldırma yöntemleri sonuç vermiş, basın ve televizyonlar diz çökmüş, özgürce görevini yapamaz hale gelmiştir.”
Baykal komisyon çalışmalarının iddianamelere destek vermeyi amaçladığından şüphelendiğini de şu cümlesiyle diye getiriyor; “Eğer bu yöntemle, yargı organlarında yürütülmekte olan bazı davalara kamuoyu desteği sağlamak ve dava kapsamını belli kesimlere doğru genişletme çabalarına destek vermek amaçlanıyorsa bunun açık bir anayasa ihlali olduğu da bilinmeli, eğer biliniyorsa bu durum daha ciddiye alınmalıdır.”
Baykal’ın güya derbeleri soruşturmaya kalkan meclis üyelerine verdiği hukuk dersini herkesin iyi okuması gerek.
*****
Kim bu provokatör?29 Ekim yasaklamaları sırasında çıkan olaylar sürerken sosyal medyaya bir fotoğraf düştü. Robocop tipi bir polis copu havada elinde Türk bayrağı olan bir küçük çocuğu kovalıyor.
Aslında ilk bakışta bunun bir “fotomontaj” olduğu anlaşılıyordu, ama o anların heyecanı ile binlerce kişi fotoğrafı sosyal medyada paylaştı. Tabii büyük tepki oluştu.
Çok kısa bir süre sonra ise çok daha ilginç bir şey oldu. İnternet sitelerine fotomontajı yapılan iki ayrı fotoğraf servis edildi.
Polis tarafı yurt dışındaki bir olayda çekilmişti. Coplu polis bir eylemciyi kovalıyordu. Çocuk ise İspanya’daki San Fermin boğa güreşleri sırasında çekilmiş bir fotoğraftı. Montajı yapan çocuğun eline bir de Türk bayrağı eklemiş ve koşan polisin önüne yerleştirmişti.
Fotomontajın ortaya çıkmasından sonra bu kez AKP yandaşları sosyal medyada kıyameti kopararak Cumhuriyet’i kutlayanlara hakaretler yağdırdı...
Ancak merak ettiğim şu; ikisi de yabancı medyadan alınan iki fotoğraftan oluşan fotomontajın orijinal hâlleri hangi dikkatli göz tarafından beş on dakikada fark edilmiş ve bulunmuştu?
İkisi de hatıralarda çok kalan fotoğraf değil. İnternet üzerinde dolaşan milyonlarca fotoğraftan sadece ikisi.
Ve çok dikkatli bir göz beş on dakika içinde, o milyonlarca fotoğraf arasından bu ikisini hatırlıyor ve “sahtekârlığı” ortaya çıkarıyor.
Sanıyorum fotomontajı da sonra orijinalleri de servis eden kaynak aynı.
Amaç sosyal medyada deprem yaratıp sonra da bunu hakaret konusu yapmaktı.
Yakın geçmişte bunun örneklerini çok yaşadık.
Bir de Hürriyet internet sitesinde çıkan bir hava fotoğrafı çok tartışıldı. İçişleri Bakanı helikopterde, camdan ise Ulus’taki olaylar görünüyor.
Bunun da fotomontaj olduğu hemen anlaşılıyordu. Ki zaten Hürriyet fotoğrafın üzerine “fotoshop” yazmıştı. Yani Hürriyet İçişleri Bakanı’nın o sırada ne gördüğünü fotomontajla anlatmaya çalışmıştı.
Bunu da istismar etti yandaş kesim.
*****
Demokraside çareler tükenmez. İleri demokraside ise hiç tükenmez; cop olmazsa biber gazı, biber gazı olmazsa tazyikli su, tazyikli su olmazsa barikat... (Gani Yıldız)
Vatan