Can Ataklı; Tehdit mi ediyor pazarlık mı yapıyor?
Bugün yine Tayyip Erdoğan’ın esme gürleme günüydü. Konuşmalarına cemaatle başladı cemaatle bitirdi. Belli kafasında başka bir şey yok.
Ancak ne çare ki bir türlü arzuladığı sona ulaşamıyor.
Bakın 17 Aralık’tan bu yana bir paralel yapıdır tutturdu. “İnlerine gireceğiz, hesap soracağız, sonları yakındır, bitiriyoruz” laflarını kimbilir kaç kere söyledi.
10 polise bel bağlamıştı
Sonuç; henüz yok. 10 polisin gözaltına alınmasına belli ki çok bel bağlamıştı. O polislerin tutuklanmasını bekliyordu. Ama mahkeme tutuklamadı, bütün polisleri serbest bıraktı.
Erdoğan mahkemenin bu kararına çok öfkelendi. Bugünkü konuşmalarında yargıya da çok çattı. Yargının artık güven kaybettiğini kamuoyunun gözünde en diplere gittiğini ileri sürdü.
Neden? Çünkü son zamanlarda kendi iradesi dışında karar alan mahkemeler de var. Bu Erdoğan için çok yeni bir şey. Kimi zinana attırmak istiyorsa, veriyordu talimatı, savcılar hakimler harekete geçiyordu. Kiminle hesabı varsa derhal yargıyı devreye sokuyordu.
Şimdi yapamıyor mu? Yapıyor yapmasına da eskisi kadar güçlü değil.
Eskiden mahkemeler iyiydi
Onun da nedeni basit; çünkü bir süre öncesine kadar, yani 17 Aralık’tan öncesine kadar rahatlıkla talimat verdiği mahkemelerin başında şimdi “paralel yapı” diye mağduriyet edebiyatı yaptığı cemaatçiler vardı.
İşbirliği içindeydiler. İktidar ne talep gelirse aynen uygulandığı gibi zaten cemaat bizzat tezgâhlar hazırlayarak başbakanın önüne koyuyordu, o da onay veriyordu.
Şimdi kendi eliyle bu cemaatçi yapıyı bir nebze dağıttı. Ama şimdi de sorun şu ki, Cumhuriyet’in gerçek savcılarına hakimlerine emir vermek o kadar da kolay olmuyor. Normal savcı ve hakimler hukukun gereklerini uygulayınca iktidarın neşesi de bozuluyor.
Polislerden çete çıkaramadılar
Evet, lafı uzatmadan gelelim polislerin serbest bırakılmasına. Başbakan çok öfkelendi. Ama asıl öfkelendiği polislerin serbest bırakılmasından çok serbest bırakılmanın gerekçesiydi.
Mahkeme polislerin bazı yasadışı işlere kalkıştıklarını görmüş kabul etmiş ama bunun bir çete organizasyonu olduğu konusunda bir kanaat edinmemiş.
Kısacası, evet polisler suç işlemişler ama bunlar organize değil, bireysel suçlar. Bu nedenle Türk Ceza Kanunu gereği tutuklu yargılanmalarına gerek yok.
İşte başbakanı kızdıran mahkemenin bu kararı. Polislerin gözaltına alınıp mahkemeye sevk edilmelerinden bir çete çıkmayınca, iktidarın cemaatten intikam alma operasyonu da kesintiye uğramış oluyor.
Çete çıksa çok tutuklama olurdu
Eğer polislerden bir çete çıkmış olsaydı, tıpkı Ergenekon, balyoz, fuhuş ve casusluk, odatv davalarında olduğu gibi ilgili ilgisiz pek çok kişi, hatta yüzlerce kişi “terör ve casusluk örgütüne üye olmak” iddiasıyla tutuklanabilecekti.
Polislerin “çete yoktur” gerekçesiyle serbest bırakılmaları yüzünden şimdi bunun gerçekleşmesi için bir başka operasyon yapmak gerekecek.
Sonuçta elbette başbakan iktidarın başı olarak, devletin bütün olanaklarını kullanabildiği için cemaatle ilgili, onları bir çetenin, bir suç organizasyonunun içinde gösterecek bilgi ve kanıt bulmakta daha avantajlı durumda.
Cemaatin üzerine gidemez
Burada da başka bir sorun var. Siz bakmayın başbakanın bu kadar esip gürlediğine. Ben cemaatin üzerine çok sert biçimde gidebileceğini de sanmıyorum. Çünkü bugüne kadar kotarılan pis işlerin içinde hep cemaat vardı ve iktidar da bunu biliyor ve yararlanıyordu.
Ayrıca çok içli dışlı oldukları yakın döneme kadar birbirlerinin ne yaptıklarını da çok iyi biliyorlar. Bakın örneğin başbakan cemaati suçlarken “herkesi dinlediklerini” söyledikten sonra “Bunlar yatak odalarına da kameralar koyup bunları çekebilirler” dedi. Sonra biraz durakladıktan sonra “Ayrıca yapmadıkları da ne malum” deyiverdi.
Tabii sevgili izleyiciler, sorun yatak odası görüntüleri değil. Bu çok daha çirkin olduğu için hep akla bu geliyor öncelikle. Ancak Erdoğan cemaatle sıkı fıkı olduklarında onlarla neler paylaştığını biliyor, cemaatin askerlerinin kendisi hakkında hangi bilgileri toplamış olabileceklerini, hangi telefon konuşmalarını ya da birileriyle yapılan yüz yüze görüşmeleri banda almış olabileceklerini tahmin ediyordur.
Hal böyle olunca cemaatin üzerine gittikçe bunların ortalığa saçılması ihtimali de yabana atılamaz değil mi?
Tehdit mi ediyor pazarlık mı yapıyor?
Bu nedenle bazen “başbakan cemaati tehdit mi ediyor yoksa üstü kapalı pazarlığa açık olduğunu mu söylüyor” diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü sert söylemler açık bir tehdit gibi görünse de, birbirlerini tanıdıkları için el altından “bırakalım bu anlamsız kapışmayı da gelin sulh olalım” mesajı veriyor olabilir.
Her neyse, birbirlerine düşmüşler işte. Çıkarsınlar ipliklerini pazara. Millet de öğrensin diyeceğim ama şimdilik öğrense bile pek sesini çıkarmıyor o da.
Laf uzadı biraz. Aslında söyleyeceğim başka şeydi. Başbakan cemaatle başladı cemaatle bitirdi dedim ya, bir ara kendini o kadar kaptırdı ki, sadece 4 ay hapis yattığı ancak yıllardır mağduriyetini anlattığı Pınarhisar cezaevi diyeceği yerde “Pensilvanya’da yatarken” deyiverdi. Hani dervişin fikri neyse zikri de odur hesabı.
Haydi burada dil sürçmesi yaptı, hepimizin başına gelir diyelim ve gülelim.
Hafızası da mı silinmiş?
Ama belli ki cemaat takıntısı başbakanın hafızasını da silmiş götürmüş. Ya da milletin hafızası olmadığına inandığından hergün başka başka konuşmaktan pek sakınmıyor.
Başbakan bugün cemaatin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatırken “Bunlar” dedi “nice masum insanı hapse attırdılar.” Sonra da örnek verdi; yine “bunlar” dedi “yazılmamış kitabın yazarını bile hapse attırdılar. AKP’lilerin anlamamış olabileceğini düşünerek herhalde sözlerine açıklık getirdi. “dikkat edin, kitap demiyorum, henüz yazılmamış, basılmamış kitap için bile dava açtılar, yazarını hapse attılar.”
Kastettiği Ahmet Şık’ın cemaatle ilgili yazdığı ama basıp piyasaya çıkaramadan tutuklandığı kitap. Başbakan bu operasyonu cemaatin yaptığını söylüyor. Doğru cemaat yaptı ama iktidar ve yandaş yalakaları da alkış tutmuştu o sıralar.
Hani kitap bazen bomba gibiydi?
Ancak şimdi hafızanızı biraz zorlayın. Şimdi bunları söyleyen başbakan Ahmet Şık tutuklandığında ne demişti, hem de Strasburg’da Avrupa Birliği toplantısında? “Bazen bir kitap bombadan daha tesirlidir” demişti. Kendisini dinleyen Avrupalı parlamenterler şaşkınlıktan buz kesmişti.
İşte aynı başbakan, zamanında “bir kitap bombadan bile tesirlidir” diyerek cemaatin pis operasyonuna destek verirken şimdi “bunlar basılmamış kitabın yazarını bile tutukladılar” diyebiliyor.
Ama en güzeli de şu, başbakanı “kitap bazen bombadan bile tesirlidir” dediğinde ayağa fırlayarak çılgınca alkışlayan AKP’liler bugün “bunlar basılmamış kitabın yazarını bile tutukladılar” deyince de “helal olsun sana beee” diyerek ayağa kalktılar ve başbakanı alkış tufanına tuttular.
Ah benim güzel ülkem.
20 cesur insan arayışı
Sevgili izleyiciler gelelim cumhurbaşkanlığı seçimlerine. Bugün Ankara’da pek çok demokratik kitle örgütü bir araya geldi, CHP-MHP ortaklığı ile Ekmeleddin İhsanoğlu adının dayatılmasına tepki gösterdi. Kitle örgütleri parlamentodan çıkacak 20 cesur milletvekili arayışının devam ettiğini ve seçimlere mutlaka alternatif bir adayla girilmesi gerektiğini açıkladı.
Öğleden sonra Ankara’daki bir gazeteci dostumla konuştum. Gününü mecliste geçirdi. Anlattıkları hiç de iç açıcı değil. CHP ve MHP milletvekillerinin odalarını gezmiş. “Hepsi genel merkezlerinin kararlarına boyun eğmiş durumda. Birkaç kişi dışında tepki gösteren yok” dedi. Gerçi pek çok milletvekili “aday içimize sinmiyor” diyormuş ama onların da karşı çıkması mümkün değil görünüyor.
Şimdi bunun üzerine bir de Sonar’ın araştırması geldi. İzleyenler dün gece Çift Vuruş programında Türkiye’deki herkesten önce bu araştırma sonuçlarını öğrenmişlerdi.
Sonar’ın araştırmasına göre AKP daha ilk turda yüzde 50’yi geçebiliyor. Tabii aday Tayyip Erdoğan olursa. Ankette aday olarak Erdoğan sorulmuş. Gerçi dün gece de söyledim, araştırmanın soru sorma tekniğinde bir hata var.
Pusulada parti ismi olmayacak
Sonar araştırmacıları üç adayın olduğu ortak pusula bastırmış ve parti isimleri yazmış. Yani AKP yazıyor amblemi var altında Recep Tayyip Erdoğan yazıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adı ise CHP-MHP amblemleri altına konmuş. Diğer aday da BDP-HDP olarak geçmiş.
Oysa Cumhurbaşkanı tarafsız olacağı için partiler adına seçime katılmıyor. Zaten anayasada da partilerin aday göstermesi öngörülmüyor, “seçilme yeterliliği olan bir kişi en az 20 milletvekilinin imzasıyla aday gösterilebilir” deniyor.
Diyeceksiniz ki ha isim yazmış ha amblemler konmuş ne fark eder. Fark edebilir. En azından bir çok seçmen bu seçimlerde partiye oy verirken farklı, isme oy verirken farklı düşünebilir.
İhsanoğlu AKP’den oy çekememiş
Ancak görünen o ki, Ekmeleddin İhsanoğlu adı AKP’den oy çekmediği gibi, muhtemelen MHP’den ve bazı küçük sağ partilerden oy bile kazanmış görünüyor.
Ben sizlere Ekmeleddin ihsanoğlu’nun bir proje olduğunu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir garanti alarak bu kadar gözü kara davranmış olabileceğini birkaç kez anlattım.
Tabii CHP’liler bu tezleri kabul etmiyorlar. Onlar “Bu seçimleri kazanmak için iktidara giden oylardan da almamız gerek, Türkiye muhafazakâr bir ülke, kazanmak için böyle bir aday olması gerek” görüşünde.
Bu görüş itiraf etmeliyim ki “Tayyip Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diyen ve sayıları da azımsanmayacak kadar büyük bir kitle tarafından destekleniyor.
CHP’yi heveslendiren ortam
İşte CHP’nin tepe yönetimini heveslendiren ve projenin tutacağına inandıran davranış biçimi bu. Onlar halkın önemli bir bölümünün Erdoğan zihniyetinden ve ceberut yönetiminden kurtulmak istediklerini bildiklerinden “dayatma adayla” kazanacaklarını hesaplıyorlar.
CHP oyları nasıl olsa çantada keklik. MHP oy vermeye hesapta dünden razı. CHP’li olmayan ama Erdoğan’a da karşı olan ister solda ister sağda kim varsa onların da başka çaresi yok. Kala kala bir tek AKP’ye oy veren ama durumdan rahatsız olan buna karşı gidecek yer bulamayan küçük bir kesimi buna inandırmak kalıyor.
Yani CHP’nin hesabı aslında AKP’den çalınacak üç beş puanı bu tarafa geçirebilmek.
Bu uğurda cumhuriyet değerleri ayaklar altına alınmış, laik demokratik Türkiye ülküsünden vazgeçilmiş, Atatürk ve devrimleri rafa kaldırılmış, medeni olma hedef ve hayalleri yok edilmiş ne gam.
Onurumuzla kaybedelim
Bugün tam Ulusal kanala geliyordum ki, yük taşıyan bir minibüsün şoförü başını camdan uzatıp seslendi “Can Bey, bu adayla onursuzca yenileceğimize kendi adayımızı koyalım ama onurumuzla seçim kaybedelim” dedi.
Bakın bu önemli bir saptama. CHP ve deliye dönmüş bir kısım Erdoğan karşıtı “ne pahasına olursa olsun” mantığı ile her şeye razı görünüyor.
Bakın sevgili izleyiciler, seçim kaybetmek dünyanın sonu değildir. İlle seçim kazanacağım diye bütün ilkelerini, ideolojini, yaşam biçimini, medeni olma hedeflerinizi bir kenara koyarsanız zaten kaybetmişsiniz demektir.
Kazanmak bazen kaybetmektir
CHP’li olan ya da CHP’li olmayıp da, ülkenin gittiği ortaçağ zihniyetinden rahatsız olan sağcısıyla solcusuyla herkesin düşünmesi gereken şudur: Bazen kazanmış olmak çok da önemli değildir. Çünkü kazandığınızı sandığınızda aslında kaybetmişsinizdir.
CHP’nin Türkiye’ye biçtiği yeni kimlik, ülkeye kazanç değil kayıp getirecektir. İşte bu nedenle 20 cesur insanın ortaya çıkması çok önemlidir.
Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 24 Haziran 2014