Can Ataklı; Saraydakinin Osmanlıca dayatmasından sonra hep uyarmaya çalıştık; Osmanlıca kandırmacadan ibarettir, amaç Arap alfabesini yeniden getirmeye çalışmaktır.
Saraydaki “Osmanlı’yı da öğreteceğiz” dediğinde yoğun tartışma çıkmıştı.
Aslında Osmanlıca diye bir dil yok. Osmanlıca’dan kasıt “Arap alfabesi.”
Osmanlı döneminde herkes yine Türkçe konuşuyordu, ama Arap harflerini kullanıyorduk.
Harfler dil demek değildir. İngilizce bilen bir Arap, kendi alfabesini kullanarak İngilizce bir yazı kaleme alabilir.
Ya da diyelim ki Rusya Kiril Alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçerse Kiril harfleriyle yazılmış yazılar eski Rusça mı olacak?
Saraydakinin Osmanlıca dayatmasından sonra hep uyarmaya çalıştık; Osmanlıca kandırmacadan ibarettir, amaç Arap alfabesini yeniden getirmeye çalışmaktır, Türkiye’yi de bir Arap ülkesine çevirme gayretleridir bu” dedik.
Şimdi bu öngörünün gerçekleşmeye başladığını görüyoruz. Osmanlıca diye başlayan Arap Alfabesini getirme hevesi direk Arapça derse dönüştü.
İlkokul ikinci sınıflardan itibaren “zorunlu seçmeli derslerden” biri de Arapça olacak.
Yandaşlar ve kendine “saf-iyi niyetli” yaftası vuran bazı yazarlar “ne var bunda?” havasında.
Aslında çok şey var.
Arapça eğitimi laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni Arap ülkelerine benzeyen bir “İslami Türkiye Devleti’ne” dönüştürme projesinin önemli adımlarından biridir.
“Kuran’ın dili de Arapça” kandırmacasıyla özellikle dindar ama eğitimi fazla olmayan kitleleri etkilemeyi amaçlayan bu projenin ülkede “İslami bir iklim yaratarak genç dimağları dindar- kindar biçimde yetiştirme ve yönlendirme” amacı taşıdığı ortadadır.
Diyorlar ki “seçmeli dil dersi olarak sadece Arapça konmuyor, Çince, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Rusça, Japonca, İtalyanca dersleri de var.”
Amaç dünyada çok konuşulan dilleri öğretmek böylelikle yeni yetişen gençlere yeni ufuklar ve iş olanakları açmakmış.
İşte kandırmaca bu. Bugün yukarıda sayılan ülkelerde bile gençlerin ufkunu açmak, yeni iş olanaklarına kavuşmalarını sağlamak için öncelikle İngilizce öğretiliyor.
Çünkü artık İngilizce dünya dili haline geldi. Çin’in en ücra köşesinde de, Güney Amerika’nın sarp dağlarında da insanlarla İngilizce anlaşabiliyorsunuz.
Bunun ötesinde her türlü bilimsel, teknolojik, sosyolojik, ekonomik, edebi inceleme, araştırma ve makaleler de hangi dilde yazılmış olursa olsun mutlaka İngilizce’ye çevriliyor. Yani ulaşma ihtiyacını duyduğunuz kaynaklar da zaten İngilizce.
Arabistan’da ya da Çin’de iş yapmak için çok iyi Arapça ya da Çince bilmek belki bazı avantajlar sağlayabilir ama eğer İngilizceyi iyi biliyorsanız yine başarılı olursunuz.
Ayrıca bir dilin iyi konuşulabilmesi için haftada bir iki saatlik derslerin hiçbir etkisi olmaz. Öyle olsa, yıllardır normal ortaokul ve liselerden mezun olanların fevkalade İngilizce konuşuyor olması gerekirdi.
Oysa lise mezunun ortalama bir öğrencinin İngilizce bilgisi ne yazık ki “Miss and mister Braun live in London” demekten ileri değil.
Ayrıca sırf Arapçayı haklı kılmak için konan bazı yabancı dilleri öğretecek yeterli sayıda öğretmen bulmak da neredeyse olanaksız. Buna karşın her yerde en azından İmam Hatip Lisesini bitirmiş olanların Arapça olmasa bile Arap alfabesini öğretecek kadar bilgileri vardır.
Sonuçta istese bile Japonca öğrenemeyecek olan çocuklara tek seçenek olarak Arapça kalacaktır.
Zaten “Biz çocuklarımıza çok farlı seçenekler sunuyoruz” aldatmacasının altında yatan da budur.
---MERAK ETTİĞİM ŞEYLER---
Kimdir bu gerçek sanatçı ve din adamları?
Saraydaki her gün nasıl organize ediyorsa ediyor en az iki ayrı yerde konuşuyor ve bu konuşmaları bilmem kaç televizyondan da canlı olarak yayınlanıyor. Sonra haberlerde yine defalarca tekrarlandığı gibi ertesi gün de yandaş gazetelerin manşetine çıkıyor.
Dün 19’uncu “Muhtarlar toplantısında” konuştu. Önceki gün ise saraydakinin sanatçılarla ilgili sözleri vardı. Saraydakine göre artık gerçek sanatçılar, gerçek din adamları ortaya çıktığı için oyun bozulmuş. Rantın ellerinden gittiğini gördükleri için de kendisine ve ailesini saldırıyorlarmış.
Hay Allahım aklımızı koru.
Kimmiş bu “gerçek” sanatçılar acaba?
Yavuz Bingöl olabilir mi, ya da mecliste uyuyakalan Uğur Işılak örneğin?
Veya Nihat Doğan, Şafak Sezer bu kapsamda sayılabilir mi?
Yetişmiş din adamından kastı herhalde, din hizmetlerini yapmakla görevli olduğunu unutup saraya biat ettiğini gösterebilmek için her şeyi yapan Diyanet İşleri Başkanı’dır herhalde.
--DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER---
Yenilgiye mazeret arıyorlar artık
AKP alışılmadık yeni söylemlere imza atmaya başladı.
Örneğin bugüne kadar ilk kez “bir oy bir oydur” kampanyası yapıyor. Halkı oy vermeye çağırıyor.
Sandıkta hile yapılmasından endişe ettiğini dile getiriyor.
Oy ve Ötesi sivil platformunun çalışmalarından rahatsızlığını belirterek “Sandıklardan oy çalacaklar, sonuçları değiştirecekler” korkusunu paylaşıyor.
Bunlar daha önce AKP’nin gündemine hiç gelmiyordu. Çünkü rahattılar. Oyları yüzde 43’lerin altına düşmüyordu, HDP barajı geçemiyordu, her durumda tek başına iktidar olmaları adeta garantiydi.
Oysa şimdi durum farklı.
7 Haziran’da ilk tokadı yediler. Tek başına iktidar sağlayan 276 milletvekili sayısına ulaşamadılar.
“Bir umut” deyip sandığa yeniden koştular. Ancak bu kez de halkın öfkesinin tırmandığını fark ettiler.
Kendilerine göbekten bağlı anket şirketleri bile “tek başına iktidar zor görünüyor” diyorlar.
Saraya sunulan kimsenin bilmediği araştırmalarda da AKP’nin hızla eriği saklanamıyor artık.
Kısacası AKP’de ciddi bir panik ve endişe var.
--ÖNERİ---
1 Kasım sonucu ne olursa olsun Meclis açık olmalı
Haziran seçimlerinden sonra bana göre muhalefetin en büyük hatası Meclis’i tatile sokmak olmuştur.
Kendi çapımda defalarca yazdım ve televizyonlarda konuştum. Bu aşamada Meclis’in mutlaka açık kalması gerektiğini belirttim.
Ancak ne benim sesim ne başka uyarılar partilerde “sinek vızıltısı”ndan öte bir etki yaratmadı.
AKP’yi anlıyorum, onlar zaten sayısal üstünlükleri olmayan Meclis’e inanmıyorlar. CHP, MHP, HDP neden tatile çıktı, anlamak mümkün değil.
1 Kasım’daki seçimlerden sonra sonuç ne olursa olsun aynı hataya düşmemek gerek. CHP “dur şimdi belki koalisyon kurarız, sorun çıkarmayalım” MHP “nasıl olsa ben her şeye hayır diyorum” HDP de “Beni kale almıyorlar ki” demeden bu kez Meclis’i açık tutmalı.
Çünkü yenisi kuruluncaya kadar mevcut hükümet iş başında kalacak. Süre ne kadar uzun olursa bu hükümet seçimi kaybetmiş olsa bile dilediğini yapacak.
Saraydaki talimatlar yağdıracak. Onlar yerine getirecek.
Bakın, Haziran’dan bu yana Meclis kapalı ve AKP hükümeti aynen devam ediyor. Bu hükümet arkasında Meclis olan hükümetlerin bile almaya cesaret edemeyeceği kararları çekinmeden alabiliyor.
1 Kasım’dan sonra bu olanak hükümete tanınmamalı. Meclis yemin töreninden itibaren açık tutulmalı ve hükümet kurulsun kurulmasın sayısal çoğunluk eldeyse hesap sorulmaya başlansın.
---BUNU YAZMAK GEREK---
Aydınlara ıslak imzalı çağrı
Kendilerine “Latife Hanım Grubu” adını veren İzmirli bir kadın sivil toplum örgütü aydın, yazar ve gazetecilere gönderdikleri mektuplarda kişisel çıkarları bir kenara bırakarak ulus çıkarlarının öne alınması çağrısı yaptı.
Bu çağrının ilginç özelliği, her zaman olduğu gibi internet üzerinden veya basılı mektuplarla değil, her üyenin bizzat kendi el yazısı ve ıslak imzasıyla göndermesi.
Çağrıda şöyle deniyor; Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün olanaklarından faydalanarak bugünkü konumuna erişmiş sevgili Aydın kardeşim;
Ülke ve ulus çıkarlarını kişisel çıkarlarımızın önüne geçirme zamanıdır. Türk milletinin sizden beklentisi budur.
Anayasa’nın ikinci maddesinde belirtilen Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti kavramından tamamen uzaklaşılmıştır.
Bulunduğunuz konumun size yüklediği görevi getirin, çünkü gençliğe hitabedeki “bir gün” bugündür.
Can Ataklı - Korkusuz