Can Ataklı; Mahkeme bir kişinin şahsi öfkesini dindirmek için dünyanın ve özellikle Putin’in eline önemli bir koz vermiştir.
Can Dündar ve Erdem Gül, Cumhuriyet’te yayınlanan MİT TIR’ları haberi nedeniyle tutuklandı.
Soruşturma Türk Ceza Kanunu’nun “casusluk yapmak, devlet sırrını açıklamak” konularıyla ilgili maddelerine göre başlatılmıştı.
Bu durumda tutuklama olması kaçınılmazdı.
Çünkü eğer hakim “casusluk ve devlet sırrını açıklama” konularında kanaat sahibi olmuşsa yapacağı bir şey yoktur. Aksi davayı tümden düşürmektir, arası yok yani.
Burada önemli olan mahkemenin bu kararı gerçekten delillere bakarak mı aldığı yoksa yukarıdan gelen emri mi uyguladığıdır.
Gözlediğim kadarıyla mahkeme bu konuda şikâyetçi olanın kimliğine bakarak karar vermiştir.
Çünkü; bizzat o kişinin ve diğer devlet-hükümet yetkililerinin soruşturma başladığı günden bu yana yaptığı açıklamalar, konunun bir “casusluk ve devlet sırrını açıklama” kavramlarından uzak olduğunu göstermektedir.
Malumun ilanı olan bir konuda hakimin “Bu kişiler casusluk yapmıştır, devlet sırrını ifşa etmişlerdir” diyebilmesini engelleyecek niteliktedir.
Üstelik bizzat ülkenin başbakanı “Vallahi de billahi de o TIR’lar Türkmenler’e gidiyordu” diyerek zaten “devlet sırrını ifşa” etmişti.
Şimdi gelelim konunun asıl vahim tarafına.
Uçak olayından sonra Rusya Devlet Başkanı Putin, Türkiye’ye terör örgütlerine yardım etmekle suçladı ve bu konuda uluslar arası kuruluşlara belge bilgi vereceğini söyledi.
Putin henüz ortaya bir belge koymadı ama Sulh Ceza Mahkemesi’nin Dündar ve Gül’ü tutuklarken gösterdiği gerekçe aslında bu belgenin ta kendisi.
Mahkeme açıkça “Türkiye’nin Suriye’ye yasadışı biçimde içeriği ne olursa olsun gizli olarak bir şeyler soktuğunu” ilan etmiştir.
TIR’larda ister insani yardım malzemesi, ister silah olsun fark etmez.
Türkiye açıkça taraf olduğu bir iç savaşta “gizli ve kirli” olduğunu kabul ettiği ve bu nedenle devlet sırrı niteliği taşıdığını öne sürdüğü bir operasyonu ifşa etmiş duruma girmiştir.
Oysa Türkiye’nin “devlet sırrına” hiç ihtiyacı yoktu.
Suriye’deki tavrını daha ilk günden ortaya koymuş, Esad’a karşı muhalefeti desteklediğini ilan etmiş, savaştan kaçanlara kucak açtığı gibi, muhalif kesimlere her türlü desteği sağladığını da açıkça bildirmekten sakınmamıştır.
Yani Türkiye açıkça “Ben Suriye’deki muhalif gruplara silah ve mühimmat veriyorum, zaten kurduğumuz koalisyon da bunu yapıyor, benim çekinecek bir şeyim yok” diyebilecek güçte ve konumda.
Hal böyleyken, içinde ne olduğunu bilinen/bilinmeyen TIR’ları Suriye’ye sokmak ve bunu gizlemek, gizlediği gibi bunu bir de devlet sırrı sayarak, bunu açıklayanları mahkum etmeye çalışmak ancak “yapılan yardımların kimi terör örgütlerinin eline geçtiğini kabul etmek” anlamını taşır ki, işte bu konuda uluslar arası arenada Türkiye’nin başı derttedir.
Mahkeme bir kişinin şahsi öfkesini dindirmek için dünyanın ve özellikle Putin’in eline önemli bir koz vermiştir.
---ŞAŞIRDIM—
Cem Küçük ilk raunda başarılı oldu
Yandaş kesimde “gazeteci” olarak anılan Cem Küçük adeta kendini iktidarla bütünleştirerek “Biz” diye başladığı ayar verme yazılarında ve televizyon konuşmalarında Doğan Grubu’nun sahibi Aydın Doğan’a parmak sallayarak “Eğer sana karşı merhamet göstermemizi istiyorsan üç gazeteciyi derhal kovacaksın” demişti.
Cem Küçük’ün “At bunları” dediği gazetecilerden biri Hürriyet İnternet Sitesini yöneten Bülent Mumay, diğeri Radikal yazarı Eyüp Can, öteki ise şu sıralar Kanal D’de politik-magazin programı yapan Nazlı Ilıcak’tı.
Aydın Doğan Cem Küçük’ün parmak sallamasına ilk cevabı verdi ve Hürriyet İnternet sitesinin başındaki Bülent Mumay’ı yandaşların deyimiyle “kovdu.”
Cem Küçük bununla yetinir mi bilmiyorum. Bakalım diğer iki isim de atılacak mı?
Bu arada Cem Küçük, sanıyorum Bülent Mumay’ın atılmasından duyduğu memnuniyetten olacak Aydın Doğan’ı “atma ama çeki düzen ver” diye uyardığı Ahmet Hakan’ın son yazılarından hoşnut olduğunu bildirdi.
Küçük “Ahmet Hakan kuzu gibi oldu. Ama bundan sonrasını tabii izleyeceğiz, yolundan sapmaz inşallah” diye yazmıştı.
Gazetecilik bugünlerde bu halde.
Allahım aklımızı koru.
--KAFAMI BOZAN ŞEYLER---
Gazeteci kılıklı amigolar sardı ortalığı
Cumhuriyet Gazetesi’nin iki mensubu tutuklandı ya, yandaş yalaka medya ile saray soytarıları “zafer çığlıkları” atıyorlar.
Tamam anladık, bu isimleri hasım olarak görüyorlar, taparcasına bağlı oldukları Erdoğan’ın gözüne daha fazla girmek için her türlü melaneti işlemekten çekinmiyorlar, ama bir insanın hapse atılmasından bu kadar mutlu olunur, bu kadar havaya girilir mi?
Bilmiyorlar mı ki, hukuk ve demokrasi dışına çıkılarak alınmak istenen intikamlar gün olur kendi başlarına gelir.
En güzel örneği cemaat değil mi?
Gazeteciler, yazarlar, üniversite rektörleri, sanatçılar, askerler hapse atılırken sevinç naraları atmıyorlar mıydı?
Şimdi çoğu aynı yöntemlerle takibata uğramıyor mu?
Cemaatçiler de asla alta düşmeyeceklerini düşünüyorlardı.
Şimdi AKP yalakaları aynı duygu içinde.
Ama gün olur devran döner.
Bilsinler ki o zaman biz yine hukukun ve demokrasinin yanında durarak, eğer bir haksızlığa uğruyorlarsa onları koruyacağız.
--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—
Yine yapar mıyız, yoksa Rus uçağı mı diye bakar mıyız?
Kahramanlık öyküleri anlatmak her toplumda etkilidir.
Hele bu kahramanlık güç olarak sizin çok üstünüzde olan birine karşı yapılıyorsa, etkinin katsayısı daha da artar.
Şu anda Türkiye’de “kahramanlık edebiyatı”nın en çok prim yaptığı dönemden geçiyoruz.
Yıllardır muhalefette olanlar bile, muhtemelen “aman bize vatan haini demesinler” diye, Rus uçağını düşürmemizi en azından “haklı” göstermeye ç alışıyor.
Gerçi, vatanseverlik “yabancılara karşı her durumda kendi iktidarımızın yanında durmamız gerek” diye düşünmek değil tam tersine eğer yapılan kahramanlık gibi görünse bile başımızı derde sokacak hamleyse bunu açıkça söylemektir ama ilk günlerin sıcaklığında buna pek bakan olmayabilir.
Ancak kim ne derse desin bu kahramanlık gösterisinde sırıtan ve durumu “sahte kahramanlığa” dönüştüren söylemlere de dikkat çekmeliyiz.
Örneğin saraydaki “Angajman kurallarını kendi irademizle belirlediğimizi ve bunu çiğneyenlere karşı söylediğimizi yine yapacağımızı” belirtti önce.
Sonra gitti bir yabancı tv kanalına verdiği demeçte “Rus uçağı olduğunu bilmiyorduk, bilseydik başka türlü olabilirdi” dedi.
Bu durumda angajman kuralları herkes için mi geçerli yoksa ülkelere göre değişecek mi?
Bundan sonra uçağın Rus olup olmadığına bakacaksak son birkaç gündeki “kahramanlık edebiyatını” neremize koyacağız.
---BUNU YAZMAK GEREK---
Yeni kavram; İslamlaştırmak
Putin Türkiye’ye yönelik ağır sözler söylerken bir de Erdoğan’ı “Türkiye’yi İslamlaştırmakla” suçladı.
Erdoğan da buna yanıt olarak “Türkiye’nin tamamı Müslüman, nasıl İslamlaştıracağım” diye tepki gösterdi.
Putin’in saptamasına girmek istemiyorum ama sarayın cevabı hem yanlış hem mantıksız.
Bir ülkenin halkının Müslüman olmasıyla İslamlaşması aynı şey değildir.
Türkiye nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman ama bir İslam devleti değil.
İslamlaşan ülkenin hukuk kuralları da dine dayanır.
Yaşam biçimi, kuralları, kanunları için dayanak alınan kavramları İslami temeller üzerine oturtulur.
Türkiye böyle bir devlet değildir. Toplumu da böyle değildir.
Buna karşı AKP iktidarı 13 yıl boyunca bu yapıyı Arap ülkelerinde görülen “İslami” temellere oturtmaya çalışmaktadır.
Putin’in söylemesi bir şeyi değiştirmez, biz zaten yıllardır bunu dile getirmeye çalışıyoruz. Ülkedeki temel sıkıntı aslında budur.
Saray ve iktidar bu hayalini gerçekleştirmek için toplumda kutuplaşma yaratmayı, kin ve nefret ortamını oluşturmayı, insanları birbirine düşman haline getirmeyi bile ne yazık ki göze almaktadır.
Can Ataklı - Korkusuz