İstanbul başta olmak üzere özellikle Güneydoğu’da pek çok kent savaş alanına döndü...
BDP’nin Nevruz’u erken kutlama talepleri reddedildi.
Buna rağmen İstanbul başta olmak üzere özellikle Güneydoğu’da pek çok kent savaş alanına döndü.
Pazar gününden bu yana birçok merkezde çok gergin saatler yaşanıyor. Sokaklar barut fıçısı gibi.
Bu haberler medyaya çok yansımadı.
Gazeteler ve televizyonlar bu gergin anları alt sıralarda ve sanki çok basit olaylarmış gibi duyurdu.
Nedeni basit:
Başbakan Erdoğan kimi şiddet olaylarının büyütülmesini istemiyor.
Bu haberlerin terörün reklamını yaptığını ve bir tür teröre dolaylı destek olduğunu söyledi.
Medya da uyarıyı dikkate aldı, bu tür haberleri artık büyütmeden yayınlıyor.
Peki bu bir çare mi?
Günlerdir sokaklarda binlerce insan var.
Bombalar patlıyor, gaz bombaları atılıyor, ara sıra silah sesleri duyuluyor, taşlar, şişeler, molotofkokteylleri, maytaplar havada sağanak yağmur gibi uçuşuyor.
İnsanlar yaralanıyor.
Ahmet Türk gibi ılımlı bir Kürt lider kendi iddiasına göre polisler tarafından tartaklanıyor.
Bütün bu haberler elbette medyada yer alıyor, ama sanki basit birer trafik kazası niteliğinde çoğu.
Medya iktidarın talebi üzerine böyle davranınca terör bitecek mi?
Teröristler reklam yapamamış mı olacak?
Bu çağda haber saklamanın olanağı var mı?
Terör eylemlerini saklama iktidarın bu konudaki beceriksizliğinin bir sonucudur. Siz bir “Kürt açılımı” yapacaksınız, bu uğurda terörist liderlerle gizli toplantılara katılacak pazarlıklara girişeceksiniz, bir takım sözler vereceksiniz, televizyonlarda her gece Türklüğe hakaretler edilmesine “ama barış gelecek” bahanesiyle göz yumacaksınız, anayasayı bu amaçla yeniden yazmak için adeta beyin yıkar gibi propaganda yaptıracaksınız, buna rağmen terör eylemleri azalmayı bırakın giderek azgınlaşacak.
Bunda bir yanlışlık yok mu?
Elbette var. Bunun hesabının sorulmaması, yapılan yanlışların sorgulanmaması içinse en kolay yol seçiliyor ve yaşanan acı gerçekleri halktan saklama yoluna gidiliyor.
Terör olaylarını güya sorumlu davranarak “yok gibi” göstermek kısa süreli bir çaredir.
Kısa süreli çareler bir gün dönüp sahibini vurur. Bunu da unutmamak gerek.
*****
Arvtin halkının duyarlılığı
İki yıl önce değerli dostum Recai Delibaşoğlu “Artvin’de bir kamuoyu araştırması yaptık. En sevilen yazar olarak seni seçtiler, önümüzdeki hafta ödül töreni var mutlaka bekliyoruz” dediğinde çok mutlu olmuştum.
Haliç Kültür Merkezi’nin ana salonunda yapılan geceye gittiğimde çok şaşırmıştım. Yüzlerce Artvinli toplanmıştı. Çok güzel bir geceydi. Ödül töreninden sonra Artvinli sanatçıların Artvin müzik ve danslarından oluşan gösterileri görülmeye değerdi.
O sıcak geceden sonra kendimi biraz Artvinli gibi hissetmeye başladım.
Bu yıl yine aynı tarihte Artvinliler yine bir araya geldiler. Beni de sağ olsunlar davet ettiler. Tabii ki görev bilip gittim.
Geceye damgasını Artvin’de sıra sıra yapılmak istenen HES’ler damgayı vurmuştu. Dünyanın en güzel doğasına sahip yerlerden biri olan Artvin’i yok etmeye çalışan bu girişimlere karşı herkesi birlik ve beraberlik içinde gördüm.
Vakıf Başkanı Recai Delibaşoğlu “Türkiye’nin enerji sıkıntısını biz de biliyoruz. HES’lere elbette karşı değiliz, ama aynı dere üzerine birkaç HES kurmaya kalkmak faciadır” dedi.
Evet, enerji büyük ihtiyaç.
Ama doğamızı, insanımızı, ülkemizi korumak ihtiyaçtan da ötedir.
*****
Butik devlet
Başbakan yeni bir deyim kazandırdı. “Butik devlet değiliz” dedi Afganistan’da asker bulundurmamıza yönelik eleştirilere.
Şimdi herkes birbirine soruyor “Butik devlet nedir?” diye.
Çok basit. Başbakan bugüne kadar “demokrasi oyununa kanarak” kendisine destek veren, maskeli faşistlere söylüyor bu sözü.
Bu maskeliler şimdilerde yine güya demokrasi için Başbakan’ı ağır sözlerle eleştiriyorlar ya, işte onlara cevap.
Başbakan diyor ki “Demokrasi benim dediğimdir. Sizin söylediğiniz ancak butik niteliktedir. Haktı hukuktu sizin dediğiniz gibi değil, benim dediğim gibidir. Beni benim istediğim gibi desteklerseniz sizi adam yerine koyarım.”
İşin özü budur.
Bu maskeliler belli ki daha çok dayak yiyecekler.
*****
Yine aynı hata
Nasıl yapıyorum bilmiyorum ama ikinci kez, Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı’nın adını Cem Toker olarak değil de Cem Topçu olarak yazıyorum.
Defalarca okuduğum halde yine atlamışım.
Canım çok sıkıldı ve özür dilemekten başka çarem de yok ne yazık ki.
*****
Ali Sami Yen’de anlamsız ısrar
Galatasaray Seyrantepe’deki yeni stadına taşınınca Ali Sami Yen Stadı TOKİ’ye devredildi, TOKİ de bu alanı ve hemen yanındaki Likör Fabrikası’nı gökdelenler ve alışveriş merkezi yapılması için satışa çıkardı.
Taksim’den Levent’e kadar, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bir mezarlık hariç hiç yeşil alan olmayan bölgenin halkı gökdelen yapımına karşı çıktı ve tartışma başladı.
Daha önce de yazmıştım, bu amaçla Şişli Halk Platformu Ali Sami Yen Stadı ve Likör Fabrikası’nın yeşil alan olarak bırakılması için bir dizi eyleme başladı.
Konu sonunda Danıştay’a gitti, karar bekleniyor.
Ancak öğrendiğime göre araziyi satın alan üçlü konsorsiyum alanda hafriyat çalışmalarına başlamış. Yakında temel atma girişimi de olacakmış.
Burayı 400 küsur milyona satın alan konsorsiyum elbette kâr amacı güdecektir. Onlara şimdilik bir sözüm yok, ama Başbakan’ın çok önem verdiği TOKİ için bu miktar çok önemli bir meblağ değil.
İstanbul halkının sağlığı çok daha önemli. TOKİ bu konuyu mutlaka tekrar ele almalı ve bir çözüm bulmalı.
Şişli halkı yaklaşık 60 dönüm olan bu araziye “hiçbir şey yapılmasın” demiyor. Arazinin büyük bölümünün yeşil alan olarak değerlendirilmesinden, küçük bir alana örneğin bir Kültür Merkezi’nin altına ise Şişli’nin en önemli ihtiyaçlarından biri olan dev bir otoparkın yapılmasından yana.
Başbakan’ın da Şişli halkının bu duyarlılığına kulak vereceğini umut etmek istiyorum.
*****
Benzine on gün arayla ikinci zam gelmiş. Bütün umudumuzu TL’nin simgesindeki çıpaya bağlamıştık, ne yazık ki benzin fiyatını o da durduramadı... (Gani Yıldız)
Can Ataklı