Can Ataklı; 28 Şubat’ta eritilen ve 2002 seçimlerinde yok edilen merkez sağ siyaset, bir süre AKP’nin dümen suyundan giderek durumdan yararlanmaya çalıştı ama sonuçta AKP sağın tek partisi haline geldi.
ANALİZ
Bu köşede dün 28 Şubat’la ilgili yazdığım yazının sonunda çarenin yeni bir merkez sağ parti olduğunu vurgulayarak “Bunun koşulları var, yarın yazarım” demiştim.
AKP iktidarı 28 Şubat’ın ürünüdür.
Dönemin akıldaneleri o sırada fark etmemiş olsa bile, 28 Şubat’la başlayan operasyon AKP’yi yarattı.
Egemen güçlerin amacı Türkiye’yi İslam coğrafyasında bir at başı gibi kullanmaktı.
Ancak Türkiye’nin bu açıdan bir açmazı vardı.
Her ne kadar hep sağ iktidarlar ve dini istismar eden sağ liderlerle yönetilmiş olsa bile Cumhuriyet devrimleri nedeniyle Türkiye İslam coğrafyasında birinci aktör olamıyordu.
Türkiye aslında bir rol model ülkeydi, ancak İslam ülkelerini bu konuda ikna etmek zordu.
Bu nedenle başta Amerika ve egemen güçler, Türkiye’ye “Müslüman bir kimlik” kazandırmanın yolunu arıyordu.
Bunun sağlanması için önce toplumun hazırlanması sonra da bu projeyi yürütebilecek karakterde bir ismin bulunması gerekiyordu.
Sonunda Erdoğan bulundu. Kimi işadamları ve siyasetçiler Erdoğan’ın Washington’da pazarladılar, yanlarına alıp götürdüler.
Siyasi hırsı yüksek olan buna karşı egemenler karşısında uyumlu davranan Erdoğan iyi bir proje olarak kabul gördü.
İmam hatip düzeyinde din bilgisiyle din istismarını kendinden önceki tüm liderlerden daha iyi yapacağı ve asıl önemlisi daha inanarak yerine getireceği konusunda görüş birliğine varıldı.
Erdoğan’ın diğer özelliği ise içeriye ne söylerse söylesin bu projeyi hazırlayanların her istediğini yapabilecek bir iktidar hırsına sahip olmasıydı.
Yani bulunmaz bir kişilikti.
Erdoğan için de bu bulunmaz fırsattı.
Fırsatı iyi kullandı. Klasik sağ siyasilerin dengeci politikası yerine sert, emredici, rakibi yok edici yöntemleri çok iyi kullandı. Buna alışmamış olan kitleleri etki altına aldı.
Radikal yöntemleriyle devletin bütün çarklarını ele geçirdi, yasama, yürütme ve yargı erklerini tek başına kontrol eden otoriter bir yönetim kurdu.
28 Şubat’ta eritilen ve 2002 seçimlerinde yok edilen merkez sağ siyaset, bir süre AKP’nin dümen suyundan giderek durumdan yararlanmaya çalıştı ama sonuçta AKP sağın tek partisi haline geldi.
Bugün pek çok akıllı insan merkez sağda bir oluşum için çabalıyor ama sonuç alamıyor.
Çünkü Erdoğan ve AKP bütün demokratik yolları tıkadı kimse ses çıkaramıyor.
Oysa korkunun ecele faydası yok.
Yapılması gereken çok basit; merkez sağda mutlaka güvenilir, samimi, inandırıcı bir parti oluşmalıdır.
Bunun için ekonomik gücü olan, yaptırım gücüne sahip, sesini çıkarabilecek herkes dürüst ve namuslu biçimde ortaya çıkmalıdır.
Özel sohbetlerde iktidardan duydukları rahatsızlıkları dile getirenler ama bunun duyulmaması için çaba harcayanlar, ölümden başka gidecek yer olmadığının bilincinde seslerini yükseltmelidir.
Bu iktidara muhalefet etme cesaretini gösterenleri el altından “kahramansın” diye kışkırtmak yerine kısa süreli zararları göze alarak mücadele başlatmalıdır.
Günlük çıkarlar bir kenara bırakılmalı, cesaret, açık yüreklilik, samimiyet ortaya konmalıdır.
Sol siyaset ne yazık ki yüzde 30’lar bandında sıkışıp kaldı. Daha yukarı çıkması elbette mümkündür ama önce bir sağ merkez parti gücünü göstermeden solun da işi çok zordur. Çünkü sağda hiçbir alternatif bulamayanların sola yönelmesi mümkün değildir.
Ancak merkez sağ güçlenirse sol da buna alternatif olarak yeni ufuklara açılabilir.
Dine dayalı bir zihniyetin radikal iktidarından kurtulmanın yolu budur.
Biraz cesaret, dürüstlük, namus ve inandırıcılık artık!
BUNU YAZMAK GEREK
Saray müdahale etti; Cerattepe yeni baştan
Artvin halkının örnek bir demokratik tepkisi sonucu Başbakan Davutoğlu “hukuk süreci tamamlanıncaya kadar” diyerek Cerattepe’deki madenin faaliyetlerinin durdurulacağını söylemişti.
Başbakanın tutumunu “demokratik” olarak niteleyen bazıları kararı alkışlamıştı.
Ben tam tersini düşünüyordum. “Durun bakalım daha saraydaki konuşmadı. O çıkıp üç beş çapulcu derse ne olacak” diye yazmıştım.
Tahminim aynen gerçekleşti.
Saray duruma müdahale etti.
Belli ki önce bizzat başbakanı azarladı. Bu nedenle Artvin halkına “hukuk süreci boyunca faaliyet yok” sözü verilmesine rağmen daha Ankara’daki heyet Artvin’e dönmeden maden sahibine yer teslimatı yapılmıştı.
Sonra saraydaki açık biçimde Artvin olayını “hakaretler” yağdırarak karşı çıktı.
Artvin’deki demokratik protestoyu “yavru Gezi” diye niteledi.
Bu demektir ki Cerattepe olayında en başa dönüldü.
Bundan sonrası Artvin halkı için çok zordur.
Yandaş yalaka medya Artvin halkını “terörist, vatan haini, yabancı güçlerin kuklası” olarak nitelemeye çok çabaladı ama başarılı olamadı.
Şimdi devreye saray girdi. Artık her türlü kışkırtma olabilir.
Çünkü saray gerginlik siyasetinden besleniyor. Ne kadar çok olay, ne kadar çok protesto hatta ne kadar çok terör olayı olursa saray o denli güçlendiğine inanıyor.
KOMİK
Anayasa Mahkemesi’nin 10 üyesi hapse atılabilir
İktidar iki gazetecinin Anayasa Mahkemesi kararı ile tahliye edilmesinden çok rahatsız.
Saray da rahatsızlık bildirince yandaş yalaka takımı vakit kaybetmeden Anayasa Mahkemesi’ne saldırmaya başladı.
Meğer “yetmez ama evet” sloganıyla kazanılan referandum sonrası Anayasa Mahkemesi’ne atanan üyeler cemaatçiymiş, Erdoğan’a darbe yapmak için bu kararı almışlar.
Yandaş gazeteler Anayasa Mahkemesi’nin 10 üyesinin hiç çekinmeden FETÖ yani Fethullahçı terör örgütü üyesi olduğunu yazıyorlar.
Gerçi bu 10 üyeyi Erdoğan ve Gül’ün birlikte atadıklarını unutuyorlar. O zaman da “kandırılma” savunması geliyor hemen.
Bu durumda kandırılan Erdoğan kandıran da Gül oluyor tabii.
Kısa bir süre sonra Anayasa Mahkemesi üyelerinin de terör örgütü üyesi olmak suçundan tutuklanmaları şaşırtıcı olmaz.
Zaten yandaş medyadaki “aşırı saldırılar” bana bunun hazırlığı gibi geliyor.
Öyle ya Genelkurmay Başkanı’nı bile terörist olmakla suçlayıp tutuklamış bir ülkede Anayasa Mahkemesi üyelerinin neyi eksik…
Ayrıca Erdoğan da dün “Anayasa Mahkemesi kararına saygı duymuyorum” demedi mi?
Savcılar daha neyi bekleyecek ki?
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Casusluk kumpası da çökmüş meğer!
İktidarın intikam duygularıyla başlattığı rezil davalardan biri daha çöktü biliyorsunuz.
İzmir’deki askeri casusluk ve fuhuş davası nedeniyle üç yıldır azap çeken insanlar beraat ettiler.
Beraat etmesine ettiler de yitirdikleri yıllar, kariyerlerindeki gerilemenin bedeli nasıl ödenecek o da ayrı mesele.
Bu davanın beraatla bitmesinden sonra yandaş yalaka medyaya baktım. Hepsinde bir sevinç ki görmeyin gitsin.
Manşetler atmışlar “Bir kumpas daha çöktü” diye.
Okurken güleyim mi ağlayayım mı yoksa küfrü basayım mı bilemedim.
Bu yandaş yalakalar henüz cemaatle para pazarlığında kavgaya tutuşmamışken bu davayı müthiş bir hararetle savunuyorlardı.
Gencecik bir kızın resmini üstelik montajlar yaparak sayfalarına basıyor, altına aşağılık laflar sıralıyorlardı.
Güzide kadın subayların mahremine giriyor, onları toplumda küçük düşürecek her türlü hakareti yapmaktan çekinmiyorlardı.
Televizyonlarda bu yapılanları eleştirdiğimizde ise “darbeci, postalcı, askerci” suçlamalarıyla saldırıyorlardı.
Şimdi “kumpas çöktü” diye yazıyorlar utanmadan sıkılmadan.
Ama bunlar geçecek. Bu kendine gazeteci süsü veren güruh da buruşturulup tarihin çöplüğüne atılacak.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Tahliyelerden saraya ne?
Cumartesi günü yazdığım yazıda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın sözlerini eleştirmiş ve “Sarayın açıklaması çocukların ‘acımadı ki’ demesine benziyor” demiştim.
Yazımı okuyan bir siyasetçi arkadaşım arayarak “Asıl önemli noktayı yazmayı unutmuşsun” dedi
“Nedir” diye sordum.
Anlattı; İbrahim Kalın Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili kararı yorumlarken “Tahliye edilmek beraat etmek anlamına gelmez, süreç devam ediyor” dedi.
Peki, ona ne?
Sözcülüğünü yaptığı yer Cumhurbaşkanlığı. Devletin en üst makamı. Bu makam bir mahkeme kararı ile ilgili böyle açıklama yapabilir mi? Yapamaz.
Sürecin devam ettiği veya tahliyenin beraat anlamına gelip gelmeyeceği sarayın açıklamasına konu olamaz.
Saray bu konuda en fazla “Hukuk bir karar vermiştir. Biz de sizler gibi izliyoruz” diyebilir.
Bunun dışındaki her türlü beyan ve açıklama Cumhurbaşkanlığı makamını taraf haline getirir.
Buna da kimsenin hakkı yoktur.
Siyasetçi dostum haksız değil.
Ama burası Türkiye. O makamda Erdoğan oturuyor ve o ne yapsa yakışıyor!
Can Ataklı - Korkusuz