loading
close
SON DAKİKALAR

Tereyağından kıl çekecektik IŞİD’e yalvar yakar olduk

Can Ataklı
Tarih: 10.07.2014
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Yarın 11 Temmuz ve önemli bir gün. Çünkü Cumhurbaşkanı adayları ile ilgili tüm itirazlar sonuçlanmış ve adaylar kesinleşmiş olacak...

Yarın 11 Temmuz ve önemli bir gün. Çünkü Cumhurbaşkanı adayları ile ilgili tüm itirazlar sonuçlanmış ve adaylar kesinleşmiş olacak.
CHP Yüksek Seçim Kurulu’na “Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için görevinden istifa etmesi gerekir. Kendisi bir kamu görevlisidir ve anayasaya göre kamu görevlileri cumhurbaşkanı adayı olmaları halinde istifa etmek zorundadır” diye başvurmuştu. YSK bu konudaki kesin kararını en geç yarın açıklamak zorunda.

Anayasa Mahkemesine başvuru

Bu arada Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker de bugün Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuruda bulunarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için başbakanlık görevinden istifa etmesi gerektiğini belirtti. Toker başvuru dilekçesinde Başbakan Erdoğan’ın aldığı bazı mahkûmiyet kararlarını da sunarak “Bu mahkeme kararlarında Başbakan’dan kamu görevlisi olarak söz edilmektedir. Gereğinin yapılmasını diliyoruz.”
Bakalım bu iki başvurudan bir sonuç çıkacak mı?

Vız gelip tırıs gidecek mi?

Ancak şurası bir gerçek ki eğer YSK ya da Anayasa Mahkemesi “Bir aday seçimlere kamu görevlisi sıfatını taşıyarak giremez” kararı verirse Erdoğan’ın istifadan ya da çekilmekten başka yapacağı bir şey yok. Yani başka mahkeme kararlarına karşı söylediği “vız gelir tırıs gider” sözü burada geçerli değil.
Çünkü Erdoğan’ın bu konuda bir yaptırım gücü yok. Yüksek Seçim Kurulu seçim pusulalarına Erdoğan’ın adını koymaz. Olur biter.
Tabii Erdoğan’ın aksi bir karar karşısında istifa etmesi de etmemesi de büyük olaydır. İstifa etse başbakanlık kısa süreliğine de olsa elinden gidecek. Erdoğan’ın buna tahammülü olamaz. Başbakanlığı bir gün bile boş bırakmaya pek cesaret edebileceğini sanmıyorum.
Yok, eğer istifa etmezse bu kez adaylık için yeterlilik gösterememiş olur ki, bu da adaylığının düşmesi anlamına gelir. Bu durumda cumhurbaşkanlığı yarışı Ekmeleddin İhsanoğlu ile Selahattin Demirtaş arasında geçer.

Güvenoyu gerekecektir

Yani her iki durum da Erdoğan’ı çok zora sokacağı gibi karizmasında da çok derin bir yara açar.
Ancak sevgili izleyiciler, Erdoğan’ın istifa etmek zorunda kalmasının yaratacağı başka sıkıntılar da var.
Erdoğan istifa ettiğinde, Cumhurbaşkanı derhal yeni bir hükümet kurulması için AKP içinden birini görevlendirecek.
Anayasamıza göre başbakanın istifası halinde hükümet de düşmüş sayılıyor. Bu nedenle yeni başbakan hükümeti kurduktan sonra hükümet programı yazmak ve güvenoyuna gitmek zorunda.
Bilmeyenler için söyleyeyim. Diyelim ki başbakan hariç bütün bakanlar istifa etti. Hükümet düşmüş sayılmıyor. Başbakan yeni bir bakanlar kurulu oluşturur, mevcut hükümet programı aynen uygulanır, güvenoyuna da gerek olmaz. Başbakan arzu ederse güvenoyu isteyebilir tabii.
Ancak Başbakan istifa ederse böyle olmuyor. Dediğim gibi yeni bir hükümet programı ve güvenoyu gerekli.
Elbette şu anda Erdoğan istifa ederse, hemen bir başbakan bulunur, kabinede hiç değişiklik yapılmadan eski hükümet programı ile birkaç gün içinde güven oylamasına gidilir. Sorun çıkmaz. Ama uygulama budur, onu anlatmak istedim.

Haksız bir propaganda dönemi

Cumhurbaşkanlığı propaganda dönemi dün itibarıyla resmen başladı. Başbakan gün boyu değişik yerlerde konuşuyor. Bunların çoğu resmi faaliyetler aslında. Öyle olmasa bile başbakan resmi araçları kullanıyor, yanında devletin tüm görevlileri hazır bekliyor, gittiği yerlerde valiler karşılıyor, diğer mülki amirler hazır bulunuyor.
Diğer adaylar ise kendi olanakları ya da arkalarındaki siyasi güçlerin toplamaya çalıştıkları maddi olanaklarla propaganda yapabiliyor.
Örneğin Ekmeleddin İhsanoğlu önceki gece galiba, ANAP’ın eski yöneticileriyle bir iftarda bir araya geldi. İftara gelenler yemek paralarını kendileri ödemişler. Yani İhsanoğlu’nun veya CHP’nin MHP’nin davetlisi değil hiç kimse. Erdoğan için böyle bir sorun yok.
“İftar vereceğim” dediğinde veriliyor. Parasını kim vermiş önemli değil. Ama devletten, ama partiden ama yandaş kuruluşlardan, iş adamlarından, fark etmez.
Böyle seçim kampanyası olur mu? Demokratik bir ülkede elbette olmaz. Ama Erdoğan’ın hırslı tavrı nedeniyle demokratik bir yarış yapılmıyor. Kendisine padişah yetkileri verilmesini isteyen Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimi adı altında kendini seçtirmek ve ülkenin tek hakimi olmak için devletin bütün gücünü kullanarak adeta halkın beynini yıkıyor.

Devleti de milleti de bilmiyor olamaz

Örneğin kampanyasını açarken çok ilginç bir şey söyledi Başbakan. “ben tarafsız değilim” dedi. Nerede tarafsız değil. Efendim “milletle devlet arasında Başbakan milletin yayındaymış.”
Neresini düzeltmek ya da nasıl eleştirmek gerek bilemiyorum. Bir başbakanın siyasi kavramlar konusunda bu kadar bilgisiz olabileceğini hiç düşünmüyorum. Erdoğan herhalde bu kadar cahil değildir. Milletle devlet arasında taraf tutmak diye bir şey olabilir mi? Olmaz, ama başbakan belli ki orta ve düşük zekalılar üzerine kuruyor seçim kampanyasını. Siyasi kavramları hiç bilmeyen, bilmediği gibi bu konularda söylenenlere inanan geniş kitleleri etkilemeyi planlıyor.
Çünkü bu kesim içindeki aşağılık duygusuyla “devletin değil milletin yanındayım” lafını çok güzel bir şey sanıyor, alkışlıyor.

Devlet nedir?

Şimdi bakın, genel tanım olarak devlet nedir? Belli bir toprak üzerinde bağımsız bir örgüt kurmuş insan topluluğuna devlet denirdevlet Devlet, ferdi, doğal ve siyasi unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar sırayla "nüfus, ülke ve egemenlik"tir. Nüfus, devletin, birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir devlet düşünülemez. Ülkesiz bir devleti de düşünebilir miyiz? Ve tabii ki egemenlik hakkı olmayan toplumlar da devlet oluşturamaz.
Yani tanımdan anlaşılacağı gibi “devlet” diye bir varlık yok. Aynı ülkeyi paylaşan insanların örgütlenerek kurallar koyması, bir düzen oluşturmasıdır. Bu düzenin korunması, yönetilmesi ve hizmet yapılması içinse yine o ülkede yaşayan insanlar kendi aralarından temsilciler seçerler.
Yani çok kısaca söyleyeyim, devletin bir taraf milletin bir taraf olması gibi bir şey söz konusu olamaz. Çünkü biri yokken diğeri zaten var olamıyor.
Şimdi gelin çıkın işin içinden. Bu kadar sığ, bilimden, akıl ve mantıktan uzak bir zihniyetle nasıl baş edebilirsiniz? Ne söylersiniz?
Yapacak tek şey var, oy vermemek, gücünüz yettiği kadar da vermeyi düşünenleri etkilemek ve bu gerçekleri anlatmak.

Ekmeleddin İhsanoğlu resmen başladı

Bu arada Ekmeleddin İhsanoğlu da kampanyasını bugün bir basın toplantısıyla başlattı. Benim haberim olmadı bu nedenle gidemedim, izleyemedim. Nasıl bir basın halkla ilişkiler ekibi kurduysa beni yok saymış herhalde.
Belki “çaresiz oy vereceğiz” dememe rağmen eleştirmemden ötürü tepki duyuyorlardır. Ne bileyim, çok da derdim değil, ama yanlış yapıyorlar.
İhsanoğlu’nun kampanyasında en dikkat çekici nokta, buldukları slogan. Ekmek için Ekmeleddin.
Ne demek anlayan var mı? Efendim oradaki Ekmek bildiğimiz ekmek anlamında değilmiş. Sevgi ekmek, barış ekmek yani üretmek için bir şeyler ekmekmiş.

Bu sloganı hangi zeki yaratık buldu?

Aklımı koru Allahım. Kim var bu Ekmeleddin İhsanğlu’nun arkasında. Hangi zeki yaratıklar bulmuşlar bu dâhiyane fikri?
Yahu güzel kardeşim, Başbakan Erdoğan yalan dolan da olsa yıllardır CHP ile ekmek karnesini eş tutarak propaganda yapıyor. “Bunlar ekmeğimizi, nimetimizi karne ile dağıttılar” diye bağırıyor.
Ekmek için Ekmeleddin sloganı sanki “artık ekmek almak için İhsanoğlu’ndan karne alacaksınız” gibi bir çağrışım yaratmıyor mu?
Neyse, kendileri bilir.

Seçim değil faşizme eve mi hayır mı?

Benim tavrım ortada. Ekmeleddin İhsanoğlu benim adayım değil, benimsemem de mümkün değil. Ben bu seçime “tek kişilik faşist bir yönetime geçmek istiyor musunuz?” sorusuna “evet” mi “hayır” mı diyeceğiz diye bakıyorum. Benim oyum “hayır.” Aday o kadar önemli değil.
Yani Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ne tanıdıkça daha çok seveceğim var ne de dinledikçe daha ikna olacağım. Ben Türkiye’nin hızla gittiği uçurumdan geri çekilmesi için elimden bir şey geliyor mu ona bakarım.

Ya Erdoğan gibi Cumhurbaşkanı olursa?

Bu arada Ekmeleddin İhsanoğlu basın toplantısında ilginç bir gönderme de yaptı. Bir soru üzerine “Cumhurbaşkanlığının sembolik bir makam olduğunu ancak çok önemli yetkilerinin bulunduğunu” hatırlatarak “Anayasada var, bunları gerekirse kullanırım” dedi. “Kullanırım” dediği örneğin bakanlar kurulunu kendi başkanlığında toplantıya çağırmak. İhsanoğlu bunun elbette olağanüstü durumlarda kullanıldığını da kaydetti ama yine “anayasada var” diye ekledi.
Hep soruyorum ya, bugün yine sormak istiyorum.
Başbakan Erdoğan nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını anlatırken, “koşan, terleyen, yol, tünel, köprü yapan” tanımlarını kullanıyor. İşin özeti Erdoğan “Cumhurbaşkanı olursam tıpkı Başbakan gibi icranın içinde olurum, her şeye yine ben karışırım” diyor.
Pekiiii, diyelim ki Ekmeleddin İhsanoğlu seçimi kazandı, öyle de olacak, Köşk’e çıkınca da “sayın Erdoğan Cumhurbaşkanlığı görevini çok iyi tarif etmişti, ben de ona uyarak, nasıl tarif ettiyse öyle davranacağım” dese, Erdoğan ne yapacaktır. Erdoğan kendisi için tanımladığı türde bir Cumhurbaşkanı’na tahammül edebilecek midir? Onun emir ve talimatlarını uygulayacak, ona ayak uyduracak, kendi deyimiyle bir dakika bile yanından ayrılmadan duracak mıdır?
Yaaa, seçilememenin bir de böyle sakıncası var işte.

Musul’da büyük hüsran var

Sevgili izleyiciler, yayın yasağı olduğu için üzerinde çok fazla duramıyoruz ama Musul’da rehin alınan konsolosumuzdan ve konsolosluk çalışanlarından hala bir haber yok.
Salı günü Aydınlık gazetesinde yayınlanan bir yazımda “rehineler bugün gelebilir” demiştim. Zamanında Emniyet’in istihbarat birimlerinde çalışmış, hala da güçlü kaynakları olan bir tanıdığımdan almıştım bilgiyi.
Salı günü bu yazdıklarım gerçekleşmedi. Hemen kaynağımı aradım. Hatta biraz da serzenişte bulunarak “Durup dururken yanlış yazı yazmış duruma düştüm, okurlarıma da rezil olum” dedi.
Bana “hayır kesin geliyorlardı, ancak ne oldu bilemiyorum, bütün irtibat kesildi. Aldığım bilgilere göre hükümet de hem çok şaşırdı hem de çok kötü duruma düştü” değdi.
Tabii böyle durumlarda hiçbir şey garanti değildir. Biz gazetecilerin de aldığımız bilgi doğru olsa bile gerçekleşmemesi riskimiz hep vardır.

“Müslümansınız bırakırsınız”

Yine de böyle bir duruma düştüğüm için üzüldüm. Ancak dün akşam Başbakan’ın yaptığı konuşmayı izlerken çok şaşırdım. Erdoğan konuşmasında sözü IŞİD ve rehinelere getirerek “Şu mübarek ramazan gününde, eğer inançları varsa rehineleri serbest bırakırlar” demez mi? Demek ki çok ciddi ve beklenmedik bir sorun var, bu nedenle artık işi “yahu Müslümansınız bırakırsınız” türü yalvarmalara vardırdılar.
Değerli izleyiciler bir taraftan “derin diplomasi” diyeceksiniz, basına yasak koyarak güya rehinelerin durumunu korumaya çalıştığınızı söyleyeceksiniz, öte taraftan bir terör örgütü önünde adeta diz çökerek yalvar yakar olacaksınız.
“Eğer inancınız varsa rehineleri gönderirsiniz” demenin devlet adamlığı ile diplomasi hele derin diplomasi ile uzaktan yakından ilişkisi olabilir mi?
Dışişleri Bakanı sağdan soldan yediğimiz her tokattan sonra “kimse sabrımızı test etmesin” diye efelenmeyi biliyor da bir terör örgütüne lafını geçiremiyor. Bu nasıl iştir?
Belli ki Başbakan artık çok çaresiz. Tereyağından kıl çeker gibi rehineleri getireceklerdi, oysa şimdi ne hale geldik.

Ya “inanmıyoruz” derlerse?

Peki, o teröristler “inanmıyoruz” derse ne olacak?
İşte her şeyde ayırımcılık yapmak, siyaseti din üzerinden yürütmeye çalışmak gelip bir yerde duvara toslatıyor insanı.
Erdoğan ve iktidarı, Ortadoğu”daki gelişmelere tamamen mezhepçi ve üstelik mezhep içi grupçuluk açısından bakıyor. “O da Müslüman biz de Müslümanız o halde her sorunu çözeriz” demekle bir yere varılmıyor.
Erdoğan şu önemli soruya bir başbakan olarak cevap vermek zorundadır; IŞİD denilen terör örgütü Türk konsolosluğunu neden basmış ve başta konsolos olmak üzere çalışanları neden rehin almıştır?
Bunun cevabını herhalde sizler de merak ediyorsunuzdur.

IŞİD’le hangi pazarlık yapılıyor?

Elçilik ve konsolosluk alanları bir ülkenin yabancı ülkelerdeki toprağıdır. Her ne sebeple olursa olsun bu toprakların ihlali savaş nedenidir. Demek ki bir terör örgütü Türkiye’ye savaş ilan etmiştir.
Neden? Bir terör örgütünün koca bir devletle “savaşı göze alabilecek” nitelikte ne sorunu olabilir?
Ayrıca aradan 20 günü aşkın süre geçti. Bu terör örgütü ne istiyor, hükümetle doğrudan mı dolaylı mı görüşüyor, taleplerinin karşılanması için sözler verildi mi?
Daha fazlasını soramıyor, yorum yapamıyorum. Çünkü iktidar bu konuda o kadar batağa battı ki, çareyi yayın yasağı koymakta buldu.
Sormayın, sorgulamayın. Sanki o zaman konsolosumuz ve konsolosluk çalışanları kaçırılmamış 20 günü aşkın süredir kimbilir ne koşullarda yaşamıyor gibi olacak öyle mi?
Siz hala böyle bir zihniyeti ülkenin başına seçmek mi istiyorsunuz. Ya da seçilmesini mi sağlamak istiyorsunuz.
Herkesi kendi vicdanı ile baş başa bırakmak istiyorum.

Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 10 Temmuz 2014

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları