loading
close
SON DAKİKALAR

Trafikte çözüm yok ama çekici mafyası hep hizmette!

Can Ataklı
Tarih: 14.04.2012
Köşe: Günlük Yazılar

İstanbul sahipsiz. Çünkü sahiplenmsi gerekenler, vatandaşın çektiği eziyete gözlerini kapatıyor...

İstanbul’da trafik sorununa değinirken “çekici rezaletinden” söz etmemek elbette olmaz. Bu konuyla ilgili sayısız yazı yazdım. Ama hepsi sanki buza yazıldı. Muhataplar hiç seslerini çıkarmıyor. Çünkü çıkarsalar konu uzun süre gündemde kalacak ve büyük bir avanta kaynağının kesilmesi tehlikesi doğacak.

Ama ben pek çok kişinin canını yakan bu konuyu yazmayı ısrarla sürdüreceğim.

Bir kere daha ve açıkça söyleyeyim; araç çekme tamamen keyfi yöntemlerle yapılıyor ve amaç asla bir yasağı uygulamak ya da trafiği rahatlatmak değil, bu işin sağladığı ranttan pay kapmak.

Örneğin İstanbul’u adeta haraca kesen bir Trafik Vakfı var. En çok çekiciye sahip kuruluş bu. Vakfın başında valisi, belediye başkanı, emniyet müdürü, iş adamları oturuyor.

Keyfi uygulamalarını defalarca yazdım, “bu vakıf mafya yöntemlerini andıran biçimde çalışıyor” dedim, tınmadılar. “Vakfın yönetiminde saygın isimler var, şikâyetlerden hiç mi utanmıyorlar” diye sordum, umursamadılar.

Peki neden bu konunun üzerinde duruyorum? İsteyen istediği yere park etsin diye mi?

Hayır. Bu işin rantını, nasıl paylaşıldığını, keyfi olarak nasıl can yakıldığını görüyorum.

Başka illeri bilemem, ama İstanbul’da araçlar trafiği engellediği için çekilmiyor. Tam tersine, çekilen araçlar trafiğin akışını hiç engellemiyor ve zaten bu nedenle çekiliyor, çünkü hızla çekmek çok kolay.

O araçlar “park yasağı” olan yerlerden mi alınıyor? Evet. O halde yasak yerden çekilmesine mi karşı çıkıyorum? Hayır.

Karşı çıktığım şu: Dünyanın her yerinde yasak olan yere park etmiş araç çekilir. Ama esas olan oraya park ettirmemektir. Bizde ise çekilen her araçtan boşalan yer bir başka araç için park yeri oluyor.

Batıda kimse park yasağı olan yere aracını bırakamaz. Çekilirken yetişse bile çekilmesine engel olamaz. Bizde ise sadece araç çekiliyor, park edilmesi önlenmiyor. Çekiciler için önemli olan aracı rahat ve hızlı biçimde yükleyebilmek. O nedenle trafiği tıkayan araçlara dokunmuyorlar, çünkü dokunurlarsa yolu tamamen kapatmış olacaklar.

İşin rantı çok önemli. Biliyor musunuz, çekilen araçlara trafik cezası kesilmiyor, çekici ve park ücreti tahsil ediliyor.

Çekicilerin günlük kotaları var, üzerine çıktıklarında sürücü ve araçtaki trafik polisi komisyon alıyor. Parkçı ise sürekli getirilip yığılan araçlardan dünyanın park parasını kazanıyor.

Araçlarını almaya gidenler bilir. O otoparklar hiçbir otoparka benzemiyor. Karşınıza öyle kişiler çıkıyor ki, arabanızı bir an önce alıp kaçmak istiyorsunuz.

İstanbul sahipsiz. Çünkü sahiplenmsi gerekenler, vatandaşın çektiği eziyete gözlerini kapatıyor.

*****

Trafik Müdürü ile konuştum

Trafikle ilgili yazılarım üzerine İstanbul Bölge Trafik Müdürü Mesut Gezer’le konuştum.

Gezer yazılarımı dikkatle izlediğini belirterek “Sizi bir kahve içmeye davet etmek istiyorum. Başta ben, hepimizin hataları, yanlışları, beceriksizlikleri olabilir. Ancak nasıl bir insanüstü gayretle çalıştığımızı örnekler vererek, aracılığınızla kamuoyumuza duyurmak isterim” dedi.

Gezer’e ilk fırsatta kendisini ziyaret edeceğimi belirterek “Yazılarımı gelen tepki ve şikâyetleri dinleyerek, onun da ötesinde bizzat görerek, inceleyerek yazıyorum. Asla kişisel olarak almayın, bir sistemi, anlayışı eleştiriyorum. Bunları sizinle yüz yüze paylaşmak benim için görev olduğu kadar büyük bir zevk olur” dedim.

İlk yazımın çıktığı günün Polis Günü olduğunu hatırlatan Gezer “Bizim için biraz moral bozucu oldu” deyince ben de Amaç elbette kırmak, üzmek değil, milyonlarca İstanbullu’nun isyanını da göz ardı etmeyin” dedim.

Ve tabii son olarak “ziyaretime kadar bazı konulardaki yazılarıma devam edeceğimi de” özellikle belirttim.

*****

Halk bunları da istedi mi?

Başbakan, 28 Şubat soruşturması konusunda kararlı görünüyor. Yıllar önce başlatılan Ergenekon davası için “yargının işi” diyen Erdoğan bu kez açıkça soruşturmayı kendilerinin başlattığını ima ederek “Bunu bizden halk istedi” dedi.

Okurlarımdan Okan Öztürk merak etmiş, “acaba Başbakan gerçekten hep halkın istediği doğrultuda mı eyleme geçiyor” diye ve şunları sormuş:

- HALK, Deniz Feneri’nde Alman mahkemelerinde suç isledikleri ispat edilenlerin kurtarılmasını istedi mi?

- HALK, Suriye ile ABD ve AB çıkarlarına göre savaşa girilmesini istedi mi?

- HALK, silah bırakmadan Öcalan ile görüşme yapılmasını istedi mi?

- HALK, maaşına enflasyondan az zam yapılmasını istedi mi?

- HALK, 12 Eylül soruşturmasının Evren ve Şahinkaya’da bırakılmasını, işkencecilere kamu davası açılmamasını istedi mi?

- HALK, Sivas katliamı yapanların kurtulmasını, yasal düzenleme yapılmamasını istedi mi?

*****

Sosyal medyanın bu tarafı da var

Hafta içinde Almanya’dan gelen bir haber çok ibret vericiydi. 32 yaşındaki Alman model Claudia Boerner intihar etmişti. Katıldığı bir TV yarışma programından sonra sosyal medyada dolaşan hakkındaki alaylara ve hakaretlere dayanamamıştı.

Sosyal medya elbette çok önemli bir özgürlük ve haberleşme alanı ama çok sorumsuz davranıldığını da görüyoruz.

Acaba özgürlük aklına gelen her şeyi söylemek mi? Başkasına hakaret etmek, işin aslını bilmeden alay etmek, suçlamak, aşağılamak özgürlük kapsamında mı?

İşin garibi, hem özgür olup hem de kimliğini saklamak ne anlama geliyor?

Bugün toplumda biraz ünlenmiş kişilerle ilgili sosyal medyada neler söyleniyor biliyor musunuz! Pek çok kişi takma ad kullanarak aklına ne gelirse yazabiliyor. Hiçbir sorumluluk duymuyor, hakaret etmekten garip bir haz alıyor. Ama işte Almanya’da bir manken de böyle aşağılamalara dayanamayarak intihar ediyor.

*****

“Sen de küfret” demek kolay

Gazete yazarı olduğum ve TV’lere çıktığım için tanınan bir kişiyim. Bir tür ünlü olma hâli. Ben de diğer ünlenmiş isimler gibi sosyal medyadaki sorumsuzların hakaret ve aşağılamalarından payımı alıyorum. Her gün onlarca küfür, hakaret, aşağılama mesajı geliyor. Twitter’da yokum ama, adımın geçtiği bazı tweet’lerden haberim oluyor; hakaret ve aşağılama.

Ünlenmiş kişiler her gün canlarıyla kanlarıyla kamuoyunun önünde. Oysa mesajlarda hakkımızda yazanların çoğu “kimliği belirsiz” kişiler. Bazıları “tek atımlık” mesajlar bile gönderiyor. Yani yakalamanız olanaksız.

Bir arkadaşıma bu durumdan yakındım. “Ne olacak, sen de küfür et” dedi.

Ederim etmesine de, kime edeceğim? O kişi adını yazmaya bile korkuyor. De ki adını yazdı, kim olduğunu bilmiyorum. Ama o beni biliyor. Denk değiliz yani...

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları