Can Ataklı; Türkiye Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana, Ortadoğu’nun “Peşaver”i olma yolunda.
Önce Peşaver’in ne olduğunu anlatmam gerek.
Peşaver Pakistan'da, Hayber-Pahtunhva eyaletinin merkezi olan şehir. Kâbil Irmağı'nın kolu Bara kıyısında, Lahor'un 385 km kuzeybatısındadır. Ünlü Hayber Geçidi'nin 15 km güneyinde yer alan kentin stratejik yeri önemlidir. Peşaver “sınır kenti” anlamına gelir. Geçmişte İpekyolu'nun önemli duraklarından biridir. Nüfusu yaklaşık 300 bin kişidir.
Gelelim bu kentin ve bölgenin özelliğine;
Bu bölge Pakistan sınırları içinde olmasına rağmen Pakistan yasalarının hükümsüz olduğu özerk bir bölgedir. Buradaki her aşiret kendi kurallarını ve İslam şeriatını uygular. Pakistan ordusunun denetiminin zayıf olduğu özerk bölgede Taliban’ın çok güçlüdür.
Daha açık belirtmek gerekirse, dünyanın başına musallat olan radikal İslamcı terörist gruplar öncelikle bu bölgede üstlenir, eğitimler burada verilir ve en önemlisi dünyanın pek çok ülkesinde gerçekleştirilen terörist eylemlerin kararı da burada alınır.
Türkiye Suriye’de iç savaşın başlamasından bu yana, Ortadoğu’nun “Peşaver”i olma yolunda.
Rusya’nın Suriye’den yana tavır almasından ve şimdi de Fransa’nın Rusya ile birlikte IŞİD’e karşı aktif saldırı halinde olacağını açıklamasından sonra bu tehlike daha da arttı.
Çünkü çok açık bir gerçek ki; Rusya ve Fransa ile Amerika ve müttefiklerinin operasyonları sonunda dinci militanların kaçıp sığınabilecekleri tek ülke Türkiye.
Türkiye’de iktidar uzunca bir süredir IŞİD terörü ile mücadele ediyor görüntüsü altında aslında bu teröristlere her türlü desteği veriyor.
Suriye’de Esat rejimini yıkmak için ilk partide 10 bin Taliban militanının Türk Hava Yolları uçakları ile bölgeye taşındığını 2013 Nisan ayında Vatan Gazetesi’ndeki köşemde yazmıştım.
Bilginin kaynağı Türk resmi görevlilerinin de katıldığı İran’daki bir toplantı sonucu açıklanan rapora dayanıyordu.
Bu konuda o günden bu yana hiçbir yalanlama gelmediği gibi, Güney illerimizde yaşayan halk zaten bu militanları yakından görüyor ve izliyor.
Antakya, Gaziantep, Urfa, Adıyaman, Kilis gibi kent merkezlerinde ve sınıra yakın ilçelerde El Kaide, El Nusra, IŞİD ve benzeri örgütlerin militanlarının cirit attığı, hastanelerden ücretsiz yararlandığı, gruplar halinde gezdikleri için lokantalarda, kahvelerde para ödemedikleri, sık sık olay çıkardıkları bilinmeyen gerçekler değil.
Şimdi durum daha da vahim. Rusya ve Fransa’nın açıklamaları artık “IŞİD’i bölgeden uzaklaştırmak değil, tamamen imha etmeye yönelik” operasyonlar yapılacağı doğrultusunda.
Bu durumda zaten Türkiye’ye girip çıkmayı adet haline getirmiş olan bu teröristler can havliyle yine Türkiye’ye kaçacaktır.
Bunların sakince oturup saklanmaları mümkün değildir, çünkü yine aynı bölgede faaliyet gösteren PKK-PYD’nin olduğu kadar Hizbullah’ın da hedefindeler.
Bu da dinci teröristlerin Türkiye çapında bir eyleme girişmeye cesaret edemeseler bile bölgede iç çatışmalara girebilecekleri anlamına gelir.
İktidar kendi yarattığı sorunların altında kalmaya doğru hızla gidiyor.
---BUNU YAZMAK GEREK—
Rus ambargosu maddi olduğu kadar sosyal sıkıntı da yaratacak
Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya hükümetinin Türkiye’ye yönelik bir dizi ekonomik önlem alması yakın dönemde tahminlerin de üzerinde bir etki yaratacaktır.
Saray “özür dilemem, Rusya ateşle oynamasın” türü iç siyasete dönük efelenmeler yaparken, hükümet yurtdışı temaslarında konuyu çok alttan alarak krizi atlatmaya çalışıyor.
Rusya’nın “ambargosu” Türkiye’ye büyük maliyet açacaktır.
Şu anda Rusya’ya yılda 8 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz.
Bunun dışında Rusya’nın çeşitli bölgelerinde Türk müteahhitlerin üstlendiği toplam tutarı 10 milyar dolara ulaşan yatırımlar var.
Rusya Türkiye’ye en çok turist gönderen ülke. Bu ülkeden her yıl 3.5 milyon turist geliyor.
Demek ki kaba bir hesapla Rusya üzerinden Türkiye’ye yılda 20-22 milyar dolar para giriyor.
Ambargo ile bu paranın tamamına yakınını kaybetmiş olacağız.
Ancak ben konuya bir de “kişiler” açısından bakmak istiyorum.
Rusya ile ilişkilerimizde para olduğu kadar yoğun “insan ilişkisi” de var.
Rusya’ya ihracatımızın yarıdan fazlasını yaş sebze ve meyve sektörü üzerinden yapılıyor.
Türkiye’de yaş sebze üretimi dev şirketler aracılığı ile değil mütevazı küçük şirketler tarafından yapılır.
Türkiye’de 20 bine yakın yaş sebze ve meyve ihracatçısı var ve bunların çoğu Rusya’ya çalışıyor.
Turizm ise kazanılan paranın en çok sayıda kişi tarafından paylaşıldığı sektör.
Havalimanı hamalından, otel sahibine, taksi şoföründen kat görevlisine, aşçısından bahçe mimarına kadar yüz binler turizmden ekmek yiyor.
Demek ki Rusya ambargosu sadece rakamsal para kaybını değil, yüz binlerce insanın perişan olmasını da yanında getirmektedir.
Düne kadar iyi kötü kazanan, bunun için de “tek başına iktidarı istikrar için destekleyen” milyonlarca insan derin hayal kırıklığı yaşayacaktır.
Sosyal sıkıntının artması ve toplumsal patlamaların yaşanması kaçınılmaz olabilir.
----DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—
Saddam’ın eli tüfekli fotoğrafını hatırladınız mı?
Irak’ın devrik lideri Saddam 1990 yılında beklenmedik bir anda Kuveyt’i işgal edince, Amerika’nın önderliğinde oluşturulan koalisyon güçleri “Çöl fırtınası” adını verdikleri askeri operasyonla Kuveyt’i işgalden kurtarmıştı.
Amerika daha sonra Bağdat’a doğru kara harekâtı da başlatmış ancak bunu ani bir kararla durdurarak geri çekilmişti.
Amerikan güçlerinin geri çekilmesi üzerine Saddam Bağdat’ta yüz binlerce kişinin katıldığı bir miting düzenlemiş ve kürsüye elindeki tüfekle çıkmıştı.
Halkı bu tüfekle selamlayan Saddam konuşmasında bütün dünya güçlerine karşı kahramanca direnen Irak halkına teşekkür ederek “Süper güçleri bölgeden kovduk, bizden çok korkuyorlar” demiş ve yüz binler Saddam’ı çılgınca alkışlamışlardı.
Çünkü o halk Irak ordusunun gerçekten kahramanca savaştığına, düşmanı perişan ettiğine ve ülkeden kovduğuna inanıyordu.
Her şeye rağmen “Düşmanı kovmadık, tam tersine girdiğimiz Kuveyt’ten çıkarıldık, ordumuz büyük kayıp verdi, dünya ile bağlantımız kesildi” diyebilenler ise Saddamcılar tarafından “vatan haini” ilan edildiler.
Saddam buradan aldığı güçle 10 yıl daha ülkesinin başında kaldı, bütün muhaliflerini temizledi. Dünyayı dize getirdiğine kendisini de inandı.
Ardından ikinci harekât geldi. Saddam kaçtı. Saklandığı bir mağarada yakalandı.
Kıssadan hisse; kahramanlık edebiyatı yaparak, hiçbir şeyden habersiz, saf milliyetçi duygularla sizi sevenleri, gerçek olmayan bir şey için bir süre inandırabilirsiniz ama gerçeği değiştiremezsiniz.
--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—
O polisler yine polislik yapacak mı?
Diyarbakır’da bir metre yanlarından geçen eli silahlı iki kişiyi iki şarjör boşaltmalarına rağmen vuramayan, çelme takmayı bile akıllarına getiremeyen polisler “kimlikleri ortaya çıktığı için” başka yere atanacakmış.
Polisler görevden sonra ifade vermişler ve “Üzerimize doğru koşan kişi suratımıza tabanca fırlatınca şaşırdık, bu yüzden vuramadık” demişler.
Görüntülerde “silah atma” yoktu ya, artık neyse.
Terörün neredeyse günlük hayata girdiği bir bölgede polislik yaptıkları halde bu kadar beceriksizlik yapan kişilerin polisliğe devam edip etmeyeceklerini çok merak ediyorum.
Gerçi verdikleri ifadeye de pek inanamıyorum.
Hala “tesadüf süsü verilmiş bir suikast” ihtimali kafamı kurcalıyor.
Kimbilir, belki o polisler avukatların basın açıklaması sırasında bir “kargaşa” çıkacağını biliyorlardı, ama başka bir polis ekibinin, içinde PKK’lıların olduğu aracı durdurması ve orada beklenmeyen bir çatışma çıkması bütün hesapları altüst etmişti.
O polisler belki de üzerlerine gelenlerin “kargaşa çıkaranlar” olduğunu düşünerek “vurmamak için” ateş etmişlerdi.
--KAFAMI BOZAN ŞEYLER—
AB ile bahar öyle mi?
Başbakan Avrupa Birliği ile mülteci sorununu görüşmek üzere Brüksel’de toplantılara katıldı. Başbakanın uçağına binen gazeteciler görüşmelerin çok başarılı geçtiğini, Türkiye’nin “AB’ye katılım sürecini hızlandırdığını” mülteciler için de 3 milyar Euro para alacağımızın müjdesini! verdiler.
Kulağa hoş geliyor tabii.
Ama Avrupa basınına bakınca durum farklı. Onlar Türkiye’nin 3 milyar euro alarak Avrupa’ya akacak mülteci akınını durduran bir bekçi durumuna düştüğümüzü söylüyor.
AB’ye girişimizin ise “şimdilik” sunulan bir havuç olduğunu belirtiyorlar.
Son AB haberlerine bakınca 2004’te gündüz vakti atılan havai fişeklerle “Artık AB’deyiz” kutlamaları aklıma geldi. Kafamın bozulması bundan.
Can Ataklı - Korkusuz