Can Ataklı; Gerçekten, CHP’nin yapacağı önseçim elbette yeterli değil, buna karşı 'yetmez ama evet' demekten başka çare de bulamıyorum.
Haziran seçimlerine doğru CHP 12 Eylül’den sonraki en önemli kararlarından birini aldı.
Milletvekili adayları başta büyük kentler olmak üzere pek çok bölgede önseçimle belirlenecek.
Yüzde 10’un altında oy alınan illerde merkez yoklaması yapılırken bazı illerde de adaylar eğilim yoklamaları yapılacak.
Bugüne kadar adaylarını bazı istisnalar hariç hep merkez yoklaması ile belirleyen CHP böylelikle çok uzun yıllardan sonra önseçim heyecanı yaşayacak.
Gerçi önseçimin en çok gerekli olduğu Ankara, İstanbul ve İzmir’de kontenjan adaylarının da ağırlığı var ama yine de bu yeni oluşuma negatif gözlükle bakmamak gerekir.
Anayasa referandumunda yandaş yalakaların kullandığı bir deyim vardı hani; “Yetmez ama evet” diyorlardı.
Günün birinde bir başka konu olsa da “Yetmez ama evet” diyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Gerçekten, CHP’nin yapacağı önseçim elbette yeterli değil, buna karşı “yetmez ama evet” demekten başka çare de bulamıyorum.
Peki, yetmese bile CHP’de uygulanacak olan kısıtlı önseçim neden önemli?
CHP önseçimi delegelerin değil, önseçim bölgelerindeki CHP üyelerinin tamamının katılımıyla gerçekleştirecek.
CHP’nin örneğin İstanbul’da 300 binin üzerinde kayıtlı üyesi var. Bu durumda önseçim yarışına giren adaylar, üç bölgede yaklaşık 100 bin CHP üyesinin karşısına çıkarak listelerin başında yer alma savaşı verecek.
Bundan da önemlisi yine uzun yıllardan sonra ilk kez kamuoyunun karşısına bir “umut” olarak çıkma şansını yakalayacak.
Çünkü CHP 2007 seçimlerinden bu yana umut olabilme özelliğine bir türlü ulaşamadı.
Bunun nedenlerini anlamak için 2002 seçimlerine gitmemiz gerek.
2002’de Türkiye beklenmedik bir seçim sürprizi ile karşılaştı.
1991’den itibaren iktidarın hep önemli parçası olan merkez sağ bu seçimlerde çöktü.
Aslında “dinci” Refah Partisi’nin “gömlek değiştirmiş” bir devamı olan AKP oyların yüzde 34.7’sini aldı. Ardından gelen CHP yüzde 25’i buldu.
Buna karşı iktidarın ortakları olmayı yıllardır sürdüren ANAP, DYP, MHP ve soldaki DSP yüzde 10 barajına takıldı. Böylelikle Meclis’te toplam seçmenlerin ancak yarısı temsil edilirken diğer yarısı meclis dışında kaldı.
AKP ise toplam oyların üçte birini alırken, barajın azizliği sayesinde Meclis’te üçte ikilik bir çoğunluk kazandı.
AKP kendisinin de beklemediği bu seçim zaferinden sonra çok tedirgin, endişeli bir döneme girdi.
Her an “yıkılma” paranoyası yaşayan bu yeni iktidar önceliği hakim ve güçlü olarak nitelendirdiği kesimlerin arzu ve taleplerini yerine getirmeye karar verdi.
Ekonomide borsa, faiz, döviz üçgenine hiç dokunulmayacaktı. Toplumdaki “laiklik” hassasiyetinin üzerine açıkça gidilmeyecekti.
Avrupa Birliği’ne girmek temel hedef olarak ele alınacaktı.
Özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavramlarına vurgu yapılacaktı.
Böylelikle “güçlü ve hakim” kesimlerin öfkesi frenlenecekti.
Bu taktik tuttu. İş ve sermaye çevreleri, medyanın önemli bir bölümü AKP iktidarına “hoşgörülü” davrandı. Sistemle oynamadığı sürece desteklenmesinde de bir sakınca yoktu.
2007 seçimlerine bu havada girildi.
Gerçi toplumda AKP uygulamalarına karşı tepki vardı. Laik demokratik hukuk devleti kavramlarına karşı, müdahaleler toplumun ilerici kesimlerini rahatsız ediyordu. Cumhuriyet mitingleri AKP iktidarının karabasanı gibi olmuştu.
İmdada Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Genelkurmay’ın aslında hiç de gerekli olmayan “laiklik” açıklaması yetişti. Genelkurmay’ın bildirisini “muhtıra” olarak değerlendiren iktidar demokrasi, hukuk, darbelere karşıtlık konularında “menfaat karşılığı” işbirliği yaptığı eski solcu, yeni liberal kesim iktidarın arkasına geçti.
Seçime kadar laiklik, Atatürkçülük vurgusu yaparak siyaset yürüten CHP karşı devrim niteliğindeki sözde aydın saldırıları karşısında varlık gösteremedi. Parti yönetimi seçim sloganı olarak sadece “oylar bölünmesin” cümlesini kullandı. Sonuçta AKP oylarını artırırken Meclis gücünü de pekiştirdi.
2007 seçim zaferinden sonra “yıkılma” paranoyasını üzerinden atan AKP saldırıya geçti. Tehdit ve tehlike olarak gördüğü başta Ordu olmak üzere toplumun bütün dinamik güçlerini büyük davalarla, tutuklamalarla sindirmeyi başardı.
CHP bu süreçte hep savunmada kaldı. Alternatif siyaset üretemedi.
2009 yerel, 2011 genel seçimlerinde medet umulan temel slogan yine “oyları bölmeyin” oldu.
Gerçi oylar bölünmedi, buna karşı AKP de yüzde 45 ve üstündeki tabanını kemikleştirmeyi başardı.
CHP bir yandan “oyları bölmeyelim” sloganını tek hedef yaparken diğer yandan AKP ile baş etmenin ancak onun gibi olmaktan geçeceği hissine kapıldı.
2011 genel seçimlerinde, 2014 yerel seçimlerinde ve 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde “sağ” adayları tercih etti.
Sonuç yine hüsran oldu.
Şimdi CHP bir kavşakta. Bu kez “yetmese” de adayların bir bölümü parti tabanı tarafından belirlenecek.
Kimileri genel siyasetlerde önemli değişiklikler olmadıkça ne fark edecek” diye düşünebilir.
Bu yanlış. Çünkü çok şey değişecektir.
Nedeni basit; bugüne kadar CHP tabanı genel merkezin uygun gördüğü isimleri “aman oylar bölünmesin” telaşı içinde desteklemek zorunda kaldı.
Aslında verilen oylar CHP’nin iktidara gelmesi için değil, AKP’nin indirilmesi içindi.
Seçmenlerin çok büyük bölümü oyların CHP’de birleşmesi halinde AKP iktidarının biteceğine inanıyordu.
Kimse aritmetik hesap yapmadığı için AKP’den oy alınmadıkça iktidardan düşmeyeceğini görmüyordu.
Böyle olunca AKP’nin iktidardan inmesini isteyen vatandaşlar CHP’de kimin aday olduğuna bile bakmadan oylarını kullandılar.
O kadar ki, 17- 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında, “örgüt lideri” olarak tutuklanan bir kişi CHP’den aday yapıldı, buna rağmen CHP seçmeni aldırmadı bile, “tıpış tıpış gidip” oyunu verdi.
Üst üste alınan ağır seçim hezimetleri sonuçta CHP kitlesinin de gözünü açtı. “Oyları bölmeyelim” sloganı “Bundan sonra oy yok”a kadar varıyor artık. Cumhurbaşkanlığı adaylığındaki hatalı seçim belki de bardağı taşıran damla oldu ve 5.5 milyona yakın “muhalif” seçmen sandığa gitmedi.
Şimdi endişe bu küskün seçmenin haziran genel seçiminde de aynı tavrı sürdürmesi.
İşte CHP’de önseçim kararı burada büyük önem kazanıyor.
Çünkü CHP ilk kez “bir umut” olma şansını da yakaladı.
Seçilmek için önce kendi partisi içinde yarışacak adaylar, daha önce atanmış olanların ataletini taşımayacaklar üzerlerinde.
Seçilmiş olmanın verdiği güç ve gururla seçime daha asılacak, halka gidecek, temel hedefin AKP’ye karşı çıkmak değil, iktidara gltmek olduğunu anlatacaklar.
Atanmış adaylar daha seçime girerken AKP’nin kazanacağına inanıyorlardı. CHP’de amaç iktidara gelmek değil oyları artırmaktı. Parti yönetimi kazanmaya değil “Bizim dönemimizde oylarımız şu kadar arttı” demeye endekslenmişti.
Seçmen de bir umut görmediği CHP’ye “kerhen” destek veriyordu.
Oysa kazanmaya endeksli bu yeni oluşum seçmenleri de etkileyecek, CHP’nin bir cazibe alanı haline geleceğini düşünecek ve bu kez “kerhen” değil yürekten oy verecektir.
Önseçimin parti içinde nasıl bir heyecan dalgası yaratacağını ve bu dalganın topluma nasıl yansıyacağını da bundan sonraki yazımda anlatırım.
Can Ataklı