Kemal Derviş'in ardından
Bu mektup benim açımdan en çok, bir bürokrat/siyasetçinin kendisini eleştiren bir gazeteciye verdiği yanıttaki üslup, dil ile yaklaşımdaki uygarlık düzeyi açısından kalıcı nem taşıyor.
Kemal Derviş, günümüz koşullarında "genç" kabul edilen bir yaşta vefat etti. Meslektaşım Serpil Yılmaz, dün Halktv.com'da, bir süredir tedavi gören Derviş'in, dostlarıyla paylaştığı son dileğinin "seçim sonucunu görmek" olduğunu yazdı.
Onun da yazısında anımsattığı gibi, Derviş'in uyguladığı, IMF'nin Türkiye'ye sağladığı taze kaynağın, şartlar seti denilebilecek olan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) çok tartışıldı.
2001 krizi patladığında, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in çağrısıyla Dünya Bankası'ndaki görevini bırakarak Türkiye'ye gelen; iktisatçı, teknokrat ve siyasetçi Derviş'in, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı sıfatıyla icra ettiği GEGP "mesaisi", ülkenin toplumsal ve ekonomik yaşamında bıraktığı dönüştürücü izler nedeniyle önem taşıyor.
Özellikle de tarihi seçime günler kala, Millet İttifakı'nın ekonomi alanında uygulayacağı yol haritasının gündemde olduğu bir zamanda kimi politikaların karşılaştırmalı olarak anılması kaçınılmaz. Bu analizi şimdilik iktisatçılara bırakarak, kendisini bilfiil izleyen bir muhabir olarak birkaç anekdot aktaracağım.
22 yıl önce
22 yıl önce, Derviş'i Ankara'da Esenboğa Havalimanı'nda bekleyen ve sonrasında aylar boyu izleyen muhabir ekibi içinde yer alıyordum.
2001-2002 dönemi boyunca Ankara'da TBMM'de Başbakanlık'ta Hazine Müsteşarlığı koridorlarında yakından izlediğimiz Derviş'in programı, kendisi sonra rahatsızlık duysa da uzun süre "15 günde 15 yasa" sloganıyla anıldı. Bu yasaların içinde yer alan ve dönemin koalisyon hükümeti içinde krize yol açan Tütün Kanunu daha sonra, Soma Faciası'nın ardından da tartışılmıştı.
Kılıçdaroğlu'nun daveti
Derviş, Türkiye'ye görev için ikinci kez, 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından davet edildi. Kılıçdaroğlu, 2002 seçimlerinde CHP'den (milletvekili seçilen ve süresi dolmadan ayrılıp uluslararası göreve giden) Derviş'e, olası iktidarları için teklif götürdü. Sosyal demokrat dünya görüşünde sahip olduğunu vurgulayan Derviş, Kılıçdaroğlu'na ve kamuoyuna, milletvekili olmaksızın dışarıdan katkı sağlayacağı yönünde olumlu karşılık verdi. (Kılıçdaroğlu-Derviş görüşmesinin içeriği internette erişilebilir olarak duruyor.)
301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma Faciası'nın yargılamasının yeni başladığı günlerdi. O dönem çalıştığım Cumhuriyet gazetesinde, GEGP'nin bir parçası olan Tütün Yasası'nın ülkemizde yol açtığı olumsuzluklara ilişkin bir yazı yazdım. TEKEL'in değerinin çok altında satıldığını, işçilerin işten çıkarıldığını, TEKEL arazilerinin alanına rezidans, AVM, cezaevi yapıldığını hatırlattım.
Kılıçdaroğlu-Derviş görüşmesinin ardından, sıcağı sıcağına yazdığım bu yazıda, Derviş'in sosyal demokrat kimliğinin gereği olarak, bakanlığı döneminde TBMM'den geçirilen Tütün Kanunu'nun "çiftçiyi işçileştiren, kamu arazilerini rant merkezlerine dönüştüren" sonuçları dolayısıyla özeleştiri yapması gerektiğini belirttim.
Derviş e posta aracılığıyla, çok nazik ve kapsamlı bir yanıt gönderdi. Eleştirime üzüldüğünü belirtiyordu. TEKEL için yabancı şirketlere önceden gizli sözler vermediklerini vurguluyor, Türkiye'nin ürettiği malı satamayıp yakma lüksüne sahip olmadığını kaydediyordu.
Kendisinden izin alarak 29 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet'te okurlarla paylaştığım Derviş'in yazısını yeniden aktarıyorum:
"Soma faciası hepimizin yüreğini parçaladı. Sebebi, sanıyorum, 14 yıl önceki Tütün Yasası değil, bugünkü sorumsuz denetimsizlik ve taraflı kamu yönetimidir.
2001'de büyük kriz yaşayan, sadece yabancılara değil, kendi vatandaşlarına da yükümlülüklerini yerine getiremeyen, dış sermayeye ben gelmeden çok önce aşırı derecede bağlanmış bir Türkiye; ürettiği malı satamayıp kısmen yakmak lüksüne sahip değildi. Bugün de değil.
Üretip içeride veya ihracat yoluyla dünya piyasasında satılabilen mallar üretmeli. Değerli iç kaynaklarımız ve emeğimiz, yüksek katma değer yaratabilen ve ülke olarak bize gerçek gelir getiren alanlarda faaliyet göstermeli. Sosyal demokrat bir ekonomi anlayışı, sadece dağıtımına veya devlet desteklerine dayanamaz. Üretim ve gelir artışını hedef alıp, ondan sonra da hakça bir gelir dağılımını hedeflemeli.
Bu arada ben ve ekibim, hiçbir zaman yabancı şirketlere hiçbir söz vermedik. Tam tersine, büyük zorluklara rağmen, enerji sektöründe, önceden Enerji Bakanlığı tarafından imza edilmiş; fakat ulusal çıkarlara zarar verecek birçok anlaşmayı, Hazine garantisi vermeyerek reddettik. (…)
Bizden IMF istedi ama kabul etmedik: Ziraat Bankası'nın özelleştirilmesini doğru bulmadık. THY'nin de stratejik bir ortağa satılmasını önerdi IMF. Bunu da reddettik. Onun yerine bugünün başarılı THY'sinin çerçevesini oluşturan Sivil Havacılık Yasası'nı hazırladık.
Elbette farklı ekonomik görüşlerimiz, değerlendirmelerimiz olabilir. Ama tartışmalar, gerçekler üzerinde olmalı.
Bir sosyal demokrat olarak piyasa ekonomisinin yararına inanıyorum. Özel girişimin de yararına ve zorunluluğuna inanıyorum.
İsveç, Almanya gibi ülkelerdeki sosyal demokratlar gibi; CHP'nin de inandığı gibi.
Ama devlet piyasaları, özerk ve teknik bilgisi kuvvetli kuruluşlarla düzenlemeli ve denetlemeli. Kamu yönetimi herkese eşit mesafede olmalı. Ve tabii demokrasi olmalı tam manasıyla. Sosyal demokrasi ancak gerçekçi, hesaba kitaba dayalı bir ekonomi anlayışıyla başarılı olup dar gelirlileri sürdürülebilir biçimde refaha götürebilir.
Bunun da yöntemleri elbette tartışılabilir. Hiç de kolay bir hedef değil. Ama sadece iyi niyet, sadece devletin kaynaklarını eriten bir yaklaşımla olmaz... Tersi olur, kriz yaratır ve kriz ortamında en çok dar gelirliler kaybeder.
10 Ekim 1973'te, 24 yaşındayken yazdığım gibi (Cumhuriyet'te yeniden 26 Mayıs'ta yayımlandı) her şey tartışılabilir. Yeter ki demokrasi olsun, özgürlük olsun, kimse korku içinde olmasın... Sizin de fikirlerinize son derece saygılıyım.
Sevgiler ve iyi çalışmalar dileğiyle.
Kemal Derviş."
* * *
Derviş'in Türkiye'de görev yaptığı dönem, bakılan penceredeki siyasal anlayışa toplumsal, bilimsel perspektife göre farklı biçimlerde anlatılıyor. Sonrasında olanların yorumu da öyle.
Sözgelimi yeni dönemde adı İYİ Parti'nin Hazine Bakanı adayı olarak geçen Prof. Bilge Yılmaz, birkaç hafta önce katıldığım toplantısında, IMF gibi kurumların, istikrar sağlandıktan sonra kendisine başvuran ülkelerin büyüme planlarını yapmadığını belirterek şöyle demişti:
"Ondan sonrası size aittir. Zaten Türkiye'nin hatası o oldu. İstikrardan sonra istikrarı kullanarak büyüme sağlanamadı. Bunu Kemal Derviş'in hatası olarak görmüyorum. Onu, ondan sonraki hükümetin yapması gerekirdi. Yapmadılar. Onlar o rüzgarla gidip bir lale devri yaşattılar."
Derviş'in mektubuna bugünden baktığımızda ise o mektupta kendisinin altını çizdiği "Demokrasi ve özgürlüğün olduğu kimsenin korku içinde yaşamadığı" bir ülkede, zaten ödemeler dengesi veya kamu borç krizi yaşanma ihtimalinin, dolayısıyla IMF'ye kaynak için başvurma olasılılığın da pek düşük olduğunu belirtmek gerekiyor.
Yine bu mektup benim açımdan en çok, bir bürokrat/siyasetçinin kendisini eleştiren bir gazeteciye verdiği yanıttaki üslup, dil ile yaklaşımdaki uygarlık düzeyi açısından kalıcı nem taşıyor.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları