Orhan Erinç’in ardından
Orhan Erinç, ömrünün sonuna dek gazetecilik değerlerini savundu. Güle Güle Orhan Bey. Hep saygıyla anılacaksınız.
Birine borçlu hissetmek için o kişinin size maddi manevi herhangi bir destek sağlamış olması gerekmiyor. Sadece duruşu, mesleğini icra tarzı, durduğu yerdeki güven veren görünümü dolayısıyla, bazı insanlar tanıyanlarda borçluluk duygusu yaşatabilir.
Pazar günü kaybettiğimiz Orhan Bey (Orhan Erinç) böyle bir insandı. O’nun, 87 yıllık ömrünün sonuna dek gazetecilikte ve gazetecilik değerlerini savunmaktaki ısrarı; kimilerinde öfke, kimilerinde dışa vuramayacakları bir utanca yol açarken, güç sahipleri ile alengirli iş birliklerine girmeyen gazetecilerde derin bir saygı yaratmıştır. Bunda şaşacak bir şey olmasa da saygının bir adım ötesine geçerek, kendi payıma hissettiğim duyguyu, borçluluk diye açıklıyorum. Tam kastım, iyi gazeteciliğe karşı bitmek bilmeyen borçluluk duygusu. İhtimal ki, Avrupalı bir meslektaşın bunca bariz hissedemeyeceği bu duygunun arka planında da gazetecilik üzerindeki ağır baskılar karşısında kimlerin nerelere döndüğüne, şarkıdaki gibi bir yanlarının her duruma müsait oluşuna dair tanıklıklar durmakta.
Son günlerine kadar
Orhan Bey, son zamanlarda iyiden iyiye ucuzlatılan (hatta muktedirin dilinde intikam aracına dönüşen) “bedel ödeme” kavramının anıt bir örneği oldu. Ve ne yazık ki o bedeli ödemeyi sürdüren bir gazeteci olarak veda etti bu dünyaya.
Yaşamının son dönemlerinde, konuşabilmesine karşın kulakları işitmiyor ve bir şey söylemek istediğimizde ona eşlik eden sevgili ailesinin, birkaç takım halinde yanında taşıdığı A4 boyutlarındaki küçük yazı tahtalarına gazlı kalemlerle yazıyorduk. Sohbetin akışındaki konuyu, canlılığının da yitmemesini gözeterek hızlı hızlı ama bir yandan da okunaklı olmaya gayret ederek biz yazıyorduk, Orhan Bey okuyordu, hemen sonra da bize konuşarak yanıt veriyordu. Bugüne dek tecrübe etmediğim bir iletişim biçimiydi bu. Kulaklarının işitemez hale gelmesinin tıbbi bir adı vardı mutlaka ama kendisi bunu bizlere “üzüntüden” diye açıklamıştı. Bu açıklamayı doktorunun yaptığı notunu özellikle vurgulayarak.
Herkes gibi büyük üzüntülerin yol açtığı sağlık sorunlarını bilmekle birlikte bu türlüsüne ilk kez rastlamıştım. Yine de en son iki ay önce gördüğüm ama sürekli haberleştiğim Orhan Bey, sevdiği, güvendiği insanlarla bir araya geldiği sohbetlerdeki diyalogların hiçbirini kaçırmak istemezcesine izlerdi.
Orhan Bey’de sağlık sorunlarını ağırlaştıran “üzüntü” ne olduğunu bilmeyenler için anımsatma: 2016 yılında kendisine yaşı dolayısıyla gözaltı kararının uygulanmadığı, Cumhuriyet gazetesi davası, ağır ceza yargılaması sırasındaki akıl almaz suçlamalar Orhan Erinç’i ziyadesiyle etkiledi. Aynı davada cezaevinde tam bir buçuk yıl tutuklu kalan eski Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın uğurlama töreninde söylediği gibi:
“36 yıl TGC yöneticisi, 12 yıllık başkanı olmuş birinin gazeteciliği nasıl savunması gerekiyorsa öyle dimdik durdu, kendi zarif ve bilgece dokunuşlarını da katarak. Çok sıkıntı çekti, çektirdiler, bir milim taviz vermedi, karşılığında büyük bedeller ödedi.
Önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan son kitabında şöyle yazmış: Yargılamamın ve gazetedeki sorumluluğun yükünü taşımayı belli etmemeye çalışarak 8 Eylül 2018’e kadar sürdürdüm. Ama görevimin bitmiş olmasının sonrasında bir ay kadar komada kaldığımı uyanınca öğrendim. Denge kaybı yüzünden yürümekte zorlanıyordum. Nöroloji hastalığıma bilim dışı adıyla üzüntü sonrası hastalığıymış, ardından da duymaz oldum. Dava dosyası Yargıtay’dan geldikten sonra oluşturulacak heyetle 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmalara yeniden başlanacak. Ancak kulaklarım duymadığı için mahkeme başkanının, savcıların, avukatların ve tanıkların söylediklerini duyamayacağım için tedirgin oluyorum. Sonra da kulağı duymayan ilk sanık sen değilsindir ki, mutlaka bir yöntemi bulunmuştur diyerek kendimi yatıştırıyorum. Bakalım yaşananların aynası gelecekte ne gösterecek?”
Mizah duygusu
Tüm yaşamına yayılan ve demokrasi mücadelesiyle iç içe geçen gazeteciliğini, saygınlıkla yönettiği meslek örgütçülüğünü, Ankara’dan doğru elbette biliyor tanıyordum ama Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlamadan önce yüz yüze tanışmamın vesilesi, Sedat Simavi Ödülü dolayısıyla oldu. Orhan Erinç’in Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başkanlığı sırasında aldığım “Evcil’in Dönüşü” (2005) haber dosyası dolayısıyla sunulan imzasını taşıyan ödül belgesi arşivimde onur kaynağı olarak durmakta.
Neşeli bir hatırayla bitireyim; bundan altı sene önce Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği yerel gazetecilik semineri için Eskişehir’e gitmiştik. Farklı yaş ve kıdem gruplarından kalabalık sayılabilecek bir gazeteci topluluğu bir aradaydık. Seminer çalışmaları bitince, Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in, Büyükşehir Belediyesi’ne bağışladığı balmumu heykeller müzesini gezmeye gittik. Ünlülerin balmumu heykelleri arasında dolaşırken, karşımıza ansızın Orhan Erinç’in balmumu heykeli çıktı. Aynı anda hem şaşırdık hem heyecanlandık. Uğultular yükseldi. Herkes gazeteciydi ve doğal olarak herkes bu nadir anı fotoğraflamak istiyordu. “Orhan Abi yan yana durun da bir kare alalım” ricaları arasında Orhan Bey, vakarını hiç bozmadan balmumu heykelinin yanına geçti ve gayet ciddi bir ifadeyle: “Koluma da gireyim mi?” diye sordu.
Kahkahalar müzeyi sararken hepimiz Orhan Bey’in mizah duygusuyla tanışmanın keyfini çıkarıyorduk.
Güle Güle Orhan Bey. Hep saygıyla anılacaksınız.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları