Siyasetin finansmanı vesaire
Çiğdem Toker; Türkiye'de siyasetin finansmanı neden ve hâlâ şeffaf değil? Biz seçmenler seçim kampanyaları sürecinde finansman açısından, hangi adayları kimin, ne kadar ve nasıl desteklediğini biliyor muyuz?
Mikrofonlar önünde "İstanbul'un deprem konusunda kaybedecek bir dakikası bile yok" diyen Murat Kurum'a sorulacak tek bir soru var:
"22 yıldır elinizi kim tuttu?"
Şimdi iktidar partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan, kampanyasına çorba ve mandalina dağıtarak başlayan Kurum, 2018 -2023 yılları arasında hangi makamdaydı, hatılayalım.
Kurum'un aralıksız beş yıl boyunca yaptığı bakanlığın adı Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'ydı.
Bakanlık görevi öncesindeki, yine aynı alandaki yani yerleşimler, kent, konut üzerine odaklanan bürokrasi geçmişini saymıyorum bile…
Onun bulunduğu bakanlık koltuğu ve o koltukta geçirdiği süre, sadece İstanbul'u değil, deprem açısından riskli bütün illeri planlı bir şekilde dönüştürmeye yeterdi. Ama müteahhitlik sektörünü gayet iyi tanıyan, şirketlerle gayet iyi ve güçlü ilişkileri bulunan Kurum, bu gücünü, yetkisini ve bu önemli makamda geçirdiği zamanı, "acil ve planlı bir dönüşümle dirençli şehir" haline getirmek için kullanmadı.
Neden?
1999 Marmara Depremi'nden sonra 30 yıl içinde İstanbul'u büyük depremin beklediği bilinmesine, bilim insanları yıllardır haykırmasına karşın neden gereği yapılmadı?
İktidar neredeyse taammüden kaybettiği bu çok kıymetli zamanı, nasıl olup da ülkeyi o ara başka parti yönetmiş gibi davranıp hepimizi bu kadar kolay aptal yerine koyabiliyor?
İlk yanıt, iktidarın net bir tercih kullandığıdır. İnşaat ile büyümek, şirketleri yanına alıp ömrünü uzatmak, buradan devşirdiği özgün bütçeler marifetiyle, seçmeni ve onun yoksulluğunu yöneterek konsolide etmek.
Ama bu kadar değil tabii.
Bu sorunun "muhalefetin yetersizliği, hesap soruyormuş gibi yapıp düzene ayak uydurması" diye bir başka cevabı daha var.
Hatay'daki protesto
Yine de her şeye rağmen, bu gün bile vatandaş olmak, bu soruları bıkmadan sormak, cevap istemek, aptal yerine konulmayı reddetmektir.
Hatay halkı 6 Şubat depremlerinin birinci yılındaki anmada, vatandaşlık haklarını kullandı. Yalnız ve yüzüstü bırakılışını siyasileri protesto ederek yansıttı. Bu protestolar bir yıllık bir tepkinin ürünü değildi. Yozlaşmış düzene yapılan bir itirazdı.
Çünkü Hazine'ye kamuya ait arazileri "gelir paylaşımı" modeli adı altında müteahhit şirketlere ihale etmek, kamu yararına aykırı imar düzenlemeleriyle, "havadan" yerden, gökyüzünden, sokaklardan, ormanlardan rant üreten kararlar almak Türkiye'de siyasetin merkezine oturmuştur. Bu, herkesin bildiği bir sırra dönüşmüştür.
Sadece iktidarın değil elbette. Siyaset derken, iktidar ve muhalefet ayrımı yapmıyorum.
Şirketler ve siyaset
Doymak bilmeyen canavarlar misali durmadan büyümek, genişlemek, servetlerine servet katmak isteyen ama bu basit amaçlarını, "istihdam", "büyüme" gibi cilalı kelimelerin ardına gizleyen şirketler, siyasette adı açık açık anılmayan, anılamayan sadece kulis haberlerine konu olabilir aktörlere dönüştüler.
Bugün CHP'nin yerel seçimlerde gösterdiği, ısrar ettiği veya beklentilere uygun olmayan bazı adaylarla ilgili tartışmaların, yerel yönetimlerle farklı sahalarda iş yapan, eskiden beri çalışan, çalışmayı uman, beklentileri bulunan şirketlerle bağlantılı olmadığını kim söyleyebilir?
Şöyle de sorabiliriz:
Türkiye'de siyasetin finansmanı neden ve hâlâ şeffaf değil?
Biz seçmenler seçim kampanyaları sürecinde finansman açısından, hangi adayları kimin, ne kadar ve nasıl desteklediğini biliyor muyuz?
Nadir durumlar hariç, hayır bilmiyoruz.
Bu sorunu tartışırken standart, alışıldık yanıtlar ve önermeler dile getirilir.
E şirket bu. Belediye ile iş yapmayacak mı?
Ya da aynı soru tersinden sorulur: Yerel yönetimler çalışmayacak mı? Hizmet üretmeyecek mi? Bunları şirketlerle yapmak zorunda değil mi?
Bu soruların da gayet yalın bir yanıtı var aslında.
İş yapmak mı iş tutmak mı?
İş yapmak başka, iş tutmak bambaşka…
Saydamlık ve hesap verebilirlik sadece iktidarı bağlayan kurallar değil.
Saydamlık ve hesap verilebilirlik, siyasetin finansmanı ana konusunun bileşenleri olarak muhalefet partilerini de bağlamaktadır.
Seçmen, oy verdiği yerel yönetimler ile şirketlerin hangi pazarlıkları yaptığını, imar izinleri süreçlerinin nasıl yürütüldüğünü, imar izinlerinde koşullar ileri sürülüp sürülmediğini bilmeli.
Aksi takdirde bugün olduğu gibi hoşnutsuzluk, protesto, güven kaybı manzaralarını sık sık görmeye devam ederiz.
Bu gerçekle yüzleşmeden, bu ilişkileri sorgulamadan siyasette bir şeylerin değişmesini ümit etmek ham hayaldir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları