loading
close
SON DAKİKALAR

Türkiye dış ticarette ‘riskli ülke’ mi?

Çiğdem Toker
Tarih: 06.08.2017

Çiğdem Toker: Şaibeli anayasa değişikli­ği, eğitimde dinci politi­kaları hızlandırdı.

Cevap, ülkemiz için büyük önem taşıyor.
Bu soruyu başlığa çıkarmamı gerektiren sıcak gelişmeyi anlatacağım.
Kaynağından dinlediğim konunun üç aktörü mevcut:

- Ankara’da yedek parça alanında faali­yet gösteren bir firma.
- Çin’de faaliyeti gösteren bir üretici firma. 
- Ve dünyanın en büyük bankaları ara­sında yer alan Bank of China.
Adı bende saklı Ankaralı firma, zaman zaman traktör üretiminde kullanılan bazı ye­dek parçalar ithal ediyor.
Bağlantıda olduğu Çin fir­masına geçenlerde bir parça siparişi vermiş.
Öyle çok yüksek tutarlı bir alım değil. Piyasalarına göre mütevazı bile sayılır.
Siparişi verirken ürün bede­linin bir kısmını ödüyor. Kalanı teslimden sonra ödeyecek.
Fakat ödemeden hemen sonra Çin fir­masından beklenmedik bir e-posta geliyor.
E-postada, ödemenin ulaştığı, ancak çalıştıkları bankanın, bu ödemeyi “bir sorundan dolayı” kendi hesaplarına aktar­madığı bildiriliyor.
Paranın aktarılması için bazı doküman­lara ihtiyaç olduğu, bu durumun “geçen sene var olmayan yeni bir kuraldan kay­naklandığı” anlatılıyor.
Çin firmasının yetkilisi, mahçup tondaki e-postayı şöyle sürdürüyor:

‘Parçanın son kullanıcısı kim olacak?’

“Bu durumun sizin firmanızla bir ilgisi yok. Türkiye, çalıştığımız bankanın siste­minde, ülke olarak ‘alarm’ vermiş. Başka ülkeler de var. Ama maalesef Türkiye bunların arasında yer alıyor. Bu sebeple, gönderdiğiniz ödemenin hesabımıza akta­rılabilmesi için, bankamızın bizden istediği bazı bilgilere ihtiyacımız var.”
Bank of China’nın istediği bilgi biraz manidar.
Satışa konu ürünün son kullanıcısı kim olacak?
Son kullanıcı hangi ülkede olacak?
Türkiye’den Çin’e yönelen bir ithalat talebinde, uluslararası banka son kullanı­cı bilgisini neden talep ediyor olabilir?
Ya da şöyle soralım: Bank of China, Türkiye’den gelen bir mal karşılığı parayı hesaba aktarmak için bu bilgiye dair bel­geyi neden önkoşul olarak belirler?
Traktör yedek parçasının “son kullanı­cısının” önem taşıdığı başka kritik alanlar mı var?
Acaba uluslara­rası banka, başka bir uluslararası kurumun kuralına mı uymak zorunda kaldı?
Dileriz, ortada bir defalık istisnai bir durum vardır.
Dileriz dış ticaret ve bankacılık sistemini etkileyecek sistemik bir sorun yoktur.
(Bu arada BDDK’nin geçen yılsonu Bank of China’ya Türkiye’de faaliyet izni verdiğini, İstanbul’da temsilcilik adresi bulunduğunu da not düşelim.)

24 milyon ‘hayır’ demişken

Canlı yayında dedi ki:
“Biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin be­ğenmeyin bu devletin kurucu lideri Tay­yip Erdoğan’dır.”
Çok tepki gelince açıklama yaptı. Biraz da mecburiyetten.
Sözleri anayasal suçtu çünkü. Resen soruşturma başlatan bir savcı çıkmamış olsa da ne olur ne olmaz kabilinden.
AKP yöneticisi Ayhan Oğan, uzun açıklamasında “sözde” geri adım atma­mış gibi duruyor.
Tabii Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu liderinin Mustafa Kemal Atatürk olduğu­nu kayda geçirmesi iyi bir şey. 16 Nisan itibarıyla yeni bir sürecin başladığı, devle­tin yeniden teşkilatlandığını söylüyor. Bu da doğru ve dürüst.
Ama iki konuda yanılıyor.
Bir kere “bunu engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir” diyor.
O şaibeli referandumda “millet”ten sa­yılmayan 24 milyona yakın yurttaşın, bu “yeni devlet”e “hayır” dediğini unutmuş.
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Diyarbakır’da, Kırklareli’nde, Tunceli’de, Şırnak’ta, Aydın’da “yeni devleti” istemeyenlerin isteyenlerden çok fazla olduğunu yani.
Yanıldığı ikinci konu ise tarihin neyi, nasıl yazacağına dair.
Oğan’a göre tarih “ikinci kuruluş”u, “tam bağımsız halkın devlet olarak dizayn edildiği kurumsal yapıya kavuştuğu sürecin lideri de Tayyip Erdoğan ve onun yanında saf tutan siyasi liderlerdir” diye yazacakmış.
Evet, halk 16 Nisan’dan sonra tam ba­ğımsızmış. Tarih bu tam bağımsız halkın devlet olarak dizayn edilişini, kurumsal yapıya kavuştuğunu yazacakmış.
Kurumsal yapıya kavuşmak demiş.
Siyaset bilimi diye bir şey var demiş Oğan.
Var tabii.
“Yeni devlet”e rıza göstermeyen en az 24 milyon vatandaş sosyolojisi diye de bir şey var.
Ömür ölçüsünde görülecek.

‘Papaz şarap da içiyor’

Müftü nikâhını çocuk kan­dırır gibi “Ama papaz da kıyıyor” diye savunan devlet büyüklerine dün sosyal medya­dan zekâ dolu bir cevap geldi.
“Papaz şa­rap da içiyor”.
Garip olan, dinsel geri­ciliği hayatın her alanına yayıp sıvama girişimleri­ni savunan AKP’liler de­ğil.
Açık kim­liğiyle AKP’li olmayıp bir de eleştirirmiş gibi duran okuryazarların “Ne var ki bunda” tavrı.
Eğitim, kamusal hayat, me­deni hukuk, sağlık alanındaki gerici adımların yaşam tarzıyla, şeri hukukla bağı olamayaca­ğını vaaz edenler konusunda birkaç ihtimal var:
Ya bilgisiz, ya bilgi sahibi olma konusunda üşengeç, ya idraksiz, ya­hut “bir yanı her duruma müsait” prag­matist olma­lılar.
Hepsinden kötüsü ise bu okuryazar­ların, küçük kızlara mu­sallat yetişkin erkeklerin cinsel istismarının yasallaşma­sına, ayırt etme yeteneği ge­lişmemiş küçüklerin kafalarının dogmayla doldurulmasına do­laylı muvafakat etmeleridir.
Evet, papaz şarap da içiyor.

Ensar istemezse fesih yok

Şaibeli anayasa değişikli­ği, eğitimde dinci politi­kaları hızlandırdı.
Yeni öğretim yılına haftalar kala vites geriye doğru ve hız­la büyütülüyor.
Temmuz, dinci vakıfların milli eğitim politikasın­daki güçleri­nin arttığı bir ay oldu.
MEB; si­cilindeki ço­cuk istismarı olaylarının hesabını verememiş Ensar’ın yanı sıra diğer dinci vakıflarla da proto­kol üstüne protokol imzalıyor.
Üçü de geçen ay imzalanan Ensar Vakfı, İlim Yayma Ce­miyeti, Birlik Vakfı ile yapılan protokolleri incelediğinizde, vakıfların adeta birer küçük patron, devletin en büyük ba­kanlıklarından biri MEB’in ise yetki, irade pozisyonu açısın­dan maiyet gibi konumlandı­ğını görebilirsiniz.
Üç protokol içinde en ayrı­calıklı olan ise Ensar.
Diğer ikisinde Bakanlık, “tek taraflı fesih” hakkını elinde tutarken, Ensar’da bu hakkından vaz­geçmiş. Ensar ile protokolün ancak karşılıklı mutabakatla feshedilecegi maddesi var.
Yani Ensar is­temezse protokol feshedilemiyor.
Şimdi devletin “maarif” yetki ve iradesini Ensar ve diğer dinci vakıflarla paylaşan protokoller yargıya götürülü­yor. Eğitim kuruluşları hazırlık içinde.
Tüm Öğretmenler Sendikası idari yargıya başvurusunu yaptı bile.
Bakalım okullar açılmadan yargıdan bir ses çıkacak mı?

Çiğdem Toker: Cumhuriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları